Erdoğan’ın Diyaneti
Cafer TAR yazdı —
- Diyanet İşleri Başkanlığı tıpkı MİT veya Jandarma gibi devletin resmi bir kurumudur ve devleti yönetenlerin kendilerine gereksinim duyduğu noktada tıpkı diğer devlet kurumları gibi kendilerine verilen emirle harekete geçmektedir.
Türkiye’de AKP öncesinde de toplumsal muhalefeti geriletmek için ideolojik kurumlar sıkça devreye sokuluyordu. Örneğin uzun bir süre toplumun önemli kesimlerince örnek öğretim kurumları olarak gösterilen Köy Enstitüleri’ni de bu kategoride değerlendirebiliriz.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında devleti yönetenler bütün ekonomiyi kapitalist modernleşme sürecine dahil edebilmek için yoğun bir toplum mühendisliği sürecine girmişlerdi. Bunun için her şeyden önce sermayeye ihtiyaçları vardı, bunu bir ölçüde gayri Müslimlerin mallarına çökerek, bunun yetmediği yerde ise içerde sömürüyü artırarak sağlamaya çalıştılar.
Fakat sadece para bulmak yetmezdi; bunun yanı sıra ülke insanını da modern kapitalizmle uyumlu hale getirmek gerekiyordu. Dönemin geleneksel toplum yapısına sıkı sıkıya bağlı insanlar bu halleriyle ne kapitalizmin gereksinim duyduğu tüketici ne de üretici olamazlardı.
Bu noktada dönemin iktidar sahiplerinin elinde bir ideoloji ve bununla uyumlu kurumlar olmalıydı. Bu değerlendirme onları hızla gerekli adımları atmaya zorladı. Eğitim kurumlarının tamamı bu noktada yeniden tanımlandı. Özel kişilerin ellerinde yeterince sermaye olmadığı için devlet içerden zorla topladığı paralarla “Sümerbank, Eti Maden İşletmeleri” gibi fabrikalar açtı.
İnsanlar hızla geleneksel yaşam alanlarından ve geçmişin yaşam biçiminden koparılmaya çalışıldı. Cumhuriyet’le birlikte birçok kurum da ortaya çıktığı ve bunlar toplum yaşamından nispeten olumlu bir işlev gördüğü için insanlar Cumhuriyet’e bir dönem sempati ile baktı.
Fakat bir süre sonra işler başkalaştı; istenilen sermaye bir ölçüde toplanmış, Türkiye NATO üzerinden Batı dünyasına bağlanmış ve toplumun önemli bir kesimi mal ve hizmet üretimi üzerinden kapitalist üretim ilişkilerine dahil edilmişlerdi.
Bu iki şeyi birlikte getirdi; toplum bir yandan modern kapitalist üretim ilişkileri içerisinde gerek üretici ve gerekse de tüketici olarak yer alırken, diğer yandan da dünyada ortaya çıkan sol dalganın ve Sovyetler Birliği’nin varlığı nedeniyle daha fazla demokrasi ve refah talep etmeye başlamıştı.
Dönemin yöneticileri kapitalist üretim ilişkilerinin önünü açabilmek için o dönemin koşullarında dinsel alanı kontrol altına almak istiyorlardı. Halk arasında yaşayan din, yeni kurulan devletin dünya görüşü ve gelecek planlaması ile uyumlu değildi.
Bu noktada Kemalistler dinsel kurumları kontrol altında tutmak ve gerekirse dinin günlük yorumuna müdahil olabilmek için 429 sayılı kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdular. Böylece din resmi olarak devletin hizmetine girmiş oldu.
Dikkat ederseniz Diyanet İşleri Başkanlığı muhafazakâr hükümetler döneminde değil; sözde ilericiler döneminde kurulmuştur. Şimdilerde Hükümet/Diyanet ilişkilerini eleştirenler bilmeliler ki, bu ilişki modelini Erdoğan icat etmedi, aksine kucağında buldu ve sonuna kadar kullanıyor.
Eskiden de devleti yönetenler ne zaman sıkışsa Diyanet İşleri Başkanlığı devreye girerdi; bunun sebebi çok belli. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi devlet tarafından karşılanan, çalışanları memur statüsünde insanlardan oluşmaktadır. Bu kurum gücünü inancından veya inanan insanların yaptığı bağışlardan değil, bizzat devletten almaktadır.
Öyleyse devleti yönetenlerin sıkıştıklarında Diyanet’ten yardım istemelerini ve onların da koşa koşa gelmesini yadırgamamak lazım. Sonuçta Diyanet İşleri Başkanlığı tıpkı MİT veya Jandarma gibi devletin resmi bir kurumudur ve devleti yönetenlerin kendilerine gereksinim duyduğu noktada tıpkı diğer devlet kurumları gibi kendilerine verilen emirle harekete geçmektedir.
Kobanê davasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müdahil olarak yargılama sürecine katılması Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tamamen deşifre etmiştir. Sadece Kürt Müslümanlar değil, Türkiye’de yaşayan bütün Müslümanlar bu durumu şiddetle reddetmelidir. Bu noktada insanların en değerli kutsalları olan inançları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından iktidarın emrinde basit bir politik araca dönüşmektedir.
Günlük politik ihtiyaçları için; yargıyı, dinsel kurumları, üniversiteleri ve benzeri kurumları bu kadar kolay araçsallaştıran bir hükümet ve buna itiraz etmeyip hükümetle uyumlu olmaya çalışan devlet kurumları bir gün çökmeye mahkumdur.
Kobanê davasında Diyanet’ten medet umar duruma gelmiş devlet bir süre sonra yok olmaya mahkumdur. Belki sahte raporlarla insanları mahkûm edebilirler; fakat toplum nezdinde asıl mahkûm olanlar başta Erdoğan ve Diyanet olmak üzere bütün devlettir.
Mazlumun ahı indirir Şahı
Her şeyin bir vakti vardır.