Devrimi bekleme, devrimin içindeyiz
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Kürdistan demokratik halk devriminin zafere yürüyüşüdür. Ve devrimci süreç tüm Türkiye'ye ve Ortadoğu'ya, eğer biz yanlış yapmazsak yayılacaktır.
Yeni Yaşam Gazetesi’nde öz olarak “demokrasi varsa, tekrar ediyorum, eğer demokrasi varsa komünleşmeyle demokratik sosyalizme barışçı yoldan, yani devletle ‘uyumlu’ olarak, (bir ‘yani’ daha) yani devlet senle kavga etmedikçe onunla kavga etmeden, (bir üçüncü ‘yani’ daha) yani devletle komün arasındaki çelişkiyi belediyeleri komünleştirme yoluyla çöze çöze geçilebileceğini” içeren bir yazı yazdım.
Başkan Apo’nun devrimci süreçle ilgili düşüncesini kişisel olarak böyle yorumluyorum. Bilimsel Komünizm teorisinin o güne kadar yaşanan devrimci süreçlerle ilgili klasik genellemesine, bu düşüncenin eğer pratikte de doğrulanırsa çok büyük bir katkı olacağını düşünüyorum.
Abdullah Öcalan son açıklamalarından birinde, bu süreçle ilgili üç kilit kavramdan söz etti. “Barış, demokratik toplum ve entegrasyon” kavramlarından.
Ben bu kavramları “belediyeleri komünleştirerek demokratik sosyalizme geçişin” ön şartları olarak görüyorum. Böyle bir geçiş için en azından Ortadoğu’da barış şarttır. Aynı zamanda merkezi devlet yapılarından adem-i merkeziyetçi yapılara geçiş ve toplumun ahlaki politik topluma, bir başka ifadeyle “demokratik topluma” dönüşmesi anlamında demokrasi ikinci şarttır. Ve üçüncüsü, bu iki şartın gerçekleşmesi durumunda demokratik toplumun adem-i merkeziyetçi devletle ve adem-i merkeziyetçi devletin de demokratik toplumla uyumlaşması, birbirini yok etmekten vaz geçmesi, yani entegrasyonu barışçı geçiş için en önemli şarttır.
Bu planda cevaplanması gereken temel soru tekelci sermaye sınıfının, kendi egemenliği için zorunlu gördüğü merkeziyetçi ulus- devlet rejiminden vaz geçmeyi kabul edip etmeyeceğidir. Olgular bunun kolay bir soru olmadığını gösteriyor. Ancak üçüncü dünya savaşının ve PKK’nin kırk bir yıllık mücadelesinin şu ana kadar, özellikle Ortadoğu’da ve Türkiye özelinde ortaya çıkardığı bir ikilem vardır: Türk sermaye sınıfı ya demokrasiye boyun eğerek bazı imtiyazlarından vazgeçecek ya da ülkenin kaosa sürüklenmesiyle sınıfsal olarak kendisiyle birlikte, devleti, ülkeyi, işçi sınıfını, tüm halkları yıkıma uğratacaktır. Bu sermaye sınıfının devleti bu ikilem karşısında, en azından şimdilik Başkan Apo’yla “demokratik uzlaşma” arayışına girmiştir.
Soruya bir de devrimci süreçle ilgili klasik şema açısından bakalım. Karl Marks’tan beri sosyalistler devrimci süreci, aralarındaki tüm farklara karşı “doğrudan sosyalist devrimi” gerçekleştirmek olarak görmemişlerdir. İlk dönemde “burjuva demokratik devrim”, sonrasında sosyalist devrimin nesnel ve öznel koşullarının olgunlaştığı kertede sosyalist devrim imkanından söz etmişlerdir. Bu şema kapitalizmin geliştiği sömürgeci dünyada, en azından Avrupa çapında yaklaşık eş zamanlı ve ardışıklı burjuva ve proleter devrimlerin gerçekleşeceğini öngörüyordu. Ancak “emperyalizm çağının Marksizmi” olarak tanımlanan Leninci görüş, bu şemayı değiştirdi. Buna göre kesintisiz bir şekilde gerçekleşecek olan demokratik devrim ve sosyalist devrim “emperyalist zincirin zayıf halkalarında” gerçekleşecekti. Bu öngörü doğrulandı.
Günümüzde ise reel sosyalizmin dağılması, kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte bölgeselleşme süreçleri de ortaya çıktı. Bunun bir sonucu olarak küresel emperyalist zincirin zayıf halkaları da “tek ülke” sınırlarından “bölgesel” çapta oluşmaya başladı. Şu anda bu zincirin en zayıf halkası merkezinde dört parça Kürdistan’ın yer aldığı Ortadoğu’dur.
