İpek’in mektubu kadınlara emanet

Kadın Haberleri —

.

.

  • İpek Er’in mektubuyla kadınlara ‘davamı takip edin’ çağrısı yaptığını ifade eden İHD Eşbaşkanı Eren Keskin, “Mektup bütün kadınlara emanettir. Erkek egemen, feodal, militer anlayışınızı da değiştirin mektubudur. ‘Ölerek buna karşı çığlık atıyorum’ demektir” diye konuştu.

Kadın örgütlerinin verilerine göre, ülke genelinde kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olayları yıldan yıla artıyor. Buna rağmen AKP/MHP iktidarının gündeminde kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak var. Yaşanan vakalara bakıldığında Türkiye kentlerinden farklı olarak Kürdistan’da açığa çıkan durum, bu tür olayların faillerinin ağırlıkta asker-korucu-polis olması. Buna dair son örnek, Êlih’te 18 yaşındaki İpek Er’in Türk askeri Musa Orhan’ın tecavüzüne maruz kalması üzerine yaşamına son vermesi oldu. Er’in arkasında mektup bırakarak intihar girişimde bulunması üzerine gözaltına alınıp ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılan asker, Er’in yaşamını yitirmesinin ardından kamuoyunda gelişen tepkiler sonucu ancak tutuklandı.
Mezopotamya Ajansı Muhabiri Semra Turan, Kürdistan’da Türk kolluk güçlerinin failleri oldukları şiddet, taciz, ve tecavüzleri İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Avukat Eren Keskin ile konuştu.

90’lı yılların devamı

Êlih’in 1990’lı yıllarda kadın intiharlarının yaşandığı bir kent olduğunu belirten Eren Keskin, “O zaman uygulanan politikalarla bugünkü birbirine çok benziyor. O dönem birçok genç kadın ya kandırılarak ya da zorla askerler tarafından cinsel saldırıya maruz kalmış, yaşamlarına son vermişlerdi. Son yaşanan İpek Er’in intihar olayı da 90’lı yılların devamıdır” dedi.
Keskin, 1997’den bu yana devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye maruz kalan kadınlara avukatlık yapan bir kurumun üyesi olduğunu hatırlatarak, “700’e yakın kadın müvekkilimiz var. Bunların büyük bir bölümü Kürt kadınlarıdır. Kürdistan’da yapılanlar savaş politikası olarak uygulanan yöntemlerden biridir. Coğrafyamızda çatışmalı ortamlarda en büyük mağduriyeti kadınlar yaşıyor. Çözüm sürecinde bu durum azalsa da güvenlik ve çözümsüzlük politikalarının yeniden devreye girmesiyle birlikte kadınlara yönelik bu mağduriyetler de maalesef yeniden yaşanmaya başladı” diye konuştu.
 
En büyük delil, mektubu

Sözde namus anlayışının kadınları intihara sürüklediğine dikkat çeken İHD Eşbaşkanı, İstanbul Sözleşmesinin bu bağlamda önemini vurguladı: “Batman’daki olay, İstanbul Sözleşmesi’ni savunmamızın ne kadar haklı bir talep olduğunu gösteriyor. Çünkü kadın hem cinsel saldırıya maruz kalarak mağdur oluyor hem de yaşadığı mağduriyet nedeniyle kendisini topluma ve ailesine karşı suçlu hissediyor. Aile ve toplum baskısı atında yaşıyor. İstanbul Sözleşmesi bu anlayışı kırmak üzere devletlere görevler veriyor. Yani ‘kadın ile erkek arasındaki her türlü ayrımcılığı, sözde namus anlayışını kıracaksınız’ diyor. Sözde namus anlayışıdır kadınları intihara sürükleyen. İpek de önce mücadeleye karar veriyor, suç duyurusunda bulunuyor. Ancak suçlu serbest bırakılıyor. İpek intihar ediyor. Ancak ölmeye karar verdiğinde dahi mücadele edilmesi için mektup bırakıyor. Bu dosyanın en büyük delili İpek’in bıraktığı mektubudur. İpek’in gerçek ifadesi mektupta yazılı.” 
 
Bütün kadınlara emanet

Keskin, İpek Er’in mektubuyla kadınlara bir mesaj verdiğini, ‘davamı takip edin’ çağrısı yaptığını ifade ederek, devamla, “Mektup bütün kadınlara emanettir. Mektup aynı zamanda erkek egemen, feodal,  militer anlayışınızı da değiştirin mektubudur. ‘Ölerek buna karşı çığlık atıyorum’ demektir. Ancak ne yazık ki İpek ölümüyle kamuoyunun gündemine girebildi. Kadına yönelik şiddetin gündeme gelmesi için maalesef kadınların ölmesi gerekiyor. Bunu bir kez daha görmüş olduk. Çünkü ölümünün ardından verilen tepkiler üzerine sanık suçlu Musa Orhan tutuklandı” dedi. 

  • Keskin: “Bu coğrafyada hak savunuculuğu çifte standartlıdır. Örneğin İstanbul’da bir kadına saldırı olduğunda haklı olarak bütün hak örgütleri, kadın örgütleri karşı çıkıyor. Ama Kürdistan’da yaşanan kadına yönelik şiddet olaylarında ne yazık ki Kürt kadınları tek başına bırakılıyor.”

