Kanser değil, devlet öldürdü!

Forum Haberleri —

❏

  • Yirmi dokuz yıl zindanda tutulan ağır kanser hastası Halil Güneş, 15 Aralık günü Diyarbakır Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde öldü.
  • Bir gün sonra, 16 Aralık'ta İzmir Aliağa Cezaevi'nde akciğer kanseri ve astım hastası Abdülrezzak Şuyur'un ölüm haberini okuduk gazetelerde. Şuyur, yirmi sekiz yıldır cezaevindeydi. 
  • Son bir yılda cezaevinde yaşamını yitiren tutuklu ve hükümlü sayısı 104. Bunlardan 7 kişi son iki ayda öldü. Ölenlerin yüzde altmış dördü ağır hastaydı. 

Eylem KAHRAMAN

Bir süredir gazetemize yazmıyordum. Sağlık sorunları nedeniyle yazılarıma bir süreliğine ara vermem gerekti. Son günlerde gazetelerde o kadar çok "kanserden ölüm" haberi okudum ki, şu anda kanser tedavisi gören biri olarak bu yazıyı yazmam şart oldu.

Öncelikle şunu belirteyim, kanser hastalığının ismi ürkütücü olsa da, ölümcül bir hastalık olmaktan çıkalı çok oldu. Tedavi süreci zorlayıcı olsa da, erken aşamada fark edilen birçok kanser türü zamanında ve doğru tedavi edildiğinde iyileşebiliyor. Şimdi sorabilirsiniz, öyleyse bu kadar çok insan kanserden neden ölüyor?

Okuduğum haberler üzerinden gidelim:

Yirmi dokuz yıl zindanda tutulan ağır kanser hastası Halil Güneş, 15 Aralık günü Diyarbakır Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde öldü. Güneş, Akciğer ve kemik kanseri hastasıydı. Tüm çağrılara rağmen tahliye edilmedi. Beş gündür tek başına tutulduğu hücrede sabah sayımında ölü bulundu. Avukatı, müvekkiline uzun zamandır ilaçlarının verilmediğini ve defalarca dilekçe yazılmasına rağmen talebin karşılanmadığını öğrendiklerini açıkladı.

Bir gün sonra, 16 Aralık'ta İzmir Aliağa Cezaevi'nde akciğer kanseri ve astım hastası Abdülrezzak Şuyur'un ölüm haberini okuduk gazetelerde. Şuyur, yirmi sekiz yıldır cezaevindeydi. Tahliyesine bir yıl kalmış ve onun da tahliye talebi reddedilmişti.

Son bir yılda cezaevinde yaşamını yitiren tutuklu ve hükümlü sayısı 104. Bunlardan 7 kişi son iki ayda öldü. Ölenlerin yüzde altmış dördü ağır hastaydı. Ailelerinin ve avukatlarının tüm çabalarına rağmen bu insanlar tahliye edilmedi. Şu anda cezaevinde olan 1600 hasta tutsak gibi.

Türkiye'de dışarıda yaşayan insanlar bile bürokratik ve ekonomik nedenlerle tedaviye zar zor ulaşabilirken, cezaevlerindeki tutsaklar bunun birkaç katı zorlukla karşılaşıyor. Doktora gitme talepleri idare tarafından haftalar ya da aylar sonra kabul ediliyor. Bazen bu talep keyfi bir şekilde görmezden geliniyor. Hasta tutsağın doktora gitmesi için dilekçe üstüne dilekçe yazması gerekiyor. Talep kabul edildiğinde revire/hastaneye gitme süreci bir işkenceye dönüşüyor. Bu nedenle birçok hasta tutsak mecbur kalmadıkça doktora gitmiyor. Tüm bu süreçleri atlatıp doktora göründüğünde hiçbiri gerekli kontrollerden geçirilmiyor, tetkikleri yapılmıyor. Cezaevine geri getirildiklerinde Pandemi koşulları öne sürülerek ağır durumdaki hastalar tek kişilik hücrelere konuyor. Bunların birçoğunun yaşamını tek başına sürdürmelerinin imkansız olduğu bilindiği halde üstelik.

Şimdi biz Güneş ve Şuyur için "kanserden öldü" diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Onları kanser değil, devlet öldürdü çünkü. Ağır hasta olduğu halde tahliye etmeyerek, tedaviye ulaşmalarını engelleyerek, tek kişilik hücrelerde kalmaya zorlayarak, ilaçlarını vermeyerek ve daha birçok nedenle.

Görünüşte idam cezasını kaldıran Türk devleti, onu bu şekilde idame ettiriyor aslında.

28 Kasım günü İsviçre'nin Luzern kentinde yaşamını yitiren Heyva Sor a Kurdistanê aktivisti Mehmet Doymaz da kanser hastasıydı. Mehmet heval için de "kanserden öldü" diyemeyiz. O da yirmi yıldan fazla tutuklu kalmış, Amed Zindanı, Eskişehir ve Aydın cezaevlerinde işkencenin her türlüsünü yaşamıştı çünkü. Bu zindanlarda onlarca kez açlık grevlerine girerek direnmişti. Cezaevinden çıktıktan sonra koşullar gereği yurt dışına çıkmak zorunda kalmış, yıllarca ülkesine dönememiş, çok sevdiği annesinin cenazesine bile gidememişti. Mehmet heval kanser oldu ama o kadar direngen biriydi ki iyileşmeyi başardı. Beş yıl sonra hastalığı yeniden nüksettiğinde tüm bedenini sarmıştı artık.

Gazetemiz yazarı Haydar Işık, 17 Aralık günü Almanya'nın München kentinde hayata veda etti. O da altı yıldır kanser tedavisi görüyordu. Dersim Soykırımı başlarken doğmuş, ailesinin Düzgün Baba eteğindeki bir ormana sığınmasıyla ölümden kurtulmuştu. Soykırıma uğrayan halkının yasını tutan annesinin acısına tanıklık etmiş, "herkesin annesi kendince değerlidir. Ben değerlimi ağlarken gördüm. Kimse kin ve öfkemi yadırgamasın" demişti. Türkiye'de yaşama koşulları kalmadığı için o da yurt dışına çıkmış, çalışmalarına geldiği Almanya'da devam etmişti. Burada da rahat yüzü görmemiş, yetmiş yaşındayken Alman polisi tarafından evi basılmış, kelepçeli olarak mahkemeye çıkarılmıştı.

Mehmet heval ve Haydar hoca için de "kanserden öldüler" diyemeyiz. Onları da kanser değil, devlet öldürdü. Yıllarca zindanlarda tutarak, ülkesinde yaşama koşullarını yok ederek, yabancı bir ülkede yurduna hasret bırakarak… Yazının başında da dediğim gibi, kanser, öldürücü bir hastalık değildir. 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.