Anladığıma göre, Başkan Apo’nun Ortadoğu Konfederalizmi düşüncesi böyle bir analize dayanmaktadır.
Burada sorulacak soru şudur: Bu devrimci strateji şu anda pratik olarak hayata geçebilir mi? Böyle bir gelişmenin ön şartları olarak barış, demokratik toplum ve entegrasyon, en azından, Konfederal Ortadoğu’nun önünü açacak olan Türkiye’de mümkün mü? PKK’nin de paylaştığı gibi, şu ya da bu sınıfsal nitelikli demokratik devrim gerçekleşti mi ki, önümüze demokratik sosyalizme belediyelerin komünleştirilmesi yoluyla geçiş hedefi koyuyoruz?
Kişisel görüşüme göre şu anda Türkiye’de demokratik halk devrimi orijinal bir şekilde, bir başka ifadeyle “yarım devrim” olarak tamamlanmıştır. PKK tarafından Demokratik halk devriminin amacı, 1990 yıllarının başında “Kürt inkarına son vermek, Kürt ulusunun varlığını kabul ettirmek, onun Kürdistan çapında örgütlü bir güç olmasını gerçekleştirmek ve politik bakımdan yerellerde kendini yönetme hakkını elde etmek, Kürtçenin özgürleşmesi anlamında kültürel özerkliğe kavuşmasını sağlamak” olarak saptanmıştı. Bu amaca hukuken değil, ama fiilen büyük ölçüde ulaşılmıştır. CHP’nin “nasıl oluyor da Türkiye’de otokrasi, Kürdistan’da demokrasi oluyor” itirazına Kürt halkının verdiği cevap şudur, “işte böyle oluyor, çünkü biz ağır bedeller ödeyerek demokratik devrimimizi kısmen de olsa kırk bir yıllık silahlı mücadeleyle, parlamenter ve barışçı olmayan yöntemlerle, legal ve illegal örgüt biçimleriyle başardık, siz ise ancak şimdi demokratik devrimin eşiğinde bir karar verme aşamasındasınız”.
İşte Türkiye şu anda demokratik devrimi “yarım” olarak başarmış ve şimdi bu devrimi “tamamlama” aşamasına gelmiştir. Başkan Apo bir yandan Kürdistan demokratik devriminin fiili kazanımlarını hukuki temele kavuşturmaya çalışıyor, diğer yandan bu yolla Türkiye’nin tümüyle demokratikleşmesini sağlayarak, “yarım demokratik devrimi” tamamlamanın önünü açıyor. Kürdistan’da demokratik devrim ne kadar derinleşirse, Türkiye’de otokrasi o ölçüde gerileyecek, demokratik devrim orijinal biçimde tammlanacak ve işte o zaman yine orijinal bir yoldan, yerel yönetimlerin komünleştirilmesi yolundan cinsiyet özgürlükçü, ekolojik, demokratik sosyalizme” demokrasiyi, yani adem-i merkeziyetçiliğe dönüştürülecek devleti yıkarak değil, onunla entegre olarak barışçı yoldan erişilecek.
Şimdilik çizilen yol budur ve her başlangıçta çizilen yol gibi, bu yol da her adımdan sonra egemen sınıfların reaksiyonlarına göre yeni özellikler kazanacaktır.
Sadece mücadele ederek “devrimci durumu” bekleme dönemi sona eriyor. Şimdi her devrimcinin önünde emeğin sömürüsüne, Rojava’ya müdaheleye, muhalefete darbeye, TBMM Komisyonu’nu çürütmeye karşı mücadelenin yanında, geleceği inşa etmek üzere bulunduğu her yerde komünleşme, yerel yönetimlerde komünlerin söz ve karar sahibi olmasını sağlama görevleri duruyor.
Açıklık olsun diye söyleyeyim: PKK “burjuva yerel yönetimlerini devirmiş” ve şimdi, Başkan Apo’nun çizdiği yoldan, “bütün yerel iktidar komünlere” şiarıyla, gecikmeyle de olsa yeni bir aşamaya yönelmiştir.
Bu nedir?
Bu, Kürdistan demokratik halk devriminin zafere yürüyüşüdür. Ve devrimci süreç tüm Türkiye'ye ve Ortadoğu'ya, eğer biz yanlış yapmazsak yayılacaktır.
Deniyor ya, “enseyi karartmanın”, şüpheyle, kaygıyla kıvranmanın zamanı değil.
