Erdoğan-Trump görüşmesi ve çözüm süreci

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • “Meşruiyet” laflarıyla bürokrasiye verilen mesaj, esas olarak Türk iç politikasıyla ilgilidir. Devlet bürokrasisinin AKP iktidarı etrafında kenetlenmesi Erdoğan için hayatidir.
  • “Meşruiyet” numarasında Erdoğan sadece bir araçtır. Asıl “meşruiyet” devletin demokrasi imkanına karşı harekete geçmesinin meşru görüleceği ilan edilmiştir. Basın toplantısında Erdoğan’ın “hüzünlü” haliyle, Kalın ve Fidan’ın neş’eli halini karşılaştırın, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

Trump’ın 24 dakika, Erdoğan’ın bir dakika konuştuğu basın toplantısı iktidar medyasında heyecanla karşılandı. Türkiye’de “cıncık dükkanına fil gibi giren” Erdoğan’ın “uslu talebe” gibi hali hoşuma gitti. İnşallah bu hali devam eder.

Görüşmede “alıcı” rolünde Erdoğan’ın, “satıcı” rolünde Trump’ın olması beni pek ilgilendirmiyor. Bu Türkiye tarihi boyunca hep böyleydi. TBMM bütçe tarihini açın bakın, göreceğiniz şey “dış ticaret açığıdır.” Yani “çok alıyor, az satıyoruz, borçlanıyoruz”. Osmanlı bu yüzden batmıştı, Duyun-u Umumiye vergilerine el koymuştu. Cumhuriyet döneminde de devreye İMF girdi.

Bu alış verişte yolcu uçağını abartmanın alemi yok. Esas mesele Türk devletinin yüz milyarca doları silahlanmaya yatırması. Muhalefet bu konuda şaşılacak kadar sessiz. Dünya savaşı içindeyiz ve bu silahlanma hamlesi hayra alamet değil. Hele bir de Trump’ın “Rusya’dan petrol-doğal gaz alımını kes” demesi Türk devletinin Abdülhamitvari “ABD-Rusya” arasında zigzag çizme döneminin artık kesin olarak sona erdiğini, Erdoğan’ın imzaladığı ABD’den sıvı gaz alma, silahlanma anlaşmasıyla ve elbette “gizli anlaşmalarla” ABD-İsrail blokuna kapılandığını gösterdi. Nitekim Erdoğan “BM oturumunda doğru söyledi, Beyaz Saray mahkemesinde hepten şaştı.” Ağzından Gazze kelimesi bile çıkmadı.

Bunlar tamam. Gelelim “meşruiyet” meselesine. Muhalefet B.Elçi Barrack’ın “Erdoğan’a meşruiyet verdik” demesini şiddetle protesto ediyor. Çoğunun “milli gururuna” dokunmuş. Bir de “milli iradeleri” yaralanmış. Dediklerine bakılırsa “meşruiyeti Trump değil, millet verirmiş.”

Türk kamuoyunda Amerikan alerjisi hesaba katılırsa, hele Trump’ın Filistin halkına karşı soykırımın asıl patronu olduğuna dair halkın kesin kanaati düşünülürse, Trump’ın mabadı üstüne düşmesin diye Erdoğan’a sandalye yardımı yapması, elini avucunun içine alması, övmesi, ballaması Erdoğan’a halk nezdinde meşruiyet sağlamaz, İslamcısı, milliyetçisi “Reis emperyalizme teslim oldu” der.

O halde Amerikalının ağzından çıkan “meşruiyet” neyin nesi?

Şu anda Türkiye tarihinin en kritik sürecinden geçiyor. Başkan Öcalan’ın inisiyatifindeki bu süreç, O’nun terimleriyle söylersek,”norm devletle” müzakere süreci. Bu terim bir de “norm dışı devlet” olduğunu bize anlatıyor. Bunun anlamı devlet aygıtı içinde, büyüdüğünde neler olacağını tahmin bile edemeyeceğimiz bir çelişkinin varlığıdır.

Devlet içindeki çelişkiler birinin “armut”, diğerinin “elma” demesi yüzünden ortaya çıkmaz. Hatta egemen sınıfların içindeki iç pazarda oluşan rekabet çelişkileri devlette sanıldığı kadar ciddi ayrışmalara yol açmaz. Türk devletinin içindeki ayrışma, dünya çapındaki çelişkilerin yansımasıyla belirir, bu çelişkilerin keskinleşmesiyle devlet krizine yol açar. Dünya savaşı koşullarında bu kriz aşılmazsa işin sonu Osmanlı’nın sonunu getiren sonuçlar bile doğurur. Şu sıralar “devletin beka sorunu” denilen bu tehlikeye işaret eder.

