Kadınların sesi Meclis’te çoğalacak

Dosya Haberleri —

Ayşegül Doğan

Ayşegül Doğan

  • Ayşegül Doğan Şırnak’tan üçüncü sıra adayı. Bayramda baba ocağına gelmiş. Cizreliler umutla, şefkatle, sevinçle bağrına basıyor onu. Röportaj yapmak için Doğan Sokak’taki evine gidiyoruz. Burası onun büyüdüğü yer. Babasının artık eczane olarak faaliyette bulunan avukatlık bürosunu gösteriyor.
  • "Avluda çatışma seslerini dinlerken silah seslerinden hangisinin çatışma, hangisinin saldırı olduğunu anlayabiliyorduk. Her şeye rağmen orada yaşamak çok güzeldi. Keşke yeniden o günlere dönebilsek diyorum. Evet, saldırılar çoktu ama direniş de bir o kadar görkemli ve hakikiydi. Buradaki yıllar babamın yolunu gözleyerek geçiyordu.” 
  • "Şu ana kadar gazeteci olarak yaptıklarımı, bir kadın olarak yaptığımı, siyasi bir aileden gelip o geleneğe öyle bir belleğe sahip biri olarak o belleği de Meclis'e taşımak istiyorum. Evet, 20 yıldır görülmemiş bir zulüm yaşanıyor. Ama ben bunu mukayese etmiyorum. Bu 20 yıllık bir mesele değil 100 yıllık bir mesele."

BİRCAN DEĞİRMENCİ

Hewler yolculuğunun ardından geldiğim Cizre baharı çoktan karşılamış. Montları çıkartıyoruz. İnsanların coşkusu havayı daha da ısıtıyor. Seçim çalışması için mahalleleri dolaşan kalabalıkla karşılaşıyoruz. Müzik eşliğinde birlikte yürüyoruz. Camlardan, balkonlardan, alkışlar, sloganlar, zılgıtlar ve zafer işaretiyle karşılanıyor partililer. Ayşegül Doğan Yeşil Sol Parti'nin Şırnak’tan üçüncü sıra adayı. Bayramda baba ocağına gelmiş. Cizreliler umutla, coşkuyla, şefkatle, sevinçle bağrına basıyor onu. Röportaj yapmak için Doğan Sokak’taki evine gidiyoruz. Burası onun büyüdüğü yer. Babasının artık eczane olarak faaliyette bulunan avukatlık bürosunu gösteriyor. Önceleri asma ağaçların olduğu bahçesi, minik bir havuzu ve misafirhanenin olduğu avlulu evin yerinde şimdi Doğan Apartmanı var. Orhan Doğan Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken yaz tatillerinde mutlaka Cizre’ye gelirmiş. Doğan, “Bu gelişlerden birinde annemle birbirlerini görmüşler, tanışmış ve evlenmişler. Aşk evliliği onların ki” diyor.

Korkuyu hayatın içinde canlı tutmadık

Evlendikten sonra Ankara’ya taşınırlar. 1977’de ilk çocukları Ayşegül dünyaya gelir. Orhan Doğan artık genç bir avukattır. 1980 Askeri darbe darbesinde o da bir süre saklanmak zorunda kalır. Ama bu dönemde Cizre’ye gelip avukatlığı burada yapmaya karar verir. Doğan, “Babam burada olması gerektiğine inanıyordu. 1991 genel seçimlerine kadar Cizre’deydik” diyor. Orhan Doğan, İHD’nin kuruluş aşamasında yer alarak Cizre’deki temsilciliğini üstlenir. İşçi, köylü, emekçi herkesin avukatlığını yapar. Özellikle devlet kaynaklı şiddet gören kadınların da avukatıdır. Bu yüzden evlerinin kapısı ve sofraları her zaman açıktır ve gelen gidenleri çoktur. Sözü Doğan'a bırakıyorum: “Babam o kadar korkunç dosyalar alıyordu ki, kendi deyimiyle bedenlerinde sigara yanığı olan insanların, meme uçları kopartılmış kadınların avukatlığını yapıyordu. Bunu yaparken bazı şeyleri de normal akışında sürdürmek zaten mümkün değil. Dolayısıyla sürekli tehdit altındaydı. O karşılaştığı her saldırının ihtimalinin sonuçlarının farkındaydı. Biz de bunun bir parçası olarak yaşıyorduk. Böyle bir hakikatten hiçbir zaman kopuk olmadık. Tam da göbeğindeydik. Hiçbir zaman korkuyu hayatın içinde canlı tutmadık. Çünkü onunla beraber, ona rağmen yaşamayı öğrendik. Öyle bir tedrisattan geçtik. Her şeye rağmen gülebilmeyi bildik. Biz hep bir gün bir yerde faili belli bir şekilde kaybetme korkusu yaşıyorduk. Nitekim Cem Ersever bir kitabında Orhan Doğan dokuz canlı çıktı kaç kez denedik, öldüremedik dediğini okumuştum.”

