Devlet, çocukları ‘ideal yurttaş‘ olarak yetiştiriyor

Dosya Haberleri —

Nuray Türkmen

Nuray Türkmen

HDP Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Nuray Türkmen:

  • Devlet çocuk alanına tarihsel olarak yurttaş yetiştirme alanı olarak bakıyor. Kendi ideal yurttaşını yetiştireceği bir yatırım alanı gibi görüyor. Buraya yatırım yapması gerekir ki ileride işine yarayacak yurttaşlar yetiştirebilsin. Zaten devlet, iktidar veya gücü elinde tutan bu alandaki sözünü de hep “Gelecek nesil” ifadesiyle kurar. Çocukluk sürekli olarak geleceğe aktarılır.
  • Cezaevindeki çocuklar hem gardiyana hem cezaevi çalışanlarına hem kendinden büyük çocuklara biat etmeleri için bir tür işçileştirmeye zorlanır. Bugün çocuğu alıp bir çeşit üretim sürecine dahil ediyor, geçmişte ise koğuş işlerini yaptırıyordu. Koridor temizletiyordu, tuvalet yıkatıyordu. Bu işleri yaşça daha küçük ya da en “güçsüz” çocuklara yaptırıyorlardı.

MIHEME PORGEBOL

HDP Çocuk Komisyonu, 9 Ağustos 2023 tarihinde Amed başta olmak üzere çocukların Kurdistan’da yaşadıkları sorunları tespit etmek ve çözüm politikaları üretmek amacıyla hazırladığı “Diyarbakır Çocuk Raporu”nu yayımladı. Çocuklar üzerine çalışma yürüten 23 farklı sivil toplum örgütü ve kurumla yapılan görüşmeler sonucu ortaya çıkan raporda çocukların karşı karşıya olduğu sorun ve tehlikeler kadar bu alanda çalışma yürüten kişi, kurum ve kuruluşların yanlışları üzerine de duruluyor. HDP’nin geçmiş dönemdeki çocuk politikaları yaklaşımına dair bir çeşit özeleştiriyle başlayan raporda çocukların sorunları eğitim, sağlık, hukuk, çocuk işçileştirilmesi, kültür-sanat, mülteci ve göç, kent ve doğa başlıkları altında inceleniyor. Aynı zamanda bu sorunlara dönük çözüm önerilerinin de yer aldığı iki dilli raporun detaylarını HDP Çocuk Komisyonu Eşsözcüsü Nuray Türkmen’le konuştuk.

Türkmen, ısrarla devrimci bir siyaset tarzıyla toplumsal mücadele verilerek çocukların sorunlarına hakiki bir çözüm bulunabileceğini savunurken “Bu kadar savaş, bu kadar ekonomik kuşatılmışlık ve şiddet ortamında bir çocuk sağlıklı yetişemez” diyor.

Raporun “öne çıkan önemli vurgular” kısmında “Bölgede öteden beri çocuklar toplumsal ve politik özne olmakla birlikte bu alana dair çalışmalar Çocuk Komisyonu'nun kuruluşu öncesinde HDP’de sistematik ve bütünsel yürütülmemiştir” ve bu alan “tali bir alan olarak kabul edilmiş” diyorsunuz. Bu özeleştiri nereden hareketle yapılıyor?

Bu alandaki eksiklik HDP’nin genel bir eksikliğidir. Makro ya da aktüel politikaya odaklanıp onun dışındaki gündemleri tali görmekten kaynaklanan bir sorun. Bu sadece HDP’nin de değil, genel olarak sol, sosyalist, muhalif kesimlerin alışkanlığı olan siyasal form ile ilgili. Kimi sorunlara dair retorik düzeyde tepki gösteren, politika yapmaya geçildiğinde ise iktidarın sınırlarını çizdiği dolayımlarda hareket eden bir siyaset biçimi. HDP zaten bir süredir bu siyaset biçimini aşmaya dönük ve adına yeniden yapılanma dediğimiz özeleştirel bir süreci yaşıyor. Bu süreç böyle yürütülürken tali görülen alanların da kendi sözünü söylememesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Dolayısıyla rapordaki bu eleştiri/özeleştiri Çocuk Komisyonu’nun politik sorumluluğu gereğidir.

