Geriden daha gerilere giden bir ülke
Forum Haberleri —
- Toplumdaki ayrışma, nefret söylemleri, linç girişimleri, gerçekleşen katliamlar, çürüme halinin belirtileridir.
Şükrü GEDİK
Savaş hali yaşayan bir ülkenin ileriye dönük gelişme kaydetmesi düşünülemez.
Ülkenin siyasi geleceği hakkında ahkam kesenlerin anlamadıkları, anlamak istemedikleri, ya da anlayıp da çözmek için güç yettiremedikleri bir durumdur, savaş.
Kürtlere karşı sürdürülen bu kirli savaşın hiçbir mantığı olmadığı gibi, bu kirli işlerden beslenen bir avuç soyguncu dışında hiç kimsenin çıkarı da yoktur.
Her iktidara gelen kesim, savaşı daha fazla tırmandırmanın arayışı ve çabası içinde olmuştur.
Savaş dışındaki çözümler konusunda basiretleri adeta bağlanmış halde savaşı sürdürmeye kendilerini mahkûm etmişlerdir.
Yıllar öncesinden Yaşar Kemal’in M. Ali Birand’la yaptığı söyleşide sarf ettiği bir cümle, bugünün gerçeklerini çok çarpıcı bir biçimde dile getirmişti. ‘Savaş önce yöneticileri çürütür, sonrada toplumu çürütür’ demişti. Türkiye’nin bu günkü halini önceden görmüş okumuş ve tespitini yapmıştı.
AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin geldiği durumu en iyi izah eden Yaşar Kemal’in o cümlesinde ki kehanet gerçekleşmiş oldu.
Kin, intikam, nefret kusan siyasi yöneticilerin insanlıkla bağları kopacak kadar çürümüşlerdir.
Kürtlere karşı sürdürülen soykırım savaşının yürütücüleri duygusuz ve ruhsuzdur; ütopyalarında insanın insanca yaşamasına yer yoktur ve kan üzerine kurdukları dünyalarında kendileriyle birlikte toplumu da çürüttüler.
Toplumdaki ayrışma, nefret söylemleri, linç girişimleri, gerçekleşen katliamlar, çürüme halinin belirtileridir.
Zırhlı askeri araçların altında ezilen çocukların sadece sayılardan ibaret olduğu, hiçbir refleksin gelişmediği toplumu başka nasıl tanımlaya biliriz ki?
Ülkede yaşanan kötü gidişata tepki gösteremeyen toplumda yaşamak bir yana, nefes almak bile imkansızdır. Bırakalım insanı; hayvana, doğaya karşı işlenen suçlar bile insanı insanlığından utandırmaktadır.
Kürdistan’da yaşanan olaylara siyaseti katmadan, algı yaratmadan, önyargılarla hareket etmeden sadece ahlaki, vicdani boyutuyla sağduyulu yaklaşmak, aklı selim insanın hissiyatıyla meseleyi anlamak bile çözüm üretir.
Mantıktan yoksun, savaş tamtamlarıyla toplumu ajite ederek varılacak durak kocaman bir hiçtir. Bunu anlamayacak kadar akılsız, görmeyecek kadar kör, duymayacak kadar sağır olamazlar.
Ancak her ne hikmetse kör bir şiddet uğruna, ülkenin ve toplumun geleceği karartılıyor.
Olaylar ve şahıslar, güncel gündemler üzerinden Kürt meselesine yaklaşmak, sorunu savaşla çözmek kadar tehlike içermektedir.
Kürt sorunu, sadece seçim süreçlerinde hatırlanan ve vaatler vererek beklenti yaratan bir konu değildir. Geçmişin denemiş yöntemlerini tekrardan denemek de fayda vermeyecektir.
Yani toplumsal bir sorunu, zor aygıtlarını kullanarak toplumu ortadan kaldırmak her açıdan körlüktür.
Gelinen noktada ana dilde şarkı-türkü söylemek bile sakıncalı hale gelmiş, suç kapsamına alınmıştır.
Dile ket vurarak, söz ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme ve eylem hakkını tanımayarak toplumsal sorunların daha da büyümesine yol açıyorlar.
İnsanın doğuştan gelen haklarını engellemek için büyük bir zulüm uygulanmakta ve toplumu buna yaşamaya mahkûm etmekteler.
Bir zümre çıkıp devletin sahibi kesiliyor ve devletin imkanlarını fütursuzca kullanıyor. Kendisi dışındaki tüm kesimlere egemenliğini dayatarak iktidarını sürdürüyor. Şiddet kullanarak, hukuksuz işler yaparak ayakta kalmaya çalışıyor. Çürüme buradan başlayarak topluma yayılıyor.
Bu günkü Türkiye’nin hali de bundan ibarettir. 18-19 yıllık AKP iktidarında Türkiye’nin geldiği nokta burasıdır. Geriden daha gerilere giden bir ülke haline geldi.
Ne kadar savaş diyorlarsa o kadar çürümeye yol açıyorlar. Bu işin diyalektiği budur.
Türkiye’de ki ‘millet’ ittifakı ve Erdoğan iktidarı topluma karşı her gün suç işliyor. Muhaliflere diş bileyip tehdit etmekte, hedef göstermekte ve gerekirse cezaevine atmaktadır. Kişiye karşı devletin bütün gücünü kullanmaktan çekinmiyorlar.
Keyfi bir yönetim anlayışı hüküm sürüyor. Bu yönetim anlayışı ile topal yürüyen demokrasiyi ortadan kaldırdılar. Kısmen de olsa gerici milliyetçi, faşist zihniyetlerine uygun bir toplum yarattılar.
Bilgi-iletişim çağında dini referans alarak biat eden ümmet yaratıyorlar. Toplumun nefes borularını böylece kesiyorlar.
Toplumsal çürüme ciddi bir tehlike olarak belirmektedir. Erdoğan sonrası bile bu tehlike devam edecek gibi görünüyor.
Gerilere savrulmuş ülkenin karnesi, uluslararası bazı istatistik verilerine de yansımaktadır. Her anlamda gerilerken, Ekonomide siyasette, bilmem nerelerde uçuştan bahsetmekten de geri durmuyorlar.
Dolar almış başını gidiyor; insanlar açım diye feveran ediyor, barınamıyorum diye parklarda yatıyor, karşılarında teröristlikle suçlayan aymaz bir iktidar buluyor. Hanedeki telefon sayısından, piyasadaki araba miktarından toplumun refah düzeyini ölçüyorlar.
Nereden tutsan elinde kalacak sorunlar yumağından ülkenin düze çıkmasının tek şartı, çürüyen iktidardan ve çürüyen toplumdan kurtulmak gerekir. Bu da ahlaki politik toplumun gelişmesiyle mümkün olacaktır.
Demokrasiyi bir kültür olarak yaşamak, yaşamın her alanında Demokrasiyi geliştirmek zorundayız. Bundan başka çıkışın olmadığı herkesin malumudur.
En azından şu gerçeği net olarak biliyoruz: Şiddetle, baskıyla, işkenceyle, katletmeyle, zindana tıkmayla, korkutup sindirmeyle sonuç elde edilemeyeceğini; yarım yüzyıla varan Kürt özgürlük mücadelesine dayatılan soykırım ve imha savaşından deneyimlemiş bulunuyoruz.