Hakikati kuşanmalı!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Topluma burun kıvıran, onu geri gören üstenci bakışlarımızın yanı sıra Jakobenist anlayışlarımız sonucu toplum, devletçi sistemin müdahalelerine açık hale düşürüldü, biata zorlandı. Buradan hareketle dönemin hakikati olan ortak yaşamı kuşanmamız gerekiyor.

Alevi hareketlerinin 10 Aralık Kadıköy mitingine Aleviler dışındaki kesimlerin ilgi gösterdiklerini söyleyemeyiz. Halbuki, “Laik Eğitim, İnsanca Yaşam ve Demokratik Türkiye” şiarıyla gerçekleştirilen bu mitinge toplumun her kesiminden insanların sahip çıkması, söyleyecek sözünü esirgememesi gerekiyordu.

Mitingin bir gün öncesinde İstanbul Valisi, Alevi kurum temsilcileri ile kanaat önderleriyle bir toplantı yapar. Toplantıya Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’da katılır. Toplantıdan sonra Cem Vakfı, şubelerine mitinge katılmayacaklarının mesajını çeker. Belli ki devlet her zaman olduğu gibi 10 Aralık mitinginin zayıf geçmesi, aynı zamanda kendisine bağlı Alevi kurumlarının Demokratik Türkiye şiarının seslendirileceği mitinge katılmaması ve dayatması içinde olmuştur. Bu durum devletin örgütlü Alevi gücünden korktuğunu göstermektedir. Bununla birlikte devlet, kendisine bağlı ve kendisine yedeklediği Alevi kurumlarını, Alevilere dönük sürdürmek istediği kültürel soykırım kıskacında tutmak, örgütlü Alevi gücünü dağıtmak, Alevileri ortak hareket etmekten alıkoymak istiyor. 2022 sonbaharında Kültür Bakanı’na bağladığı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı üzerinden Alevileri başkalaştırma ve kendi hakikatine yabancılaştırmanın siyasi, kültürel ve inançsal kırımda böl, parçala ve yönet hamlelerini önümüzdeki süreçte çokça devreye sokacaktır. Zaten ÇEDES projesi ile çocuklarımızın aklını ve bilincini çelerek gelecek on yıllarımızı karartmak isteyen bu nahak zihniyet, Alevileri bölmenin, parçalamanın ve yönetmenin taktikleri ile bugünü gelecek on yıllara taşırmaya bakmaktadır.

Dün olduğu gibi bugün de kendisine devrimciyim, sosyalistim, demokratım diyenlerin bu sürece sessiz kalmaları, gerekli tepkiyi vermemeleri, toplumla ilişkilenmekten kaçınmaları iktidarın işini kolaylaştıran olmaktadır. Bunun en önde gelen sebebi bu kesimlerin insan toplumsallığının hakikatini görmek istememeleri, inanca ve dine dar, sekter yaklaşmaları ve bu toplumsallığı geri görmelerindendir. Bununla da kalmayıp, kendisini eksiksiz, ideal bir kişi, insan üstü meziyetleri ve becerileri olan birisi görürken, inançlı toplum kesimlerini hakir gören, hiçleştiren ve ötekileştiren anlayışlarımız nedeni ile bizler toplum dışılığına savrulduk. İnsanı iyide, doğruda ve güzelde buluşturma, hak, adalet ve barışı sağlama iddiasıyla ortaya çıkan inançsal hareketlerin güçlü maneviyatlarını, tarihe ve topluma mal olmuş demokratik kültürlerini esas almak, herkesten çok insanlığın evrensel kurtuluşunu savunanların işi olmalıydı.

İnsanlıktan sapma olan devlet henüz ortaya çıkmazdan binlerce yıl öncesinde, insanlık Güneş kozmogonisinin döngüselliği ile kendi yaşam ritmini şekillendirmeye çalışmasıyla doğa inancı yaşanır olmuştur. Aradan geçen on binlerce yıla rağmen, bu otantik doğal inanç, insanlığın kök hücre değerlerini günümüzde de yaşatmaya devam ediyor. İnsanın kök hücresi değerleri evrensel değerlerdir. Bu değerler tüm insanlığın hak arayışının değerleri olduğu kadar gezegenimizdeki canlı cansız tüm varlıkların çokluk içinde birlik yasasının değerleridir. Evrensele ulaşma, enternasyonalist olma arayışımız, bizi bu tarihsel, toplumsal ve kültürel değerlerimize sırtımızı dönmemize neden oldu. O nedenle büyük kaybettik.