Çocuk alanına dönük gözlemlediğimiz bu durum aslında diğer alanlarda da mevcut. Yaşlılar, emekliler, engelliler, mülteciler, kültür-sanat gibi alanlar da aynı kaderi yaşıyor. Öyleyse bu kaderden kurtuluş ve dertlerin eşitliği için devrimci bir siyasetin inşası gerekiyor. Partinin yeni dönemin iddiası olarak önüne koyduğu bu inşa süreci çocuk alanında da devrimci bir yaklaşımın gerekliliğini ve siyasetin toplumsallaşmasını savunuyor. Çocuk alanını makro ve aktüel politikanın gölgesinden kurtarmak için de toplumsal özgürleşme için de böyle bir siyaset tarzına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Devletin kurumsallığının dışında enformel bir düşünme biçiminin oluşturulması ve pratik ağların yaratılmasından da bahsediyorsunuz raporda. Devlet kurumsallığı içerisinde çocuk alanındaki sorunlar nedir? Devlet çocuğu nasıl görüyor?

Devlet çocuk alanına tarihsel olarak da zaten bir yurttaş yetiştirme alanı olarak bakıyor. Kendi ideal yurttaşını yetiştireceği bir yatırım alanı gibi görüyor. Buraya yatırım yapması gerekir ki ileride işine yarayacak yurttaşlar yetiştirebilsin. Zaten devlet, iktidar veya gücü elinde tutan bu alandaki sözünü de hep “Gelecek nesil” ifadesiyle kurar. Çocukluk sürekli olarak geleceğe aktarılır. Çocuklarla ilgili şimdiye dair söz söylenmez. Çünkü asıl gaye yetişkin beyaz, Türk, erkek yurttaş yetiştirmek. Devlet ideolojisi neyse çocukluk alanına yapılan yatırım da ona göre gelişiyor. Devlet ideolojisinin parametrelerini kuracağı asıl özne yetişkin insandır. Bu özneyi nasıl kuracak? İdeal bir çocuk yetiştirme projesi olması gerekiyor ki, kendine tastamam biat eden yurttaş, işçi, Müslüman, köylü, kadın, Kürt yetiştirsin. Böyle bir ideolojik perspektifte insanın veya çocuğun sorunsuz yetişmesi mümkün mü? Elbette değil. Bu kadar savaş, bu kadar ekonomik kuşatılmışlık ve şiddet ortamında bir çocuk sağlıklı yetişemez.

Raporda ele alınan başlıklar da bu politika ve ideolojik perspektiften kaynaklı ortaya çıkan sorunların özeti gibi. Örneğin madde bağımlılığının savaş, ekonomi ve göçertme politikalarıyla ilişkisi bilinen bir şey. Raporda bağımlılığa dair verilerin kurumlar tarafından paylaşılmadığını söylüyorsunuz.

Az önce bahsettiğimiz ideolojik perspektifin beraberinde getirdiği sorunların tamamı kurumlarla ilişkili sorunlar ama burada bizim açımızdan arızalı olduğunu kabul etmemiz gereken bir durum var: Biz bunca analiz ve tespit yaparken her şeyi de devletten ve onun kurumlarından bekliyoruz. Elbette devletin kurumlarını zorlamak lazım. Örneğin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı bağımlılığa ilişkin verileri paylaşması gerekiyor. Yine Adalet Bakanlığı’nın bu meseleye dair elindeki bilgileri kamuoyuyla paylaşması gerekiyor ve görüldüğü üzere muhatap tek bir kurum da değil. Hepsi birbiriyle ilişkili. Zaten artık Türkiye’deki bütün kurumların elindeki tüm bilgiler de çok merkezi. Bu kadar merkezileşmiş bir bilgi havuzunda herhangi bir kurumdan bilgi beklemek de çok doğru değil, çünkü paylaşmıyorlar. Bilgiler paylaşılırsa hakikat ortaya çıkar. Hakikatin gösterilmeyeceğini bizim artık kabul etmemiz gerekir. Biz aslında raporda da zaten bunu vurguluyoruz: Devletten bir çözüm bekleyemeyiz. Çözümü zorlarız, zorlamalıyız ama çözüm geleceğine dair umudumuzu artık bitirmeliyiz. Bu umutlu bir bekleyişle olacak iş değil artık. Sorunların çözümü kolektif toplumsal mücadeleyle mümkün.

Bir de tutsak çocuklar meselesi var. Her ne kadar gölgede kalsa da meselenin ilgilileri son yıllarda gündemine önemli ve acil bir tehlike olarak sektörel hapishaneleri aldı. Siz de raporunuzda tutsak çocukların hapishanede işçi olarak çalıştırıldığını söylüyorsunuz .

