45 yılını özgürlüğe adadı
Dosya Haberleri —

Mehmet Sait Üçlü
- Mehmet Sait Üçlü'nün kardeşi İmihan Ateş: Ben ve Sait Hoca, Hilvan-Siverek grubunda birlikte yargılanıyorduk. İlk duruşmada 500 kişilik grubun tamamı salona getirilmişti. İlk defa Hoca’yı o zaman cezaevinde gördüm. Yaralı olduğu için en son içeri almışlar ve bizim çaprazımızda oturtmuşlardı.
- Üçlü'nün cezaevi arkadaşı Mustafa Sarıkaya: Sait Hoca her zaman en öndeydi. İlk grupta mutlaka yerini alırdı. Bir mitinge gider gibi, Newroz alanına yürür gibi, ya da çok coşkulu ve heyecanlı bir govende katılır gibi açlık grevine girerdi. Açlık grevini, okuma, araştırma ve yazmak için bir fırsata çevirdi.
ERKAN GÜLBAHÇE
Mehmet Sait Üçlü, 65 yıllık hayatının 45 yılını Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne adadı. 1980 askeri darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi’ndeki vahşeti yaşayan, 20 yıl kesintisiz şekilde cezaevinde kalan Üçlü, 2001 yılında cezaevinden çıktıktan sonra da mücadeleye devam etti. Edebi çalışmalarıyla da bilinen Üçlü, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın "Kürt mücadelesinin romanı yazılmalı" tavsiyesini esas alarak, "Güneş Ülkesinde Diriliş" adlı serinin ilk kitabı olan "Amara" ve beşinci kitabı olan "Özgürlük Arayışını" üçer cilt olarak kaleme aldı. "Göbekli Tepe Uygarlığı", "Hakikat ve Özgürlük", "Sara’nın Düşleri" gibi daha birçok kitabı olan Üçlü, Kobanê’de DAİŞ’e karşı sergilenen tarihi direnişi yazmak için gittiği Kuzey-Doğu Suriye’de yakalandığı hastalık sonucu 29 Mart 2021 yılında şehit düştü. Yazdıklarıyla tarihe ışık tutan Üçlü’nün aramızdan ayrılışının bugün 1. yıldönümü. Mehmet Sait Üçlü’nün hatıraları unutulmasın diye evinin bir odasını müzeye çeviren kardeşi İmihan Ateş ve Üçlü’yle Diyarbakır Cezaevi’nde birlikte kalan Mustafa Sarıkaya ile konuştuk. İlk sözü Sait Üçlü’den bahsederken "Hoca" diye hitap eden Urfa’da yaşayan kardeşi İmihan Ateş’e veriyoruz.
Öncelikle Sait Üçlü nasıl bir ortamda büyüdü? Bu, onun siyasal tercihlerini nasıl etkiledi?
İki erkek, dört kız toplam altı kardeşiz. Hoca, 1956 yılında Urfa’nın Hilvan ilçesine bağlı kırsal Mişmişî (Çağla) Mahallesi’nde dünyaya geldi. Ailemiz geçimini çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşarak sağlıyordu. Köyde kalıyorduk daha sonra Hilvan’a taşındık. Sait abim, ilkokuldan üniversiteye kadar hep yatılı okullara gitti. Ortaokulu Hilvan’da, liseyi Antep Ticaret Lisesi’nde, üniversiteyi İzmir’de Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okudu. Sadece tatillerde eve gelirdi. O geldiğinde biz çocuklar çok mutlu olurduk, çok şen şakrak bir insandı. Biz ailece ona “Keko Sait” diye hitap ederdik. Babam ise onu çok sevdiği için “Selahattin” diye hitap ederdi. Sadece ailesine değil arkadaşlarına, komşularımıza ve çevremize de çok değer verirdi. Herkes de onu çok sever ve sayardı.
