İslamcıların gerçek düşmanı ‘ahlaksız’ kültürümüz*

Forum Haberleri —

.

.

  • Ayetullah Humeyni onlarca yıl önce şöyle yazmıştı: “Biz yaptırımlardan korkmuyoruz. Askeri işgalden korkmuyoruz. Bizi korkutan, Batı ahlaksızlığının istilasıdır.”

Slavoj Žižek

Ayetullah Humeyni bir keresinde şöyle yazmıştı: “Biz yaptırımlardan korkmuyoruz. Askeri işgalden korkmuyoruz. Bizi korkutan, Batı ahlaksızlığının istilasıdır.” Ve Taliban’ı besleyen de bu korku.

Birkaç gün önce Katar’daki Hamad Uluslararası Havalimanı, Singapur’daki Changi Havalimanı’nı geçerek dünyanın en iyisi ilan edildi. Ancak Hamad’daki lüks olanaklarla ilgili haberler, Kabil havaalanında olup bitenlerin gölgesinde kaldı: Umutsuzca ülkeyi terk etmeye çalışan binlerce insan, havalanan uçaklara asılıp ve havalandıktan sonra düşen insanlar… Sanki eski sömürgecilik karşıtı slogana yapılan ironik eklemeye dair son bir trajik örneğe tanık oluyoruz: ‘Yankee evine git!’ – ‘Yankee eve git… giderken beni de götür!’

Taliban’ın kendisi için de sürpriz olmuş olması gereken asıl muamma, Afgan ordusunun direnişinin ne kadar çabuk eridiği. Binlerce insan umutsuzca ülke dışına giden bir uçağı yakalamaya çalışıyorsa ve kaçmak için hayatlarını riske atmaya hazırsa, bu insanlar, neden Taliban’a karşı SAVAŞMADILAR? Neden savaşta ölmek yerine gökten düşmeyi tercih ediyorlar?

Kabil havalimanını dolduranların yozlaşmış Amerikalı işbirlikçi azınlık olduğunu söylemek kolay bir cevap olur… Peki ya korkmuş durumda evde kalan binlerce kadın? Onlar da mı işbirlikçi?

Gerçek şu ki, ABD’nin Afganistan’ı işgali, kademeli olarak, birçok kadının eğitim aldığı, çalıştığı ve haklarının farkında olduğu ve ayrıca önemli bir bağımsız entelektüel hayata sahip olduğu bir tür laik sivil toplum yarattı.

Goran Therborn birkaç yıl önce Batı Marksizmi üzerine bir konuşma yapmak için Kabil ve Herat’ı ziyaret ettiğinde, organizatörleri şaşırtacak şekilde yüzlerce insan geldi etkinliğe.

Evet, Taliban şimdi her zamankinden daha güçlü, Batılı güçlerin ülkeyi onlardan kurtarmak için Afganistan’a geldiği 20 yıl öncesine göre daha güçlü, bu da tüm operasyonun boşuna olduğunu açıkça gösteriyor, ancak bu nedenle müdahalelerinin (amaçlanmamış–en azından kısmen–olan) ilerici sonuçlarını görmezden mi gelmeliyiz?

Yanis Varoufakis yakın tarihli bir tweet’te bu zor noktaya değindi: “Liberal-yeni muhafazakar emperyalizmin kesin olarak yenilgiye uğratıldığı gün, DiEM25’in aklı Afganistanlı kadınlarda. Onlarla dayanışmamız muhtemelen kendileri için çok az şey ifade ediyor, ancak en azından şu an için sunabileceğimiz tek şey bu. Dayanın kardeşlerimiz!”

Onun tweet’inin iki bölümünü nasıl okuyacağız, yani liberal emperyalizmin yenilgisinin neden kadın (ve diğerlerinin) haklarının gerilemesi ile birlikte geldiğini? Bizler (kendimizi yeni-sömürgeci emperyalizmin küresel sol muhalifleri olarak görenler), küresel liberal kapitalizmin büyük bir yenilgiye uğraması için Afgan kadınlardan haklarını feda etmelerini istemeye hakkımız var mı?

Varoufakis, kadınların kurtuluşunu anti-emperyalist mücadeleye tabi kılmakla suçlandığında, tweet ile cevap verdi: “Yeni muhafazakar emperyalizminin Kadın Düşmanı İslami Köktenciliği (KDİK) güçlendireceğini doğru bir şekilde öngördük. Onun yüzünden! Yeni muhafazakarlar nasıl tepki verdi? KDİK’nin zaferinin suçunu bize yıkarak. Hem savaş suçlusu hem de korkaklar.”

Suçu yeni muhafazakarlara yüklemeyi biraz sorunlu bulduğumu söylemeliyim: Yeni muhafazakarlar, Taliban ile kolayca ortak bir dil buluyorlar – Trump’ın Taliban’ı Camp David’e davet ettiğini ve onlarla ABD’nin kapitülasyonuna giden yolu açan bir anlaşma yaptığını unutmayın.

