İnsan hakları terk edildi

Toplum/Yaşam Haberleri —

 Nilgün Toker

Nilgün Toker

  • Akademisyen Nilgün Toker: “Özgür bir kamusal alan acilen açılmalı.  Barış, ortak yaşamı kuracak değerler ve ilkeler üzerine inşa edilirse gerçek olur. ‘Bir aradasınız’ demekle bir arada olunmuyor, bir aradalığı birlikte kurmak gerekir.
  • TİHV Başkanı Metin Bakkalcı: “Türkiye’de insan haklarına dayalı fikrin esas olarak terk edildiği bir dönem yaşıyoruz. İnsan hakları savunucuları olarak bunu önlemek için çaba sarf ettik, yeterince başaramadık.”

 

ERDOĞAN ALAYUMAT

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV), yayımladığı “İstanbul Bildirisi: Küresel İnsan Hakları Krizine Karşı Mücadele Çağrısı”, savaşların ve çatışmaların derinleştirdiği hak ihlallerine karşı güçlü bir uyarı niteliği taşıyor. Bildirinin Türkiye’ye bakan yönü ise doğrudan barış sürecine ve demokratik çözüm arayışlarına işaret ediyor. Akademisyen Nilgün Toker, “Barış yalnızca savaşmama kararı değildir, ortak yaşamı kuracak değerler ve ilkeler üzerine inşa edilirse gerçek olur” sözleriyle sürecin özüne dikkat çekiyor.

TİHV Başkanı Metin Bakkalcı ise devletlerin siyasi iradelerini geri çekmesiyle uluslararası insan hakları mekanizmalarının işlevsizleşmesinin kabul edilemeyeceğini vurguluyor: “Bunca birikim ortadayken, devletler siyasi iradelerini geri çekiyor diye uluslararası mekanizmaların biçimsel, bürokratik hale dönmesi kabul edilemez.”

TİHV’in “İstanbul Bildirisi’’, Türkiye açısından önemli mesajlar içeriyor. Özellikle çatışmaların sürdüğü coğrafyalarda sivillerin ağır bedeller ödediğine dikkat çekilmesi, Türkiye’de uzun süredir tıkanan barış sürecine doğrudan gönderme niteliği taşıyor. İnsan hakları savunucuları, devletlerin uluslararası hukuk ve kendi anayasalarındaki yükümlülüklerini yerine getirmemelerinin büyük bir sorun olduğunu vurgularken, bu durumun Türkiye’de barış ve demokratik çözüm arayışlarının önündeki en büyük engel olduğuna işaret ediyor.

Sivil alan kuşatma altında

Sivil toplumun daraltılmasına, hak savunucularının baskı altına alınmasına yönelik uyarılar da Türkiye’deki mevcut insan hakları iklimine dair önemli değerlendirmeler sunuyor. Bildiride, insan hakları savunucuları ve toplumsal hareketlerin barış ve adalet mücadelesindeki rolüne özellikle vurgu yapılması dikkat çekti.

Metnin insan hakları savunucuları uluslararası topluma açık bir çağrıda bulunuyor:

* Devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmemesi karşısında ısrarcı olunmalı,

* Her türlü “istisnacılık” reddedilmeli,

* Sosyal ve ekonomik haklar insan haklarının merkezine yeniden taşınmalı,

* Sömürgeci miraslarla yüzleşilmeli ve yeni toplumsal adalet talepleriyle alan genişletilmeli.

Bildiride ayrıca, insan haklarının yalnızca devletlerin siyasi iradesine bırakılmaması, toplumsal hareketler ve tabandan gelen güçlerle birlikte yeniden kurucu rolünün canlandırılması gerektiği vurgulandı.

 

 

Demokratik kamusal alana ihtiyaç var

Akademisyen Nilgün Toker, Türkiye’de barış süreci tartışmalarına değinerek siyaset kurumunun insan haklarını eylem kılavuzu haline getirmesi gerektiğini söylüyor. Toker’e göre, “birlikte yaşam” ancak özgür bir kamusal alan açıldığında mümkün olabilir. Toker şöyle konuştu: “Bir arada yaşamamızın önündeki engelleri açıkça tartışmaya açmak lazım. Özgür bir kamusal alan acilen açılmalı. Toplumun konuşmasına izin verilmediğinde gruplar kendi içine kapanıyor ve fikirsel geçiş olmuyor. ‘Bir aradasınız’ demekle bir arada olunmuyor, bir aradalığı birlikte kurmak gerekir.”