Lise yıllarındayken siyasi bir düşünce ortaya koymasa da hal, hareket ve tavırlarıyla ezilenden, fakirden yana bir tavrı vardı. Tatillerde eve geldiğinde dersleri çok iyi olduğu için babam onu ödüllendirmek için hiçbir işe göndermezdi. Tatillerde sürekli kitap okurdu. Eline hangi kitap geçse okurdu. Son dönemlerinde yaptığımız bir konuşmamızda bana 4 binin üzerinde kitap okuduğunu söylemişti.
Hemen ardından siz ve ağabeyiniz Mehmet Salih de tutuklanmış ve üç kardeş Diyarbakır Cezaevi’ne konulmuşsunuz. Aileniz için zor olsa gerek…
Annem ve babam çok yaşlıydı, bizi ziyarete gelemiyor, henüz 17 yaşını doldurmamış kız kardeşimizi ziyaretimize gönderiyordu. Üzülüyor ama özellikle babam bizimle gurur duyuyordu. Ben lisedeyken arkadaşlarımı sık sık bizim eve getirirdim, annem yemek vermeden kesinlikle gitmelerine izin vermezdi. Ailemizin de mücadeleye bağlılığı, sempatisi vardı.
Cezaevi koşulları nasıldı, kardeşler birbirinizden haber alabiliyor muydunuz?
Cezaevi sürecinde direkt görüşme imkanımız yoktu. Bırakın görüşmeyi mahkemelere giderken ya da mahkemede birbirine bakmak dahi yasaktı. İşkence dönemiydi. 24 saatimiz işkenceyle geçiyordu. Gelen görüşmecilere de bir şey soramıyorsun. 40-50 saniye yani 1 dakikayı bulmayan aile görüşmeleri gerçekleşiyordu. “Nasılsın, iyi misin?” dışında başka bir şey konuşulamıyordu. Hilvan’dan her gün insanlar tutuklanıyordu. Hilvan küçük bir yerdi herkes birbirini tanıyordu ya da akrabaydı. Koğuşlarımıza gelen tanıdıklardan kardeşlerim ve ailemle ilgili haber alabiliyordum. Onların aracılığıyla aynı cezaevinde olduğumuz bilgisine ulaşmıştık.
Birlikte mi yargılandınız?
Evet, ben ve Sait Hoca, Hilvan-Siverek grubunda birlikte yargılanıyorduk. İlk duruşmada 500 kişilik grubun tamamı salona getirilmişti. İlk defa Hoca’yı o zaman cezaevinde gördüm. Ben kadınlarla birlikte en ön sırada oturuyordum. Sait Hoca yaralıydı, değnek yardımı olmadan yürüyemiyordu. Yaralı olduğu için en son içeri almışlar ve bizim çaprazımızda oturtmuşlardı. Oradan direkt beni görüyordu. Mahkemede başını yan tarafa çevirerek bir yerlere bakmak yasaktı. Buna rağmen zaman zaman göz ucuyla Hoca’ya bakıyordum.
Bayram vesilesiyle cezaevinde bir kişiyi görme hakkı tanınmıştı. Bunu da büyük abim Mehmet Salih’i görmek için kullanmıştım. 50 saniyelik bir görüşme olmuştu. Mahkeme süreci bitmeden, 23 ay tutukluluktan sonra benim tahliye kararım çıktı. Kardeşlerimden birini görme talebim kabul edilince Sait Hoca’yı görmeye karar verdim. Hoca ile birkaç saniye yüz yüze geldikten sonra ‘Nasılsın, iyi misin?’ dışında hiçbir şey konuşamadan birbirimizden ayrılmak zorunda kaldık.
Sait Üçlü 20 yıl tutsaklık ardından cezaevinde çıktığında sizin evinizde kalmış. O süreçten biraz bahseder misiniz?
