İki Arap kadın, tutucu güçlerin kâbusuydu

Dosya Haberleri —

MEGHAN BODETTE

MEGHAN BODETTE

  • Hesekê’de katledilen iki Arap kadının Irak sınırına yakın Tel Şayir’den olmaları önemli bir detay. Bu bölge, Rojava’daki Kürt kadın hareketinin fikirlerinden doğrudan etkilenmemişti ve bu iki Arap kadın, bölgeleri açısından yeni olan bu fikirleri toplumlarına anlatmak için öncü rolü üstlenmişti. Bu tutum, oldukça cesur ve önemli bir tutumdu. Bence bu kadınların yaptığı şey, bölgenin dört yanını saran tutucu güçlerin en büyük kâbusuydu.”

 

EYLÜL DENİZ YAŞAR

 

Meghan Bodette’nin öncülük ettiği “Kayıp Efrîn Kadınları” araştırma projesi, Kuzey ve Doğu Suriye’nin Türk ve çetecilerin işgali altında bulunan kenti Efrîn’deki kadın düşmanlığını gözler önüne seren raporlar yayınladı.

Bodette ile projenin motivasyonunu ve Türkiye ve desteklediği grupların kadın düşmanlığına dair ortaya çıkan gerçekleri konuştuk.

 

‘Kayıp Efrin Kadınları’ projesine, Türkiye’nin ve desteklediği Suriyeli silahlı unsurların Efrîn’de kontrolü ele geçirdiği 2018 yılında başladınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Türkiye’nin Efrîn işgali başladığında kadınların özel olarak hedef alınabileceğine dair şüpheleriniz mi vardı?

Efrîn’de o dönemde anaakım medyanın, hükümetlerin ya da insan hakları örgütlerinin hiçbir şekilde görmediği birtakım gelişmeler vardı. Efrîn 2012 yılından itibaren Özerk Yönetim tarafından yönetiliyordu ve Kürtler, Êzîdîler ve diğer halklar güvenli bir ortamda yaşıyordu. Saldırılar, bu halkları hedef alan açık bir etnik temizlik girişimiydi. Bu saldırılar ama bir yandan da Efrîn’deki kadınların kazanımlarını hedef alıyordu. Keza oradaki kadınlar, kurumlara oldukça yüksek düzeyde katılım gösteriyordu.

Hem Türkiye hem de Suriye Milli Ordusu ve onlara bağlı silahlı güçler, aşırı milliyetçi ve dinci-köktenci tutumlar gösteriyor. Hedefleri, herhangi bir Kürt değil; özgür ve demokratik bir toplum yaratmak için örgütlenen Kürt kadınları, onların bu karanlık ve köktenci, tutucu dünya görüşleri açısından özellikle bir tehdit oluşturuyor. Efrîn’de Türkiye ve Türkiye destekli silahlı grupların hakimiyet kurması ardından kadınların siyasetten ve hayatın tüm alanlarından zorla izole edildiğini gördük. Bu projeyi de oradaki bu gerçekliğe dikkat çekmek için başlattık. Çünkü bu zulümler gerçekten yaşanıyordu ama kimse bunlar hakkında konuşmuyordu. Bu hakikatin sesi olmak ve medyayı, hükümetleri ve insan hakları örgütlerini kadınlara destek olmaya teşvik etmek, temel amacımız oldu.

 

Proje kapsamında yayınladığınız rapora göre 2020 yılı boyunca Efrîn’de neredeyse dört günde bir bir kadın kaçırılıyor ya da “kayboluyor”. Efrîn’de insan hakları ve kadın hakları açısından güncel durum nedir?

Bunun yanında aslında pek çok erkek ve erkek çocuğu da kaçırıldı. Silahlı gruplar, Efrîn’deki her bir sivile resmen terör estiriyor. Durum dehşet verici. Biz kadınlarla ilgili yaptığımız araştırmada hangi silahlı grupların kadınları hedef alan bu zulmün sorumlusu olduklarına ilişkin bir liste yaptık, onu da paylaşmak istiyorum:

* Türkiye destekli askeri polisler: Bunlar doğrudan Türk ordusu tarafından, kendi silahlı kuvvetlerinin imajını korumak için örgütleniyor, eğitiliyor ve finanse ediliyor. Bu grup, ciddi sayıda olayın faili durumunda.

* Hamza Tümeni: Bu grubun kadın tutsaklardan oluşan yasadışı bir hapishane oluşturduğuna dair görüntüler de geçtiğimiz yaz ortaya çıktı.

