Kapitalist modernite girdabında Kürtler

Demir ÇELİK yazdı —

  • ABD’nin terör vurgusu, koalisyon güçlerinin “sınır güvenliği” üzerinden okumaları, yakın gelecekte bu güçlerin bir kez daha Sykes Picot dönemine benzer bir tutum içinde olabileceklerini gözden kaçırmamamız gerekiyor.

Ortadoğu’da sorun ve savaşların eksilmeden devam ediyor olmasının temelinde yatan gerekçelerin başında bu coğrafyada insanlıktan sapma devletçi sistem ile devlet dışı toplumsallığın iç içe yaşanıyor olmasıdır. Neolitik tarım devriminin kendi karşıtına yol açan gelişmesi, bu coğrafyada devletçi sisteme dönüşerek demokratik moderniteyi kuşatır. Buna rağmen demokratik modernite devletçi sisteme karşı hep mücadele içinde oldu. Çoklu dinlerin, çoklu peygamberlerin, enbiya ve evliyaların bu coğrafyada ortaya çıkması komünal toplum değerlerinin coğrafyada canlılığını ve diriliğini koruyor olmasındandır. Ortadoğu’da yaşanan bu tarihsel hakikatin bugüne yansıyanı ise enerji kaynaklarına küresel emperyal güçlerin hâkim olma çelişkisi ve çatışmasıdır. Daha alt ölçekteki bölgesel güçler/devletlerde bu çelişkilerden azamı kâr elde etmek üzere etnik, dini ve mezhepsel çelişkileri diri tutmaktadırlar. Milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi ulus devletler ideolojik aygıtlarıyla her gün bu çelişkileri kaşıyarak, algı oluşturarak toplumu kontrol altında tutmaya çalışırken, küresel güçlerle ilişki ve ittifakları da farklılıklar göstermektedir.
Türkiye ve İran’ın Kafkaslar’da, Irak’ta, Suriye’de ve Ortadoğu’da bölgesel devlet olmalarından kaynaklı ciddi rekabet ve çelişki içindeler. ABD, Rusya ve Çin’den sonra Ortadoğu’da alt ölçekte hegemonik güç olan her iki devlet, ekonomik, kültürel, siyasal ve diplomatik alanlarda ciddi düzeyde rekabet içinde olmanın ötesinde çelişki içindedirler. Ancak Kürt ve Kurdistan karşıtı politikaları aynıdır. Kürt karşıtı bu politik hat en son 1639 Kasr-i Şirin antlaşmasıyla belirlendi. İki ülke değişen koşullarda küresel ve bölgesel düzlemde ilişki ve iş birliklerini mutlak dostluk üzerine, rekabet ve çelişkilerini de mutlak düşmanlık üzerinden değil, çıkar esasıyla yürütmektedirler. Çünkü parçası oldukları kapitalist- emperyalist sistem kalıcı ittifaklar yerine, çıkar odaklı ittifaklar esasıyla hareket etmektedir. O nedenle Avrupa Konseyi, onca anti-demokratik uygulamasına ve hukuk dışı otoriter baskısına rağmen Türkiye’ye karşı yaptırıma gitmemektedir. Sovyet Sistem’ine alternatif seçenek olarak devreye konulan AB ve Avrupa Konseyi, bu sistemin çökmesi sonucu kendi demokratik ilke ve prensiplerini çıkarlarına kurban etmektedir. Siyasi, kültürel değerlerin aşındığı, sağ popülist ve faşist iktidar da olsa herkes ile mümkün olabilen en güçlü ve geniş ölçekte ittifak anlayışı öne çıktığı için İngiltere, birlikten kopmuş, var olanlar ise kendi ülke çıkarlarını esas almaktadırlar. Türkiye, bu nedenle AİHM kararlarını dikkate almıyor, “gerekirse üyelik müracaatımızı geri çekeriz” diyebiliyor. Hatta daha da ileri giderek NATO’nun güvenlik şemsiyesi altında olmasına rağmen Rusya ile iş tutabiliyor. Yeni dönemin esnek, geçirgen, herkesin herkesle ilişkiyi gerektiren konjonktürün yol açtığı bir durumdur. Körfez savaşıyla açığa çıkan bu konjonktür yakın zamanda yeni bir evreye sıçrayacak gibi. Yeni evrenin dinamiklerini dikkate almayanların, gelişme trendinin nereye nasıl evirileceğini ön görmeyenlerin kaybetmeleri yüksek olasılıktır. Kırk yıl öncesindeki iki ayrı dünya sisteminin farklı ahlaki-politik değerler çelişkisi artık yok.