ABD, Erdoğan’ı teslim alarak öyle bir “destek” vermiştir ki, bununla halka “reisinizin etrafında toplanın” diyecek halk nezdinde beş paralık değeri olmadığına göre, orduya, istihbarata ve sivil bürokrasiye “didişmeyi kesin, Avrasyacılık, TRÇ ittifakçılığı zevzekliğinden vaz geçin Erdoğan’ın etrafında, yani benim etrafımda birleşin” demiştir. Zaten der demez de bir gün önce “ABD-İsrail şer ittifakına karşı Rusya-Çin ittifakına katılalım” diyen Bahçeli komik bir şekilde “ben ticareti kastetmiştim” diyerek bir kere daha Reis’iyle birleşmiştir.

Bu durum uzun erimde dünya savaşında Türk devletinin İran’a karşı tutumunu köklü şekilde etkileyecektir. Ancak kısa erimde Erdoğan-Trump arasındaki gizli anlaşmalarda Rojava’nın nasıl bir yer aldığı en önemli meseledir. Şimdilik bu anlaşmanın Rojava’ya karşı Şara-Erdoğan kuvvetlerinin saldırmasına mı, yoksa bu konuda bir uzlaşmaya varılmasına mı yol açacağını bilmiyoruz. Durum yakın bir zamanda açıklığa kavuşur.

Yine de gerek ABD’nin, gerekse İsrail’in kumar masasında bütün sermayeyi ne idüğü belirsiz Şara’ya yatırması, “meşruiyet”le devlet bürokrasisine “birleşin” işareti veren ABD’nin, NATO yanlısı subayların zindanlarda yattığı, Erdoğan’ın hızla güç kaybettiği, ekonomik krizin derinleştiği ve halkın CHP mitinglerinde görüldüğü gibi ayağa kalktığı şartlarda ruletin Türk rengine tüm parayı yatırması da beklenemez. Üstelik böyle bir politika 60 milyona yakın Kürt halkının varlığı karşısında ABD ve İsrail için yıkıcı bir maceraya dönüşür.

O halde “meşruiyet” laflarıyla bürokrasiye verilen mesaj, esas olarak Türk iç politikasıyla ilgilidir. Devlet bürokrasisinin AKP iktidarı etrafında kenetlenmesi Erdoğan için hayatidir. Sadece yargı bürokrasisi, alanlardaki halkın baskısıyla ayrıştığı gün, halk desteğini kaybettiği gibi yargı desteğini de kaybettiği zaman, Erdoğan şu anda yürüttüğü “muhalefete karşı yargı darbesi"nde yenik düşer ve yıkılmanın eşiğine gelir.

Eğer Trump’ın Erdoğan’a desteği, dediğim gibi, halkın baskısına üstün gelir ve devlet içindeki çelişkilere rağmen ayrışmayı önlerse, rejim yıkılacağını anladığı anda onun “seçimsiz diktatörlüğe” yönelmesine imkan verecektir.

Buradan çıkan sonuç şudur: “Barış ve Demokratik Toplum Süreci"nde yaşanan belirsizliklere zaman kaybetmeden son verilmelidir. Komisyon’da “silahsızlanmanın gerçekleşmesini” sağlayacak yönde öyle demokratik adımlar atılmalıdır ki, gerillanın sivil hayata katılmasıyla bu adımlardan geriye dönüş önlensin. “Meşruiyet” teriminin anlamını yol yakınken CHP anlamalı ve “belediyeleri savunma mitinglerini Erdoğan’ın yapacağı seçime kadar uzatmanın” hem imkansız, hem de “seçimsiz diktatörlüğe” zaman kazandırmak olacağını görmeli, bütün gücüyle TBMM Komisyonu’nda muhalefeti ve samimiyse MHP’nin de katılımıyla demokratikleşme hedefinde birleştirmek için çalışmalıdır. Başkan’ın siyasi literatüre kazandırdığı “darbe mekaniği"nin tıkırdamasına ileride “meşruiyet” işareti verilmiştir. Eğer dünya savaşında ABD-İsrail yanlısı tutum alınacaksa, bilelim ki, bu tutum “demokrasi şartlarında” alınamaz.

“Meşruiyet” numarasında Erdoğan sadece bir araçtır. Asıl “meşruiyet” devletin demokrasi imkanına karşı harekete geçmesinin meşru görüleceği ilan edilmiştir.

Tıpkı darbeler öncesinde olduğu gibi.

Basın toplantısında Erdoğan’ın “hüzünlü” haliyle, Kalın ve Fidan’ın neş’eli halini karşılaştırın, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.