Cezaevinde çıktıktan sonra direkt bizim eve geldi ve uzun bir süre bende kaldı. Ben Sait Hoca’ya çok bağlıydım. Aynı şekilde Sait Hoca da beni çok severdi. Bir kardeşin ötesinde aynı düşüncede olduğumuz için de birbirimize çok bağlıydık. Çıktıktan sonra çalışmalarına devam ediyordu. Doğayı çok severdi boş zamanlarında kırsala giderdi, bizim köye gidip dolaşıyordu. Doğa aşığı bir insandı. Çok programlı planlı birisiydi. Ne zaman ne yapacağını önceden planlardı. Zamanını hiçbir şekilde boşa harcamazdı. Biz yattıktan sonra çalışmalarına devam eder sürekli yazardı. Yazmadığı zamanlarda kitap okurdu. En önemli özelliği mütevazi olmasıydı. Bir de geçmişini hiç kimseye anlatmazdı. Ne mücadelesini ne de cezaevinde yaşadıklarını hiçbir zaman anlatmadı. Birkaç ay cezaevinde kalan arkadaşlar yaşadıklarını günlerce anlatırken, Hoca 20 yılı aşkın cezaevinde kaldı bir anısını dahi anlatmadı. Kendisini asla övmezdi. ‘Geçmiş geçmişte kaldı, geleceğe bakmak gerekiyor’ derdi.
Evinizin bir köşesini Sait hocanın eşyalarını toplayarak müze haline getirdiniz. Tüm eşyalarını toparlayabildiniz mi?
Tüm özel eşyaları benim evde. Onların hepsini elbisesinden ayakkabısına, tarağından fotoğraf makinesine, çakmağından fotoğraflarına, tespihlerinden okuduğu kitaplarından yazdığı el notlarına kadar her şeyi toplayarak müze haline getirdim. Benim için özel olan bu insanın elinin değdiği her şeyi gözümün önünde olmasını istedim. Fazla eşyalarını ihtiyaç sahiplerine hediye verdim. Bunların bir bölümünü sergilemek üzere evimi bir köşesine koydum. Çocuklarıma vasiyet ettim bana bir şey olursa bu eşyalar sürekli burada kalacak. Bu müze hiçbir zaman dağıtılmayacak. Bu eşyaları Sait Hocanın mücadelesi ile birlikte bize miras kaldı. Özel eşyalarına bakınca huzur duyuyorum.
Ağabeyim 45 yılını mücadeleye adadı, yaptıklarından ve yaşadıklarından hiçbir zaman şüphe duymadı. Onun anılarına sahip çıkacağım ve yaşatacağım.
* * *
Hiç bir zaman zayıf düşmedi
Diyarbakır Cezaevi’nde Sait Üçlü ile birlikte kalan Mustafa Sarıkaya ile sohbetimize devam ediyoruz.
Sait hoca ile ne zaman ve nasıl tanıştınız?
Diyarbakır cezaevinde aynı dönemde kalsak da aynı koğuşta değildik. Bundan dolayı herhangi bir muhabbetimiz yoktu. Ring araçlarında ve mahkemelere gidip gelirken merhabalaşıyorduk. Hoca, Ekim 1988 yılında Diyarbakır’dan Eskişehir Cezaevine sürgüne gönderildi. İlk defa hocanın Eskişehir Cezaevine gelmesi ile tanıştık diyebilirim.
40 yılı aşkın ömürlerini devrime adamış insanları birkaç dakikada anlatmak elbette çok zor. Sait Üçlü ile uzun bir süre birlikte yaşama imkanı yakaladınız, Sait Üçlü’yü anlatın desek neler anlatırsınız?