* Sultan Murad Tümeni: Bunlar da Türkiye destekli ve Türk istihbaratı ile çok yakın çalışıyorlar. Pek çok kadının kaçırılmasında sorumluluk sahibi bir grup. Bu grup aynı zamanda kız çocuklarını ve kadınları kendi üyeleriyle zorla evlendirmek üzere kaçırmak ve alıkoymak gibi çok kirli bir sicile sahip. -Ki zorla evlendirme bir savaş suçudur ve zulmün çok ciddi bir biçimidir.

* Ahrar El-Şarkîya: Kadınları kaçırmalarıyla bilinen bir başka grup. Aynı zamanda “Barış Pınarı Harekâtı” sırasında Hevrîn Xelef’i öldüren, Serêkaniyê ve Girê Sipî’nin (Tel Abyad) işgalinde de yer alan bir grup.

Bu listeden, Türkiye’ye en yakın olan grupların aynı anda kadınları en çok hedef alan gruplar olduğunu anlayabiliriz. Bu, BM’nin Suriye Bağımsız Soruşturma Komisyonu’nun hazırladığı son raporda da ele alınan bir konu. Raporda Türkiye destekli grupların işgal edilen bölgelerde kadınların evlerinden bile çıkamadığı “yaygın bir korku iklimi” yarattığı ortaya konuyor. Bu, benim Efrîn’deki insanlardan bizzat duyduğum da bir şey.

Ben kendi araştırma projemde 2018’den beri yaşanan 200’den fazla olayı belgeledim ama bu sayının çok daha fazla olduğundan eminim. Pek çok insan başlarına gelenleri açıkça konuşmaktan halen korkuyor. Bizim yaptığımız sadece yüzeyi kazımak. Türkiye’yi ve onların vekalet verdiği güçleri, işgal edilen bölgeleri kadınlar için yaşanmaz hale getirmelerinden dolayı sorumlu tutabilmek için gerçek soruşturmalara ve hesap verilebilirliğe ihtiyacımız var.

 

Türkiye, imzacısı olduğu bir dizi uluslararası anlaşmayı da işgaller sırasında ihlal ediyor. Siz Birleşmiş Milletler ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının bu konudaki tavrını nasıl buluyorsunuz? Bu kurumlar, Efrîn’de ve genel olarak Suriye’de işlenen suçlarda Türkiye’nin sorumluluğu konusunda ne gibi somut adımlar atabilir?

Her zaman aynı şeyi görüyoruz: Türkiye, kendi yasalarına da, uygulamakla yükümlü olduğu uluslararası anlaşmalarca belirlenmiş en temel insan hakları düzenlemelerine de uymuyor. Ülkedeki muhalefeti de, BM’yi de yok sayıyorlar. BM raporundan sonra dahi Suriye’de Türkiye kaynaklı insan hakları ihlallerinin devam etmesi, bu yok sayma hâlini gösteriyor.

Bence uluslararası kurumlar ve insan hakları örgütleri, Türkiye’ye bu yasaları böyle çiğnemeye devam edemeyeceğini açık bir şekilde belirtmek zorunda. Çok daha açık ve güçlü bir biçimde Türkiye’nin Suriye’de bir işgalci güç olarak uyması gereken temel zorunluluklara uymamasını kınamak durumundalar. BM’nin son raporu bu konuda iyi bir örnek ama daha fazlasına ihtiyaç var.

 

Serêkaniyê (Resulayn) ve kısa süre önce Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminde siyasi temsilci statüsünde olan iki kadın siyasetçinin katledildiği Hesekê gibi başka kentlerde de kadınlara yönelik suçlar işleniyor. (Hesekê’de Til Şeyir Beldesi Eşbaşkanı Seda Feysel El Hermas ve yardımcısı Hind Letif El Xidar, 22 Ocak’ta kaçırılarak katledildi.) Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadınlar, Rojava’da üstlendikleri öncü politik rol nedeniyle mi hedef haline geliyor?