Kürt kadınlar yalnız bırakılıyor

‘Bu coğrafyada hak savunuculuğu çifte standartlı” diyen Keskin, düşüncesine şöyle açıklık getirdi: “Örneğin İstanbul, İzmir, Ankara’da bir kadına saldırı olduğunda haklı olarak bütün hak örgütleri, kadın örgütleri karşı çıkıyor. Ama Kürdistan’da yaşanan kadına yönelik şiddet olaylarında ne yazık ki Kürt kadınları tek başına bırakılıyor. Türk kimlikli tüm hak mücadeleleri maalesef resmi ideolojinin dayattığı kalıpları yıkamıyor. Belki de İpek’in mektubu bütün bunlara karşı ve gündeme girebilmek için bir çığlıktı.”

  • Türkiye’de bugüne kadar devlet güçleri tarafından kadınlara yönelik suç işleyen faillerin yargılanmadığını belirten Keskin; “1990’lı yıllarda Musa Çitil, şu an ise Musa Orhan gibi isimlerle yeniden gündeme geliyor. Ne tesadüf ki isimler dahi değişmiyor” dedi.

Dün Musa Çitil, bugün Musa Orhan

Bugün yaşananların 1990’lı yıllarda yaşananlarla benzer olduğunu ifade eden Keskin, ”1990’lı yıllarda Musa Çitil, şu an ise Musa Orhan gibi isimlerle yeniden gündeme geliyor. Ne tesadüf ki isimler dahi değişmiyor. Musa Orhan da geleceğin Musa Çitil’idir. Musa Çitil de 1990’lı yıllarda Mardin bölgesinde çok sayıda kadına yönelik cinsel işkence olayının faili ve karar vericisidir. Ş.E.’ye tecavüz olayı ile ilgili 400’e yakın askere dava açılmıştı. Bu davayı açan bir kadın savcıydı. Anında sürgüne yollanmıştı. Daha sonra askerler hakkında beraat kararları verildi. Musa Çitil ödüllendirildi, rütbeleri artırıldı. Sur olaylarında komutan olarak karşımıza çıktı. Türkiye’de bağımsız bir yargı olduğuna inanmıyorum. Türkiye ne kendi iç hukukunu ne de uluslararası hukuku işlemiyor. Özelikle de söz konusu devlet güçleri için bu konuda daha dikkatli olunuyor. Bağımsız bir yargıdan bahsedemeyeceğimiz için Musa Orhan’ın yargılanması sırasında eminim ki değişik belgeler ve ifadeler tanıklar çıkarırlar. Çünkü artık İpek’in kendisini korumak gibi bir şeyi kalmadı. Dilerim yargı beni yanıltır, Musa Orhan hak ettiği cezayı alır. Ancak yine de umutlu değilim. 
 
İpek’in başvuracağı kurum bırakmadılar

Eren Keskin, Semra Turan’ın Kürdistan’da kadınlara yönelik izlenen özel politikanın kadınları nasıl etkilediği yönündeki sorusuna ise şu cevabı verdi: “Kadına yönelik şiddet politiktir dememizin nedeni de tam da budur. Uygulanan politikalarla kadına yönelik uygulanan şiddet birebir etkilidir. Devletin bu durumu meşrulaştırmasından kaynaklı elbette şiddet de artıyor. Bu aynı zamanda kadın kurumlarına da bir şiddettir. Çünkü özelikle kayyum politikalarıyla Kürdistan’da bütün kadın kurumları kapatıldı. Kapatılmamış olsaydı İpek o kurumlardan birine gidecekti. Oradaki kadınlara yaşadıklarını anlatacaktı. Kurumdaki kadınlar da İpek’in yaşadıklarından kaynaklı kendisinin suçlu olmadığını, failin suçlu olduğunu söyleyecekti. Belki İpek o zaman intihar etmemiş olacaktı. Çünkü ipek kendisini kimsesiz ve çaresiz hissetti. Başvurabileceği kurumlar kapatıldı.”
 
İşkence bir devlet politikası

Muhabirin, “Bugüne kadar Kürt illerinde devlet güçleri tarafından kadınlara yönelik suç işleyen faillerin yargılanmadığı” yönündeki paylaşımlarını hatırlatması üzerine Keskin, şunları söyledi: “Türk yargısının son derece erkek egemen, militer ve feodal değer yargılarına sahip olduğu açıktır. Yıllar önce hemşire bir kadın, coplu tecavüze maruz kalmıştı. Ve ülkenin bakanı şöyle bir açıklama yapmıştı; “Copa ne gerek var, taş gibi erkek polislerimiz var.” Bu anlayış çok egemen bir anlayıştır. Musa Orhan olayında da İçişleri Bakanı, gerçek suçluyu gözden kaçırıp başka şeyleri öne süren açıklamalar yaptı. Bu bir bakış açısıdır. İşkence bir devlet politikasıdır ve sistematik bir biçimde yapılıyor. Sadece bunu yapan suçlu değildir. Onları sorgulamayan, cezalandırmayanlar da suçludur.

Daha çok dayanışma

Keskin son olarak kadınların şiddet görseler ve ölseler dahi mücadeleden vazgeçmeyeceğini belirterek, bu nedenle daha çok dayanışması gerektiğini vurguladı.

HABER MERKEZİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.