Tarihsel olarak baktığımızda işçi olmakla biat eden yurttaş arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu doğrusal ilişki cezaevlerinde de uygulanıyor. Cezaevindeki çocuklar hem gardiyana hem cezaevi çalışanlarına hem kendinden büyük çocuklara biat etmeleri için bir tür işçileştirmeye zorlanır. Bugün çocuğu alıp bir çeşit üretim sürecine dahil ediyor, geçmişte ise koğuş işlerini yaptırıyordu. Koridor temizletiyordu, tuvalet yıkatıyordu. Bu işleri yaşça daha küçük ya da en “güçsüz” çocuklara yaptırıyorlardı. Devlet aslında çocuk tutsakları işçileştirirken geçmişteki bu uygulamayı daha resmi, kurumsal ve sistematik hale getirmiş oldu. Cezaevleri iş yeri veya fabrika haline getirilmeden önce enformel yaşanan bu sömürü bugün resmileşerek çocukların biat ettirilmesini daha güçlü bir aygıtla mümkün kılıyor. Diğer yandan da cezaevini cezaevi olmaktan çıkarıp üretim yeriymiş gibi gösterip kendince daha estetik hale getiriyor.

Bir de kültür sanat alanına değinmek isterim. Çocuğun her anlamda gelişimi için sanat ve kültür formlarının önemi tartışılmaz. Çocukların kendi dil ve kimlikleriyle haşır neşir olmasını en baştan beri engelleyen bir devlet mekanizması var.

Kültür ve sanat alanı hane gibidir. Siz hanenizden ana dilinizde konuşup kendi kimliğinizle yaşarsanız bu kimliği bir sonraki kuşağa da iletmiş olursunuz. Dolayısıyla hem kültür hem tarih biriktirmiş olursunuz. Devlet de burayla doğrudan irtibatı kesmek için kültür ve sanat alanına çok atik bir şekilde müdahale eder. Asimilasyon politikalarının en fazla işlediği alandır. Siz çocuğa eğitim sistemi içerisinde birçok asimilasyon yöntemi uygulayabilirsiniz ama çocuk bağımsız bir sanat alanına girdiği zaman o asimilasyon uygulamalarının hepsinden sıyrılabilir. Bu bağımsız alanda ana dilini öğrenir, ana dilini öğrenirken Ayşe Şan’ı, Cigerxwîn’i, Feqiyê Teyran’ı, dengbêjleri ve kendi kimliğine içkin bütün tarihi değerleri de öğrenir. Böylece bir bellek biriktirir. Bu nedenle de kayyum döneminde üzerine en fazla gidilen alan kültür ve sanat alanı oldu. Bütün kültür sanat kurumlarının kapatıldığını, belediyelerin, kurumların bu alandaki arşiv ve geçmişinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını biliyoruz. Belediyeye bağlı kurumlar içindeki tüm malzemelerle birlikte ortadan kaldırılıyor. Bunu da kültür ve sanat alanının kökünü kurutma çabası olarak okumak mümkün. Diğer yandan bu alan çocuk coşkusu dediğimiz şenlikli duyguyu de açığa çıkaran bir alan ve dolayısıyla çocukların coşkuyla, şenlikle hem bir enstrüman çalmayı ya da sahnede tiyatro yapmasını hem de kendi kültürünü ve tarihini öğrendiği bir vaha adeta. Bu alana yapılan devlet müdahalesi, aslında çocuğun tam da bu vahasını; geçmişini, şimdisini ve geleceğini kurutmaya yönelik yaşanıyor.

Yine de tüm baskılara rağmen bu alanda büyük bir karşı çıkış olduğunu da biliyoruz. Bunu da görmemiz gerek. Birçok kurum ve kişi bu alanda ciddi tecrübeler biriktiriyorlar. Bu biriktirme sonucu çocukların kendi ana dillerine, belleklerine ve geleceklerine sahip çıktıklarını görebiliyoruz.

Biraz da mülteci ve göç eden çocuklardan bahsetmenizi istiyorum. Bu konu çoğunlukla savaş ve yoksullukla ilgili bir konu. Mülteci ve göç mağduru çocuklara dönük ne oluyor ülkede ve siz neler yapıyorsunuz veya yapacaksınız?