Keyifli, mutlu bir aileydik

15 Ocak 1989’da Cizre’ye bağlı Yeşilyurt köyünü gece yarısı basan asker ve özel tim polisleri 8 köylüye işkence ederek insan dışkısı yedirdiği haberi kamuoyuna yansımıştır. Köylülerin avukatlığını Orhan Doğan üstlenir. Dava güvenlik sebebiyle Ankara’ya taşınmıştır. Doğan, o günleri şöyle anlatıyor: “Yeşilyurt davası öncesiydi. Biz avluda oturuyorduk. Babaannem küçük kardeşim Emre’yi dış kapının önünde yürütüyordu. Birden bir patlama oldu. Meğerse çöp kutusuna bomba koymuşlar. Neyse ki kimseye bir şey olmadı. Olayın şokunu yaşarken ev telefonu çaldı. Babam kimsenin açmasına izin vermedi çünkü gelen telefonun bombayla ilgili olduğunu tahmin etmişti. Babama bu daha başlangıç, eğer yola çıkar gidersen seni öldürürüz demişler. Ama tabi ki babam gitti.” Çatışmalı, sıcak zamanlardır. Evleri her zaman hedef halindedir. Başka çocuklar gibi sokakta oyun oynama şansları olmadığı için dedesi avluya çocuklar için salıncak ve benzeri aparatlar koyar. Sözü tekrar Doğan'a, bırakıyorum: “Avluda çatışma seslerini dinlerken silah seslerinden hangisinin çatışma, hangisinin saldırı olduğunu anlayabiliyorduk. Her şeye rağmen orada yaşamak çok güzeldi. Keşke yeniden o günlere dönebilsek diyorum. Evet saldırılar çoktu ama direniş de bir o kadar görkemli ve hakikiydi. Buradaki yıllar babamın yolunu gözleyerek geçiyordu. Sabah babamı evden uğurladığımızda akşam dönmeme ihtimalini yaşıyorduk. Böyle bir kabulle yaşamamıza rağmen çok keyifli, sevgi dolu ve mutlu bir ailedeydik.”

Beşparmağa vurulan o sopalar...

Lise son sınıfa kadar burada okur Ayşegül Doğan. Cizre Lisesi de siyasi atmosferden kaynaklı çalkantılıdır. Okula kuzenleri eşliğinde gidip gelmek zorundadır. Okul yıllarını bizimle paylaşan Doğan, şöyle anlatıyor: "Kaç kez okulda mahsur kaldık, çıkamadık. Son sınıfı babamın parlamentoya girmesiyle birlikte Ankara Çankaya Lisesi’nde okudum. Her açıdan çok farklıydı. Bir Cizreli olarak Çankaya’da bir sınıfa dahil oluyordum. Leyla Zana’nın oğluyla aynı sınıftaydık. Maruz kaldığımız şeyleri anımsamak bile istemeyecek kadar çok büyük ırkçı saldırılarla karşılaştık.  Mesela eğitimde fırsat eşitliğinden bahsediyoruz ya, ben bunun ne demek olduğunu birebir deneyimledim. Aldığınız eğitimle buranın arasında uçurum var. Cizre’de neredeyse tüm derslerimiz boş geçerdi. Dolu geçen derslerde de bize zorla İstiklal Marşı, andımız, nutuk okutulurdu. Okumadığımız zamanlarda da beşparmağımız birleştirilip sopa yerdik. Dayanabilen kaldı diyelim. Benim dönemimde pek çok arkadaşım şu anda ya hapishanede ya sürgüne gitmek zorunda kaldı ya da mücadeleyi başka bir yerinden tutup devam etti.”