Ben kadınların onların gücünden rahatsız olan tutucu erkekler tarafından hedef haline getirildiğini düşünüyorum. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de kadın özgürlüğü, her alanda öncelik olarak görülüyor ve bu da herhangi bir özgürlük hareketinin bu çağda elde edebileceği en büyük politik kazanımlardan biri. Hesekê’de son yaşanan trajedi, kadınların kazanımlarından duyulan korkunun geldiği seviyenin göstergesi. Katledilen iki Arap kadının Irak sınırına yakın Tel Şayir’den olmaları da önemli bir detay. Çünkü bu bölge, Rojava’daki Kürt kadın hareketinin fikirlerinden doğrudan etkilenen bir bölge değildi ve iki Arap kadın, kendi bölgeleri açısından yeni olan bu fikirleri toplumlarına anlatmak için adım atmışlardı, öncü rolü üstlenmişlerdi. Bu tutum, oldukça cesur ve önemli bir tutumdu. Bence bu kadınların yaptığı şey, bölgenin dört yanını saran tutucu güçlerin en büyük kabusuydu.

Kuzey ve Doğu Suriye’de kadınlar bir yandan Suriye Milli Ordusu, Türk hükümeti ve DAİŞ gibi güçler tarafından hedef alınıyor ama aynı zamanda tekrar tekrar gördüğümüz bir şey var: Kadınlar, direnmek konusunda ısrarcı. Bir kadın olarak şunu söylemem gerekiyor: Dünyanın her yerindeki kadınlar, Kuzey ve Doğu Suriye’deki kadınların tüm saldırılara rağmen gösterdiği cesarete ve pek çok farklı gücün tehditlerine rağmen kendi sistemlerini inşa etmek konusunda gösterdiği kararlılığa iyi bakmalı.

 

Kuzey ve Doğu Suriye, “ulusal birlik” tartışmaları bağlamında da gündem oluyor. Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, Ocak’ta verdiği röportajda Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) eşbaşkanlık sistemini değiştirmeyi hedeflediğini söyledi. Bu tartışmalara nasıl bakıyorsunuz?

Bence bu çok önemli bir soru. ENKS’nin Özerk Yönetim ve PYD’den eşbaşkanlık sistemini terk etmelerini istemesi, onların ulusal birlik tartışmalarını, oldukça ataerkil ve otoriter bir biçimde, kendi çıkarları için nasıl kullanmak istediklerini gösteriyor.

Eşbaşkanlık sistemi kadınların önemli bir kazanımı ve ENKS’nin buna karşı çıkması, sadece Kürt kadınlarının değil, Suriye’nin kuzeyindeki hiçbir kadının demokratik iradesine ve kazanımlarına saygı duymadıklarını gösteriyor. Keza eşbaşkanlık sistemi, işgalden önce Kobanê’den Efrîn’e kadar her yerde benimsendiği gibi sonrasında Dêrazor’da, Irak sınırında ve hatta yıllarca DAİŞ’in başkenti olmuş Reqa gibi yerlerde karşılık buldu; tüm farklı topluluklardan kadınlar bu sistemi benimsedi. Bu sistemi kadınlar, Özerk Yönetim’den önce adım bile atamadıkları siyasi alanlarda söz sahibi olmanın bir yolu olarak değerlendirdi. Sırf ENKS bundan hoşlanmadığı ya da bu sistemin bir partiye fazla bağlı olduğunu düşündüğü için bu sistemin kaldırılmasını istemek, Suriye’nin kuzey ve doğusundaki tüm kadınların uğruna mücadele ettiği demokratik kazanımlara yönelik bir saldırıyı ifade ediyor.

 

‘DAİŞ’in gelinleri’ anlatısı:

Kadınların DAİŞ’li olamayacağını düşünmek çok tehlikeli

“Uluslararası anaakım medyada kadın DAİŞ üyelerine dair yapılan ve onları ‘DAİŞ’in gelinleri’ ya da ‘DAİŞ’in dulları’ gibi sözcüklerle ve savaş kurbanları olarak tasvir eden haber ve yazılar, birçok yönden oldukça tehlikeli.

Her şeyden önce bu bakış, kadınların fail olamayacağı ve DAİŞ gibi bir örgüte katılamayacaklarını öne süren klişelere dayanıyor. Bu kadınların erkek DAİŞ üyelerinden daha az radikalleştikleri ve daha az tehlikeli oldukları kabulü çok yanlış ve çok tehlikeli sonuçları olabilir. Biz bu kadınların DAİŞ ideolojisine bağlı olduklarını biliyoruz. Bu kadınların çocuklarını toplumun başkalarının haklarına saygı duyan üyeleri olarak değil, özgür ve eşit bir hayat yaşama becerisinden mahrum ve DAİŞ ideolojisine uygun yetiştirmeye kararlı olduklarını da biliyoruz. Sırf kadın oldukları için, sırf doğrudan silah alıp savaşmadıkları için DAİŞ’in ideolojik ve siyasi projesine sadık olmadıklarını ve tehlikeli olmadıklarını varsayamayız. Bu varsayım, bu kadınların Irak ve Suriye’deki diğer sayısız kadına yönelik zulmün sorumluluğundan kaçmasına izin vermemize yol açıyor. DAİŞ sisteminin sürdürülmesinde bu kadınların oynadığı rolü görmezsek, bu kadınların işlediği suçları görmezsek, DAİŞ’in gerçek kurbanları olan pek çok diğer kadın ile onları ayırt etmekte de zorlanırız.

