Ders zili ‘acı acı' çalıyor

Toplum/Yaşam Haberleri —

.

.

  • İptal edilen KPSS, yığılma oluşan YKS, barınamayan yeni öğrenciler ve derinleştikçe derinleşen bir ekonomik krizin gölgesinde geçen yazdan sonra, bu hafta okulların ders zilleri çaldı ve belki de tarihin en kötüsüne aday bir eğitim yılına başladık. 

BİLGE AKSU

 

Birçok kez dile getirildiği gibi, koronavirüs pandemisi esnasında devreye sokulan online eğitimin ağır sonuçları oldu. Bu sonuçların kimisi henüz meyvelerini vermiş değil. Örneğin bu salgın sürecinde okuldan uzak kaldığı gibi evinde de duramayan büyük öğrenci yığınlarının karnesine yazılan eksiklerin sonuçları ortaya çıkmış değil. Sınıf ortamının sağladığı disiplin ve odaklanmadan uzakta, kimisi işlenebilen kimisi es geçilen dersler karşısında öğrencilerin durumunu konuşmaya gelemeden, gerek aile ortamının zorlukları gerek ekonomik koşulların getirdiği yükle bu derslere hiç katılamayan binlerce öğrencinin varlığını biliyoruz. Kırsalda yaşayıp ailesinin tarla-bağ-bahçe işlerine koşturmak zorunda kalanlar, salgın sürecinde aile üyeleri kod29'la işsiz kalınca çalışmaya başlayanlar, halihazırda motivasyonu düşük bulunup bu okulsuzluk süreciyle eğitimden iyice kopanlar… Fakat belki de en önemlisi, özellikle kız çocuklarını binbir rica minnetle, türlü ikna çabalarından sonra okula göndermeye razı olmuş ailelerin bu kararlarından vazgeçmeleri göze çarptı bu süreçte. Salgın öncesi mevcut öğrenci sayısı, salgından sonra okula dönen öğrenci sayısından gözle görülür şekilde fazlaydı. Hal böyle olunca, 2021 Eylül ayında başlayan eğitim dönemi zaten belirgin problemleri taşır halde önümüze gelmişti.

Eğitimden büyük kaçış

Okullaşma oranının gerilediği bu sürecin ardından, bir de MEB'in tuhaf politikaları devreye girdi. Açıköğretim programlarında yıllardır uygulanan merkezi sınavların salgın etkisiyle online ortamlarda sürdürülmesi, örgün eğitimden büyük bir kaçışı beraberinde getirdi. Elbette bu kaçış öğrencinin ya da velisinin aldığı masum kararlardan ibaret değildi. Bunu yapabilenlerin büyük çoğunluğu, eğitimini özel kurumlarda ya da dershanelerde sürdürebilecek ekonomik esnekliğe sahip öğrencilerin aileleriydi. Kalan küçük bir azınlık ise, yıldan yıla derinleşen ekonomik sorunlarla baş edemeyecek duruma gelen yoksul ailelerin çocuklarıydı. Eğitimini özel kurumlarda sürdürebilenler için ayrı bir parantez açmak gerek, geri kalanı içinse mevcut durumu tespit edip sonuçlarını irdelemek gerekiyor.

Öğrencinin masrafı 2.5 kat arttı

Eğitim Sen'in 2022-23 eğitim öğretim yılı öncesi raporlarına bakıldığında, bir öğrencinin okula başlamak için gerek duyduğu masraf kalemlerinin, son bir yılda yaklaşık 2.5 kat arttığı görülüyor. Okul kıyafetleri, kırtasiye malzemeleri, zorunlu bağışlar ve kayıt için istenen çeşitli gereksinimleri düşündüğümüzde, bir ilkokul öğrencisi yaklaşık 2800 lira harcamadan seneye başlayamaz halde. Bu rakam, öğrencinin okul düzeyi değiştikçe yükseliyor. Ortaokul öğrencisi için 3 bin lirayı geçerken, lise öğrencisi için 3500 liraya dayanıyor. Son bir yılda derinleşen ekonomik krizin etkileriyle birlikte düşündüğümüzde, ülkenin çok büyük bir kısmının eylül ayında bir banka şubesine gidip eğitim amaçlı kredi çekmesi kaçınılmaz hale geliyor. Elbette bunlar yalnızca ortalama ölçekteki bir şehirde oluşan masraf kalemleri. Bir de buna büyük şehirlerde zorunlu olarak eklenecek ulaşım/servis ücretleri ve öğrencilerin okulda geçirdikleri zamanda yapacakları harcamalar ekleniyor.

Ortalama bir okul kantininde, malzemesi en sade yiyeceklerin bile 20 liralardan satıldığı bilgisi mevcut. Yani herhangi bir aile, tek bir öğrenci için her gün minimum 20 lirayı çocuğunun öğle yemeğine ayırmak zorunda. Buna bir de gün boyu içecekleri su, atıştıracakları yiyecekler ekleniyor. Neticede bir öğrenci, sabah 9'da başlayan dersi için çoğu noktada saat 7 buçukta yola çıkmak zorunda. Öğleden sonra 4'te biten dersinden eve dönüşü ise yine en az 1-1.5 saat sürüyor. Böyle uzun bir periyodda, öğrenme faaliyetini sağlıklı şekilde sürdürmek isteyen birinin, okul kantininde geçiştirmelik ekmek arası yiyeceklerle yetinebileceğini düşünmek saflık olur. Dipnot olarak şunu da belirteyim, sosyoekonomik olarak dezavantajlı ailelerin bulunduğu yerlerde genellikle mesleki eğitim veren okullar ağırlıkta. Ve bu okulların ders saatleri, anadolu liselerine göre daha fazla. Bu ailelerin büyük çoğunluğunda birden fazla öğrenci aynı anda eğitim almak zorunda kalıyor ve okullarında geçirdikleri süreler uzadıkça masraf kalemleri daha da artıyor. Bütün bunların mevcut ekonomik koşullarda sürdürülebilir olmadığı oldukça aşikar.