Ayrıca, Kabil’in düşüşüne, onu Batı’nın seküler aydınlanma ve bireyci hedonizm geleneğinin nihai yenilgisi olarak gören yeni muhafazakar tepkiler zaten var… Hayır, İslami köktenciliği güçlendiren yeni muhafazakarlar değildi bu tepkiyi verenler. Bu köktencilik, Batı liberal laikliği ve bireyciliğinin etkisine tepki olarak büyüdü.

Ayetullah Humeyni onlarca yıl önce şöyle yazmıştı: “Biz yaptırımlardan korkmuyoruz. Askeri işgalden korkmuyoruz. Bizi korkutan, Batı ahlaksızlığının istilasıdır.” Humeyni’nin korkudan, Batı’da bir Müslümanın en çok korkması gereken şeyden bahsederken söyledikleri, harfi harfine doğrudur: Müslüman köktencilerin ekonomik ve askeri mücadelelerin acımasızlığıyla herhangi bir sorunu yoktur, onların gerçek düşmanları Batı’nın ekonomik yeni sömürgeciliği ve askeri saldırganlığı değil, “ahlaksız” kültürüdür.

Birçok Afrika ve Asya ülkesinde, eşcinsel hareketi aynı zamanda kapitalist küreselleşmenin kültürel etkisinin ve onun geleneksel sosyal ve kültürel biçimlerin altını oymasının bir ifadesi olarak algılanır, dolayısıyla eşcinsellere karşı mücadele, sömürge karşıtı mücadelenin bir yönü olarak ortaya çıkar.

Aynı şey örneğin Boko Haram için de geçerli değil mi? Üyeleri için, kadınların kurtuluşu, kapitalist modernleşmenin yıkıcı kültürel etkisinin en görünür özelliği olarak ortaya çıkıyor, bu nedenle Boko Haram (adı kabaca ve manidar bir şekilde ‘Batı eğitimi, özellikle de kadınların eğitimi haramdır,’ şeklinde tercüme edilebilir) cinsiyetler arası ilişkilere hiyerarşik bir düzenleme dayatarak kendisini modernleşmenin yıkıcı etkisine karşı savaşan bir fail olarak algılayabilir ve tasvir edebilir.

Muamma şu: Sömürgeciliğin sömürü, tahakküm ve diğer yıkıcı ve aşağılayıcı yönlerine şüphesiz maruz kalan Müslümanlar, ona olan tepkilerinde neden Batı mirasının (en azından bizim için) en iyi kısmını, yani eşitlikçiliğimizi ve sağlıklı bir doz ironiyi ve her türden otoriteyle alay etmeyi de içeren kişisel özgürlüklerimizi hedef alıyorlar?

Açık cevap, hedeflerini bilinçli bir şekilde böyle seçmiş oldukları. Liberal Batı’yı onlar için bu kadar katlanılmaz kılan şey, yalnızca sömürü ve şiddete dayalı tahakküm pratikleri değil, aynı zamanda, yaraya tuz basarcasına, şu acımasız gerçekliği kendi karşıtı kisvesi altında sunmasıdır: Özgürlük, eşitlik ve demokrasi.

O halde Marx’ın can alıcı dersini yeniden öğrenmeliyiz: Gerçek kapitalizm kendi kurallarını (‘insan hakları ve özgürlükleri’) sistematik olarak ihlal ediyor. İnsan özgürlüklerini kutlayan modern çağın başlangıcında, kapitalizmin, sömürgelerinde köleliği yeniden canlandırdığını hatırlayın sadece…

Ama kapitalizm aynı zamanda kendi ikiyüzlülüğünü ölçecek standartları da sağladı, bu yüzden ‘insan hakları sömürünün maskesinden başka bir şey değil, insan haklarını boş verelim’ dememeliyiz, onun yerine: ‘İnsan haklarını, insan hakları ideolojisini kuranlardan daha fazla ciddiye alalım!’ demeliyiz. Sosyalizmin anlamı en başından beri buydu.

Peki Amerikalılar [Afganistan’da] ne yapmalıydı? Evet, işleri berbat ettiler ama bunu yaptıktan sonra yarattıkları karışıklıktan öylece kaçma haklarını da kaybettiler. Kalmaları ve farklı davranmaya başlamaları gerekirdi. Nasıl? Küvetteki kirli suyu atarken, içindeki temiz ve sağlıklı bebeği de kaybetmemeye dikkat etmemiz gerektiğine dair iyi bilinen metaforu tersine çevirerek bitirmeme izin verin.

İnsan hak ve özgürlüklerini yoksul ve kirli Üçüncü Dünya ülkelerine yaymaya yönelik Batı müdahalelerinin sefil bir şekilde başarısız olduğunu anladıktan sonra ırkçılar şunu yapıyor: Tamam, o halde laik demokrasi için yeterince olgunlaşmamış Üçüncü Dünya insanlarından oluşan kirli suyu insan hakları ve özgürlükler küvetinden atalım ve saf beyaz bebekle kalalım…

Belki de tam tersini yapmalıyız: Saf beyaz bebek [fikriyatını] atıp ve Üçüncü Dünya’nın (sadece sempatimizi ve hayırseverliğimizi değil, gerçekten de insan haklarını hak eden) yoksul ve sömürülenlerinden oluşan kirli suyu kaybetmemeye dikkat etmeliyiz.
www.rt.com Çeviri: Serap GÜNEŞ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.