Bu konuya dair yekten söyleyebilirim ki devletin özellikle mülteci ve göç mağduru çocuklara yönelik yapıcı herhangi bir politikası yok. Sadece projelendirilmiş, fonlandırılmış faaliyetlerden ibaret şeyler yapılıyordu şimdiye kadar ama artık o işlerin de ömrü tükendi. Sürekli bir yerlerden para aktarıp yürütmeye çalıştığı bir alandı burası ve bu düşmanlığı da arttırıyordu. Yani siz bu alana ne kadar para aktarırsanız zaten yoksul olan halkın mülteci ve göç mağdurlarına daha da düşmanlaşmasına sebep oluyorsunuz. Dolayısıyla yaptıkları zaten sadece düşmanlaştırmaya yarıyordu. Devlet, çocukların entegrasyonuna dönük çalışmaları bile terk etmiş durumda. Kaldı ki biz entegrasyon sürecinin gayrı insani olduğunu düşünüyoruz. Bu alanda entegre etmekten değil, birlikte yaşamdan bahsetmek gerekir. Bırakın birlikte yaşamı, devlet entegrasyon sürecini dahi bırakmış durumda. Dolayısıyla tamamen görmezden gelinen ve dışarıda bırakılmış insanlardan, çocuklardan bahsediyoruz. Hem sınıfsal açıdan hem kimlikleri açısından çaresizliğe terk edilmiş, eşitsizliğin içerisinde tek başına bırakılmış durumdalar. Bizim çocuklar özelinde buna dair çözüm önerimiz de diğer alanlarda olduğu gibi enformel toplumsal dayanışma ağlarının kurulması gerekliliğine dayanıyor. Enformelden kastım merdiven altı işler yapmak değil, ayan beyan ortada olan baskıcı iktidara karşı meşru mücadeleyi büyütecek toplumsal ağlar kurma gerekliliğini kastediyorum. Bir de biz bu ağları kurarken aslında “alternatif bir iş” yapmıyoruz, hakikatin üretimini yapıyoruz. Coğrafyanın hakikatini biriktiriyoruz. Bizim bu algıdan da kurtulmamız lazım, biz alternatif bir üretime talip değiliz; hakikati inşa ediyoruz.

Son bir genel değerlendirme yapmak ister misiniz?

Çocuk alanında hâkim bir Türklük hegemonyası var. Devletin kurucu kodları çocuk alanında da çok hâkim bir işleyişe sahip. Kimseye haksızlık etmek istemem ama bu durum, çocuk alanında eleştirel çalıştığını söyleyen kişilerde de kimi zaman benzer örüntülerle kendini gösterebiliyor. Eleştirel çocuk çalışmaları yürütenlerin yüzünü elbette tüm ülkeye dönmeleri gerekiyor ama yüzünü dönmeleri gereken çok büyük bir çocuk hakikati ve coğrafya daha var: Kürt çocuklar ve Kürt coğrafyası. Tekrar etmek gerekirse, devletten bir şey beklemeden bunu yapmak gerekiyor. Yayımladığımız raporu da aslında şu ihtiyaçtan dolayı hazırlamıştık: Kurdistan’da çocukluk alanına dair derli toplu, bütünsel bir bilgi yok. Pek çok kişinin coğrafyayı çocuk çalışmaları alanında bir laboratuvar haline getirdiği ve çocukları araştırma nesnesine dönüştürdüğü bir durum mevcut. Rehabilitasyon merkezleri ve danışma merkezlerinin ana akım psikoloji çalışmalarıyla birlikte çocukları ilaca mahkum ettiği ve sorunlara sürekli psikoterapik çözümler bulmaya çalıştığı bir durum mevcut. Yani “savaş yaşandı o halde çocuğun psikolojisi bozuk”, “kayyum atandı, öyleyse çocuğun psikolojisi bozuk” deniyor. Biz de buna karşı toplumsal psikolojiyi ancak toplumsal mücadeleyle güçlendirebiliriz diyoruz. Çocukların da toplumun da psikolojisinin bozulduğunun farkındayız ama bunu tamamen psikolojikleştiren, politik bağlamından koparan, tamamen travmatize eden bir çocuk alanı değil, gerçekten mücadeleci ve çocuklarla birlikte örgütleyen bir çocuk alanı inşasıyla kalıcı sonuç elde edebiliriz. Bu da ancak eleştirel çocuk çalışmaları yürütenlerin organik bir ilişkisi, kolektif çabası ve mücadelesiyle mümkün.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.