İnsan haklarına dayalı ortak yaşam

Toker, barış kavramının daraltılmasına karşı şu uyarılarda bulundu: “Bugün çok ağır bir şiddet dönemi yaşıyoruz ve sanki istisnai bir durumdaymışız gibi gösteriliyor. Oysa barış, yalnızca savaşmama ya da silahsızlanma kararı değildir. Bu başlangıçtır, ama barış dediğimiz şey ortak yaşamı kuracak değerler ve ilkeler üzerine inşa edilirse gerçek olur.”

Toker, sürecin gerçekçi olduğuna ancak irade meselesi olarak görülmesi gerektiğine işaret ediyor. Barış masasına oturmakla topluma açılmak arasındaki farkı şöyle dile getiriyor: “Birileri savaşmama kararı aldı ve bu iradeyle masaya oturdular. Ama devletin masasına oturmanın verdiği haz ile topluma açılmanın erdemi arasında bir gerilim olabilir. Buna dikkat edilmezse ortak toplumsallık inşa edilemez. İnsan haklarına dayalı ortak yaşam ülküsünü bütün bu tartışmaların zeminine yerleştirmekte ısrar etmeliyiz.”

 

 

Eşitlik ve özgürlük

İstanbul Bildirisi’nin altını çizdiği noktaların yalnızca küresel değil, sınıfsal bir adalet mücadelesiyle de doğrudan bağlantılı olduğuna dikkat çekiyor. Toker’e göre, insan haklarının özü “herkesin özgür olmak bakımından eşit olduğu” ilkesinde yatıyor: “Eşitliği savunmadığınız bir insan hakları perspektifi olmaz. Bu, yalnızca bir adalet talebi değil aynı zamanda bir sınıf mücadelesidir. Tarihsel olarak bütün sınıf mücadeleleri, adalet mücadelesinin ve insan hakları mücadelesinin bir parçasıdır.”

Toker, insan haklarının sınırlandırılamayacağını belirterek, özünün kavranması gerektiğini vurgulayarak şunları ekliyor: “Ben insan haklarının esasını her zaman eşitliğin savunulması olarak düşünüyorum. ‘Eşitlik ve özgürlük kavramları insanlık onurunun bir parçasıdır’ sözü, sınıf mücadelesinin de kavramıdır.”

Sendikalar ‘ücret pazarlığı’ anlayışına sıkıştı

Sendikal hareketin dar bir “ücret pazarlığı” anlayışına sıkışmasını eleştiren Toker, “Sendikalar kendilerini insan hakları mücadelesinin bir parçası olarak görmüyor. Sanki tek ihlal, ücret skalasındaki bir sorunmuş gibi yaklaşılıyor. Böyle olunca sınıfsal eşitsizliklerin esas ihlali unutuluyor” şeklinde konuştu.

 

 

İnsan hakları terk edildi

TİHV Başkanı Metin Bakkalcı ise İstanbul Bildirisi’nin küresel ölçekte bir uyarı metni olmakla birlikte Türkiye açısından da doğrudan yansımaları olduğuna dikkat çekti.

Bakkalcı, “İstanbul Bildirisi diye paylaştığımız uluslararası bir çalışma küresel ölçekte konuyu ele alıyor. Filistin’e özel atıf yapıldı. Ama Türkiye’ye gelince, insan haklarına dayalı fikrin esas olarak terk edildiği bir dönem yaşıyoruz. Türkiye’de bugün, bütün raporlarımızda ve Birleşmiş Milletler ile Avrupa Konseyi’nin ilgili raporlarında da görüldüğü gibi hakların kural olarak ihlal edildiği, istisna olarak uygulandığı bir ortam var” ifadelerini kullandı.

Bakkalcı, Türkiye’de kuralsızlığın getirdiği keyfiliğin ve belirsizlik rejiminin hüküm sürdüğünü belirterek, insan haklarına dayalı bir perspektifin yeniden hakim kılınması gerektiğini şu ifadelerle dile getirdi: “İnsan hakları savunucuları olarak bunu önlemek için çaba sarf ettik, yeterince başaramadık. Ama bu, bundan sonra da önleyemeyeceğimiz anlamına gelmez. Mesele, insan haklarını referans alan rejimlerin insan haklarının kurucu unsur olma vasfını yeniden öne çıkararak hakim olması için çaba göstermektir.”

Uluslararası mekanizmaların devletlerin asgari düzeyde siyasi irade göstermesiyle işleyebileceğini ancak devletler bu iradeyi çektiğinde sistemin çöktüğünü kaydeden Bakkalcı şöyle konuştu: “BM 1945’te kuruldu, bugün 80’inci yılındayız. Bunca birikim ortadayken, devletler siyasi iradelerini çekiyor diye uluslararası mekanizmaların biçimsel, bürokratik hale dönmesi kabul edilemez. Dolayısıyla İstanbul Bildirisi, devletlere bunu tekrar tekrar hatırlatmayı amaçlıyor.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.