Hijyen malzemeleri öğrenciye kaldı

Bütün bu masraf kalemlerini halledebilen bir ailenin karşılaşacağı gerçekler ise kesinlikle daha dayanılası değil… Okulların büyük kısmına aktarılmayan ödenekler, aynı zamanda temizlik, tertip ve düzenin sağlanamamasının da en büyük sebepleri. MEB'in son yıllarda eğilim gösterdiği işçi bulma politikası gereğince, bir zamanlar tıpkı öğretmenler gibi kadrolu işçi sıfatıyla çeşitli haklara sahip olan okul personelleri artık parmakla gösterilecek kadar az sayıda. Onların da yavaş yavaş emekliye ayrılıp ortamı terk etmeleri bekleniyor. Geriye kalanlar, tıpkı ücretli öğretmenlikte olduğu gibi geçici statüde sözleşmeli olarak çalıştırılan kişiler. Bunların da her eğitim dönemi sonunda işlerine son verildiğini ve yeni döneme başlarken işkur üzerinden yenilerinin alındığını düşünürsek, okulların ilk birkaç haftasında hijyene en uzak yerler olduğunu düşünmek epey makul. Böyle bir ortamda öğrencilerin peçetesinden sabununa, ihtiyaç duyacakları malzemeleri yine evden getirmeleri bekleniyor.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer'in çeşitli açıklamalarına göre, eğitimde yapılan yatırımlar düşman çatlatacak miktara ulaşmış durumda. Bakanın övünerek açıkladığı ödenek miktarı ise 3 milyar 750 milyon lira. Bunu, Türkiye'deki okullara eşit olarak dağıttığımızda, okul başına toplam 65 bin lira gibi bir rakam ortaya çıkıyor. Ki bu, değil öğrencilerin, yalnızca öğretmenlerin hijyen ihtiyaçlarını ancak karşılar nitelikte bir para. Bunun daha sınav kağıtları, yazıcı mürekkebi, tebeşir ya da tahta kalemi gibi zorunlu ihtiyaç kısımları var.

AKP’nin okullarına AKP öğretmenleri

Elbette işin bir de politik yönü var. Sayısı gün geçtikçe artıp, öğrencisi her dakika azalan imam hatip okulları ve buralara aktarılan paraları da göz önünde bulundurmak gerek. Birçok anadolu lisesi, seneye 50 kişiyi aşan sınıf mevcutlarıyla başlıyor. Toplumun büyük kesiminde bir karşılık bulamayan imam hatip okulları kontenjanlarını dolduramazken, gözle görülür şekilde azalan 'normal' okullardaki yığılma gün geçtikçe artıyor. Buna bir de, AKP'nin benzer emellerle hayata geçirdiği proje okulları saçmalığı eklenince, sıradan bir öğrencinin tercih edebileceği okul sayısı kelimenin gerçek anlamıyla bir elin parmağını geçmez hale geliyor. Ki proje okullarının sorunları bununla da bitmiyor. Bu okullar, yasada hiçbir karşılığı bulunmadığı halde özel statülü kabul edildiğinden, buralarda çalışacak öğretmenler de, sanki özel bir kurumda işe başvurur gibi süreçlerden geçerek 'seçiliyor'. Yani bu okullara, merkezi atama yöntemiyle gitmek mümkün değil. Böylelikle, AKP'nin okullarına, AKP'nin seçtiği öğretmenler yerleştiriliyor ve eğitimin bilimsel ve tarafsız kimliği bir darbe daha yemiş oluyor. 

Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda çıkarılacak ilk yorum, bilinçli politikalarla bu sürecin yürütüldüğü şeklinde oluyor. Öğretmen açığını ücretlilerle dolduran AKP, okul personellerine tam teşekküllü bir sosyal güvence sağlamamak adına, her yıl yeni bir kumar oynuyor ve okulların büyük kısmında temizlik, tertip ve düzen, yine öğretmenlerin sağlayabildiği kadarıyla kalıyor. Açıköğretim programlarına hızla kayan öğrenci kitlesinin önüne geçilmiyor çünkü buralarda açılan boşluklara, imam hatiplerden kaçmak isteyen öğrenciler yerleşiyor. Bütün bu gürültü patırtıdan uzak durup, kendi ekonomik esnekliğiyle çocuğunu okutmak isteyen veliler için her geçen gün yeni özel okullar teşvik edilirken, özel okul öğretmenleri asgari ücretin dahi altında, günde 12 saati bulan koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Bütün bunlar yaşanırken, öğretmenlere dayatılan sınavla verilecek yaklaşık 100 dolarlık maaş iyileştirmesi ve uzmanlık sıfatı ödülleri, sopanın ucuna takılan havuç misali uzakta durmaya devam ediyor.

Eğitim bir sacayağa benzetilir. Üç ayaklı bu nesnenin bir tarafı öğrenci, bir tarafı öğretmen, bir tarafı ise velilerdir. Bunlardan birinin olmaması, sacayağının işlevsiz hale gelmesiyle ilişkilendirilir. Geldiğimiz durumda bu üç ayağın da kesilmiş ve yok edilmiş olduğunu fark etmek, bütün aksiyonları buna göre almak ve çeşitli zorluklara karşın birlikte hareket edebilmek hayati bir önem taşıyor. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.