Ve 2 Mart 1994

Orhan Doğan’ın izleyen herkeste derin yara açan ve hafızalara kazınan Meclis’ten gözaltına alınışını anımsıyoruz birlikte. O günleri Doğan, şu sözlerle anlatıyor: “Babamlar Mitterand’la görüşmek üzere Paris’telerdi. Medyada günlerce ‘kaçtılar’ propagandası yapıldı. ‘DEP’li Doğan’ın evinden PKK’liler çıktı ‘haberleri. Biz günlerce milletvekili lojmanlarında yaşamamıza rağmen evden dışarı çıkamadık, okula gidemedik. Orada da sürekli taciz, tehdit telefonları. Evin bahçesine çıkıyorsun, ailenin sayısı kadar kazılmış mezarla karşılaşıyorsun. Babam iki gün önce siyaset meydanında konuktu. Geldiğinde tutuklanacağını ve bu sürecin uzun olacağının farkındaydı. Öyle diyordu ama evde bir veda havası yoktu. Sadece şunu tartışmıştık. Yurtdışına gitmek mi, kalmak mı? Oradaydı zaten dönmese mi diye çok tartıştık. Döndükten sonra da ne yapılacağı konusunda günler süren toplantılar yapıldı. Babam gitmeme taraftarıydı. Çünkü binlerce insanın oyunun temsilcisiydi. Onların yaşadıklarından ayrı bir şey yaşamak istemiyordu, amacı o süreci kalarak göğüslemekti.

Ona oy vermiş insanların, umut bağlamış insanların yaşadığına ortak olmak istedi. Annem de gitmesini istemiyordu, onun en büyük endişesi kadınlara yönelik ciddi saldırılar olduğu için bendim. 2 Mart sabahı hepimizi uyurken öperek evden çıkmış.”

Meclis adeta kuşatılmıştı

Meclis’in etrafı etten duvarla örülüdür. Doğan, Meclis lobisinde babasının katıldığı toplantıyı izliyor. Oylama yapılıyor, eller kalkıyor.  Doğan, “Kalkan ellerin tamamını gördüm. Meclis çevresi etrafında 15 Temmuz darbe girişimi gecesi dahil hiçbir zaman o kadar çok güvenlik gücünü görmedim. Meclis adeta kuşatılmıştı. Birileri tarafından olacaklar biliniyordu. Babam da zaten dokunulmazlıklarının kaldırılacağını ve tutuklanacaklarını biliyordu. Oylamadan sonra odasına geçtim ve bekliyordum. Gelecek ve eve gideceğimizi sanıyordum ama odaya gelmedi. Bana telefon etti. ‘Sen Sedat Amcanla (Yurttaş) birlikte eve geç ben de Leyla ablanla beraber Ahmet amcanın evine gideceğiz' diyordu. Aslında olacakları tahmin ediyor ve benim o anlara tanık olmamı istemiyordu. Ben odada beklerken Hatip Dicle’nin gözaltına alındığını duyduk. Ben Sedat Yurttaş’la beraber çıktım. Ahmet Türk, Leyla Zana ve babam bir arada gidiyorlar. Ev kalabalık, herkes toplanmış, görüntüleri gördük ve tabi babamın itirazını da. Daha itiraz süresi vardı ve babam onu hatırlatıyordu. Bizim en büyük endişemiz onların gözaltında olduklarının kabul edilmesi ve nerede olduklarını bilmemizdi” diyor.

Diğer milletvekilleri de parlamentoda protesto şeklinde oturma eylemi başlatarak Meclis’ten çıkmazlar. Onlar da 4 Mart günü gözaltına alınırlar. ‘İfade verip döneceksiniz’ şeklinde bir davetin neticesinde 18 gün gözaltında kalırlar. Bu süre zarfında ailelerle hiçbir temasları olmaz. O zamanın koşullarına dikkat çeken Doğan, "DGM’ye getirildikleri gün avluda beklerken onları camdan görmüştük. Tutuklandıktan bir ay sonra görebildik. Biz de tabi medyadan takip ediyoruz. ‘DEP’liler Hilton koğuşundalar’ gibi haberler yapılıyordu. Asla böyle değildi. Koşullarını gördük. Ve hapishane süreci başladı” diye vurguluyor.