Devlet ve iktidarların ortaya çıkması sonrasında yaşanan toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik sorunlara karşı peygamberler, insanlığın bu kök hücresi değerlerini egemenlikçi sisteme karşı toplumun haklarını savunmak için ortaya çıkmışlardır. Doğal ve demokratik inancın değerlerini bayraklaştırarak toplumun haklarını savunan bu tarihi şahsiyetler sonrasında, inançlar dine dönüşerek meşru savunmalarını egemenlikçi sisteme karşı geliştiremedikleri için devletçi sistemin ve iktidarların ideolojik aygıtları durumuna düştüler. Egemenler bu ideolojik aygıtlarla toplumda rızalık üretmeye ve yönetmeye çalışırlarken, bizler dinin toplumdaki güçlü konumunu görmeme, inkâr etme, küçümseme ve hakaretvari söylemlerle bu geniş toplumsal kesimlerle ilişkilenmekten kaçındık. Biz kiliseye gitmeyince Hristiyanlık mezhepleri gelişti. Camiye gitmeyince tarikatlar ve dini hareketler yaygınlaşıp toplumu karabasan gibi sardı. Bizler Cem evlerine, dergâhlara gitmeyince, Kemalizm ve ulus devletin bürokrasisi bu mekanlara giderek, kadım inancımıza yabancılaşmayı ve başkalaşımı dayattı. Bütün bunların sonucunda, bizim toplumla bağımız koptu, toplum sosyolojisinin değişime uğratılması süreçlerinin seyircisi olduk. Halbuki sosyalizm bizatihi insan toplumsallığın hakikati olmaktadır. Toplumun hakikatini ötelemek ve bastırmak değil, özgücüne dayanarak kendi hakikatini yaşamanın ve yaşatmanın sosyal bilimidir. Topluma rağmen toplumu yönetmek değil, toplum dinamiklerinin öz güç üzerinden kendisini yönetmesinin sistemidir.

Bu gerçeğe rağmen topluma burun kıvıran, onu geri gören üstenci bakışlarımızın yanı sıra Jakobenist anlayışlarımız sonucu toplum, devletçi sistemin müdahalelerine açık hale düşürüldü, biata zorlandı. Buradan çıkaracağımız dersten hareketle dönemin hakikati olan ortak yaşamı kuşanmamız gerekiyor. En çok da Alevilerin savunması ve bilince çıkarması gerekiyor. Çünkü başta Raa/Reya Heq süreği olmak üzere Aleviler tarih boyunca ezen-ezilen, yöneten- yönetilen olmaksızın tarihsel hakikatlerini sürdürmüşlerdir. Dikey olmayan yatay Ocaklar sistemi ile “El ele, el Hakk’a” diyerek hiyerarşiyi ret etmişler. Jiyar û diyarlarıyla ekolojist demokrasiyi yaşamış. Aşiretler konfederasyonu ile dillerini, kimliklerini, kültürlerini ve inançlarını korumuş, bugünlere taşırmışlardır. Bu tarihsel hafızamız; kaba ulusçuluk ve ulus dini kültürel soykırımla dilimizi, kültürümüzü ve inancımızı kırıma uğratmaya çalışırken, bizlerde demokratik ulus paradigmasıyla toplumun farklı kesimlerinin demokrasi mücadelesinde yerimizi almalıyız. Bizi siyasetin ve politik süreçlerin dışına itenlere inat demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü perspektifi kuşanarak politik sürecin öznesi olabilmeliyiz. Mazdek, Babek, Hürrem, Hallac-ı Mansur, Nesimi, Pîr Sultan, Baba Ishak, Bedrettin, Zarife ile Alişer ve Sey Rıza, zalimlere karşı hakikatin arayışında topluma öncülük ve önderlik ettikleri için bizim tarihsel hafızamızda yer almaktadırlar. Onların deneyim ve birikimleri üzerinden bugünün direniş ve itiraz hareketi olabilirsek siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal aydınlanmayı da gerçekleştirmiş oluruz.   

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.