Kronik ağrıyla yaşarken

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Kronik ağrılı kronik hastalıklar kadınlarda gözle görülür oranda erkeklerden daha fazla karşımıza çıkıyor; yoksullarda varsıllardan, ezilen halklarda baskın etnik gruplardan daha fazla… 

On dört, on beş yaşlarındayım. Ailemin yaşadığı taşra şehrinde ilkokul sonrası eğitim kurumu yokmuş gibi daha büyük komşu şehirdeki yükselen liselerden birine devam ettiğim için, her gün toplamda üç saatlik yol gidiyorum. Gençlik yorgunluk tanımıyor mu, minibüs arkadaşlığı yorgunluğu alıyor mu, sınıf arkadaşlarımı çok mu seviyorum–nedeni neyse hemen hemen beş sene boyunca iki şehir arasındaki gidiş gelişlerim benim için sorun olmuyor. 1980 darbe rejimiyle sıradanlaştırılmaya çalışılan jandarma kimlik kontrolleri dışında. İlk kez o dönemde yanımda nüfus cüzdanı taşımaya başlıyorum.

Bir sabah yataktan kalkamıyorum. Boynumdan başımın etrafına dağılan ağrı konuşmamı zorlaştırıyor; bakışımı kilitliyor. Annem işe giderken öğlene kontrol için geleceğini söylüyor. Sesi uzaktan ve fakat çok yüksek çıkıyor. Öğle saatlerinde babam gelip beni bir nev’i aile doktorumuza götürüyor. Erkek doktor kontrolleri yapıyor; menstrüasyon döneminde olup olmadığımı soruyor. Bu ağrının başka türden olduğunu kaç kez tekrarlasam, her tekrarımda konuşmakta giderek daha zorlansam da beni dinlemiyor. Babama bakıyor, göz kırpıyor: ‘Kızımız biraz nazlı’. Bir ağrı kesici yazıyor; eve doğru yola çıkıyoruz.

Dönüş yolunda tipik Çukurova erkeği olan babam bir şey diyor mu, diyorsa ne diyor hatırlamıyorum. Hayal meyal kırgın olduğumu hatırlıyorum–erkek babama, erkek doktora: Anlatamadığım, konuşturamadığım ağrıyı neden farketmiyorlar; bana neden inanmıyorlar? Arabadan inerken düşüyorum.

Sonrasının netleşmesi için üç hafta geçmesi gerekiyor. O gün bugündür bedenimin bana dediklerini es geçmiyorum; bedenimle konuşmayı ihmal etmiyorum–arada, sanki benden farklı bir alanmış, parçaymış gibi kontrol sevdasına kapılıp haddimi yeniden hatırlasam da böyle. Babam o andan itibaren bedenimden gelen seslere dikkat ediyor.

Modern dünyada hastalıklar ve ağrılar

Freud’un on dokuzuncu yüzyıl sonlarında ‘histeri’yle açıkladığı, daha medikalleşmiş dilde ‘somatizasyon bozukluğu’ olarak psikiyatri paketine sıkıştırılan ve on dokuzuncu yüzyılda da, yirminci yüzyılda da bugün de –‘hepsi kafanın içinde’ ifadesiyle- karşılanan sağlık sorunları, ‘histeri’nin açık açık söylediği, ‘hepsi kafanın içinde’nin örtük olarak çağrıştırdığı gibi, çoğunlukla kadınların deneyimlediği nadir kronik hastalıklarla örtüşür.

Neredeyse hiçbirinin tedavisi yoktur; neredeyse hepsi bireysel farklılık gösterir; hepsinde etkin doktor–hasta bağlantısı gerekir–zira, teşhis-tanı-ilaç belirleme hastaların anlattıklarıyla şekillenir. Aralarında stiffperson-syndrome, fibromiyalji, multiple sclerosis olan birçok nörolojik bağlantılı hastalığın diğer bir ortak noktası ağrıdır–bitmeyen, kesilmeyen, değişen, dönüşen, derinleşen, hep daha fazla ağrı kesici hap, enjeksiyon, merhem gerektiren ağrılar. Uykuları bölen, uyku düzensizliğine neden olan, ‘düzenli uykuyla ağrılar biraz daha kontrol edilebilir’ diyenlere kızacak hâl bırakmayan sızılar.

Kronik ağrılı kronik hastalıklar kadınlarda gözle görülür oranda erkeklerden daha fazla karşımıza çıkıyor; yoksullarda varsıllardan, ezilen halklarda baskın etnik gruplardan daha fazla… Beden açıkça kafamızı, kafamızın içini, gönlümüzü kapsıyor; toplumsal mekânı talep ediyor; toplumsal mekândaki ilişkilerle gelişiyor ya da yıkılıyor.

Modern dünyada hastalıklar ve hastalıklarla bağlantılı ağrılar, sapmalar olarak sınıflandırılıyor. Farklı kapitalizm formlarında ideal-tip modern insan–işçi ya da kapitalist- güçlü, üretici/biriktirici erkeklik imgelerine uygun olarak betimleniyor.

Neoliberal düzenlerde söz konusu tarifin iki ana özelliği risk ve esneklik olarak karşımıza çıkıyor: Riskle yaşayabilen, bedende, mekânda, zamanda esnek bireyler. Aslında, çoğunluk modern insan için  kadın tiplemeleri. İroni tam da burada açığa çıkıyor: Bedenin esnekliğini sabote eden, ağrıyla katılaştıran, zamanı kapitalist işyerinin dışına iten, toplumsal olanı yeniden tariflemeyi talep eden kronik ağrılı hastalıklar çoğunlukla kadınlarda görülüyor. Buna rağmen kronik ağrıyla yaşayan kadınlar ya ağrısızmışçasına görülmeye ya da ağrılarıyla örtünmeye çağrılıyor.

Meme kanseriyle gelen ağrılı yaşamla halleşen bir sonraki yazıya hazırlık, için Sevgi Soysal’la kapatıyorum:

Evet, kadın, hayat denilen güzelim oluşumun yılmaz, vazgeçilmez savaşçısıdır. Sözümüz hayatsa, kadın hayat adına ölümden de çekinmez. Çünkü kadın doğumu bilir, yani hayatın ölüme, bereketin kısırlığa, ilerlemenin durgunluğa olan tartışılmaz üstünlüğünü bilir. Kısaca emekçidir o. Hayatın emekçisi. Budur en büyük gücü kadının.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.