Beni her zaman şoke eden bir örnek, kocasıyla birlikte DAİŞ’e katılan Amerikalı bir kadının hikâyesi. Bu kadın, akla gelebilecek en korkunç zulümlerin faili, çünkü Êzîdî kadınların ve kız çocuklarının DAİŞ tarafından kaçırılıp köle pazarlarında satılmasına dayanan o korkunç köleleştirme sistemine katılmış biri. Bence bu kadın, silahlı bir DAİŞ’li kadar tehlikeli ve en az onun kadar DAİŞ’li. Ama bu kadın Amerika’ya döndü ve en basit terörizm suçlarıyla yargılanıyor; onun soykırım suçlarındaki rolüne, sayısız kadın ve kız çocuğuna yönelik suçlardaki rolüne bakılmıyor.

Bütün bu ‘DAİŞ’in gelinleri’ anlatısı, uluslararası bir adalete ve DAİŞ’ten zarar gören, acı çeken kadınlara yardım etmeyi sağlamıyor; bu, tam tersine yol açan zararlı bir bakış açısı.”

 

Belge ve raporlarla işgalcilerin Efrîn suçları

Efrîn’deki Türk işgalinden bu yana yaşanan insan ve kadın hakları ihlallerine ilişkin bugüne kadar pek çok rapor ve belge yayımlandı. Son günlerde yayınlanan ve Efrîn gerçeğini gözler önüne süren belgelerden bazıları şöyle:

 

* İnsan Hakları İzleme Örgütü, 3 Şubat 2021’den beri Türkiye’yi Suriye’de “işgalci güç” olarak tanımlıyor.

* Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Arap Cumhuriyeti Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu tarafından hazırlanan 14 Ağustos 2020 tarihli raporda Kuzey ve Doğu Suriye’deki hak ihlallerinin Türk kuvvetlerinin de bulunduğu yerlerde yapıldığı belirtiliyordu. Raporda, “Bu olaylara müdahale etmemekle Türk kuvvetleri, Türkiye’nin uygulamakla yükümlü olduğu insanları anlaşmalarının doğurduğu yükümlülükleri ihlal etmiş olabilir” ifadesine yer verildi.

* 28 Mayıs 2020’de aralarında yeni doğmuş bir bebeğin de olduğu kaçırılmış sekiz kadın, Hamza Tümeni’nin Efrîn’deki karargahında bulundu. Hakikat ve Adalet İçin Suriyeliler (STJ) örgütünün yayınladığı “Efrîn: Hamza Tümeni Tarafından Sekiz Kadın Nasıl Zorla Kaybedildi?” başlıklı raporda ise 24 Nisan 2016’da “üsteğmen” Saif Ebubekir tarafından Halep’in kuzeyinde kuruluşu ilan edilen Hamza Tümeni’nin Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun 2. Kolordusunun bir parçası olarak faaliyet yürüttüğü belgelerle ortaya konuldu.

* İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), 27 Kasım 2019 tarihli raporunda, Kuzey ve Doğu Suriye’de “Türk destekli Milli Ordu’ya bağlı silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen toplu infazları” belgeledi.

* Uluslararası Af Örgütü, 18 Ekim 2019 tarihli raporunda, “Türk askeri kuvvetleri ve Türkiye destekli Suriyeli silahlı gruplardan oluşan bir koalisyonun sivil yaşamlara yönelik utanç verici saygısızlıklara” imza attığını, “ciddi ihlaller ve savaş suçları işlediklerini” belgeledi.

* Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Ekim 2019’da yazdığı Arapça tweet’te, Türkiye’nin “Zeytin Dalı Operasyonu” ve “Barış Pınarı” adıyla yürüttüğü işgal operasyonlarına katılan ve kadın düşmanı birçok olayın faili olan çetecileri, “Muhammed Ordusu” olarak niteledi.

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.