Günümüzde küresel ve bölgesel aktörler kapitalist sistemin ekonomi politiği esasıyla hareket etmektedirler. Birbirleriyle çıkara dayalı çelişki ve çatışmaları kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının doğal sonucu olarak yaşanacaktır. Ancak bu çelişki onların ekonomik ve ticari faaliyetlerinin önünde engel değildir. Aksine kâr ve iktidar biriktirmek için daha çok tüketmeye ve tüketmeye teşvik ettikleri insan toplumsallığını denetimde tutmak için küresel ve bölgesel düzeyde her gün yeni ittifaklar, yeni güç odakları oluşmakta, mutlak dost ve düşman yerine ulusal çıkar esas alınmaktadır. Bunun sonucu olarak her gün yeni gelişmeler paralelinde yeni dengeler oluşmaktadır.
Rusya ile iş tutan Suriye, ABD ile ittifak ilişkisi içinde olan Irak, Rusya ve Çin ile ticari ve siyasi ilişkiyi esas alan İran, ABD, AB, NATO ile olduğu kadar Rusya ile iş tutan Türkiye, Kürt meselesinde bir ve ortak hareket etmektedirler. Sorunu askeri yolla ortadan kaldırmayı esas almakta, mümkün olmaması durumunda, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla tekçi katı merkeziyetçi ulus devletin idari ve siyasi sistemi içinde sorunu eritme stratejisi esastır. Küresel devletler, kendi stratejileri ile çelişmediği sürece bu yaklaşımı desteklemektedirler. Kurdistan Bölgesel Yönetimi’nin 2017’deki bağımsızlık referandumundan bu yana ciddi düzeyde özgüvenini yitirerek Türkiye’nin denetimine ve kontrolüne girmiş olması, bölgede elini güçlendiren, askeri ve siyasi hareket kabiliyetini artıran gelişme oldu. NATO üyesi olmanın avantajlarını da arakasına alarak, küresel güçlerin Kürt sorununa yaklaşımlarının tutarsız ve çıkara dayalı pragmatist politikaları sayesinde Rojava’da işgal ve ilhak girişimi devam ediyor. ABD başta olmak üzere DAİŞ’ e karşı koalisyon güçlerinin Türkiye’nin soykırım amaçlı bu saldırılarına karşı çıkmamaları, insanların temel yaşam alanlarına dönük günlerce süren saldırılarını görmemezlikten gelmeleri, Kürt sorununa yaklaşımda bir makas değişikliğine gidileceğini göstermektedir. ABD’nin terör vurgusu, koalisyon güçlerinin “sınır güvenliği” üzerinden okumaları, yakın gelecekte bu güçlerin bir kez daha Sykes Picot dönemine benzer bir tutum içinde olabileceklerini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Bölgesel ve küresel aktörlerin Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapması, Kürtlere karşı ulus devletlerin katı merkeziyetçi yapılarını esas almaları, sınırların konsolide edilmesi yaklaşımı öne çıkmıştır. Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de Kürtlere karşı merkeziyetçi yaklaşımların küresel emperyal güçler tarafından desteklenmesi, yeni enerji yollarının güvenliği içindir. Bu devletler de, yaşaya geldikleri ekonomik ve siyasi krizi atlatabilmek, kapitalist ekonomiye entegre olmak için kısmi oranda siyasal ve toplumsal istikrarı sağlamanın arayışı içinde olacaklardır. Yaşanan uluslararası konjonktürü, ulus devletler kaçırmak istemiyorlarsa kurumlarını, yasa ve yönetmenliklerini kapitalist ekonomi politiğine uygun yeniden uyarlamaları gerekiyor. Kapitalist- emperyalist sistem, mal ve sermayenin uluslararası dolaşımında güvenliği esas alacağından, ulus-devletlerin ekonomik çıkarlarıyla güvenlik kaygılarının çelişmediği yeni bir ilişkiyi zorunlu kılıyor. Bu ilişki devletsiz halkların meşru demokratik taleplerini karşılamak üzerine değil, kendi stratejik çıkarlarına göre olacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.