Sait Hoca her şeyden önce bir devrimciydi. Araştırmayı, tartışmayı ve şiir okumayı çok severdi. Kendisine kalıp ve sınır yaratmamaya, onları aşmaya çalışan, sürekli bu yönlü arayışları olan bir arkadaştı. İlk günden beri devrimci ve direngen duruş sergiledi. Hilvan bölgesinde yaralı olarak yakalanıyor. Bundan dolayı hafiften aksaktı. Cezaevi sürecinde uzun işkenceler sürecinden gelmişti. Daha sonra zindana geldiğinde de tüm süreçte uğruna mücadeleye başladığı, yola düştüğü değerlerini, inançlarını, amaçlarını koruyan, ama sadece genel geçer bir koruma değil, aynı zamanda muazzam coşkulu ve heyecanlı bir korumaydı. Mücadelede her zaman genç bir ruh taşıyordu. Entelektüel ilgileri çok fazlaydı. Felsefeden, tarihten edebiyata kadar birçok konuda denemeleri vardı. Çevresini çalışmalarına dahil eden bir insandı. Bir konuyu yazdığında çevresi ile tartışan, tartıştıran inceleyen hatta beraber kaleme almayı, yani çalışmaları ortaklaştırmayı seven bir arkadaştı. Réber Apo’un geliştirdiği ideolojik teorik çıkarsamaları hem daha iyi bütünlüklü anlamak, aynı zamanda onları besleyen, besleyecek kaynaklara çok aşırı ilgi duyan, sürekli bu anlamda bir araştırma inceleme içinde olan bir arkadaştı.
Mütevazi ve alçak gönüllülüğü ile üzerimde önemli bir iz bıraktı. Kolektif, paylaşımcı ruh kişilik üzerindeki etkileri ve ona kişilikte biraz kristalize olma halini ifade ediyordu. Emekçi ve emekten, ezilenden yana ve bunların sorunlarını sadece düşünsel planda araştırma ve incelemeler, bazı fikirler üretme ile sınırlı tutan birisi değildi. Ulaştığını fikirsel sonuçların eyleminde de yer alan, sadece düşünmenin yetmediğini, değiştirmek gerektiğini, değiştirmenin eylem ve hareket olduğunu biliyordu. Sömürgeci, soykırım düzenini, haksızlığı adaletsizliği zulmü ve onun sistemini aşmanın bireysel çabayla mümkün olmadığını, bunları değiştirmek için örgütlü olmayı ve bu konuda ortak düşünen insanlarla yan yana, omuz omuza olası gerektiği bilincindeydi. Yani paylaşımcı kolektif ve mütevazi aynı zamanda örgütlü, ne istediğini bilen, istediklerini ulaşmak için zorlu yolculukta katlanılması gereken sıkıntıların da bilincinde bir yaşamı vardı. Araştırma incelemeyi hiçbir zaman elinde bırakmadı. Aynı zamanda paylaşımcı ve mütevazi yönü bütün arkadaşlarımızın üzerinde bir etki bıraktı diyebilirim. Hoca her türlü kültürel, sosyal, yaşamsal aktivitelerde vardı. Hiçbir gün ben hastayım ya da yorgunum diye bir serzenişte de bulunmadı. Hiçbir çalışmada geri kalmazdı. Kendisini asla yere bırakmazdı. Hoca sürekli mütevazi, coşkulu ve heyecanlıydı. 10 yıl aynı koğuşta yanyana kaldık. Tabi zindanda insanın birbirini tanıması çok ilginç. 24 saat iç içesin. Neredeyse artık ten kokusunu dahi ezberlersin. Zindan o düzey birbirini tanıma imkanı veriyor.
Türkiye cezaevleri Kürtler için bir direniş alanıdır. Yakın dönem tarihte cezaevleri Kürtler için en baskıcı ve aynı zamanda en direngen bir tarihin tarifidir. Sait hoca ile cezaevinde yaşanan bu tarih diliminde birlikte direndiniz, zaman zaman da açlık grevlerine girdiniz. Sait Hoca ile nasıl bir cezaevi süreci yaşadınız? Bu süreç Sait Hocanın yaşamının geri kalanında nasıl bir etki bıraktı?
Bir dönem cezaevleri için çok kullanıldı. Doğru bir tespit. Sömürgeci soykırım rejimi de bunu bildiği için farklı politikalar geliştirdi. Cezaevleri için üniversiteler deniyordu. Bu ifade doğru aslında. Amaçları olan, amaçları için direnişi seçen, baş kaldıran, isyan eden insanları tutup zindanlara doldururlar. Onları yıldırmak, amaçlarından vazgeçirmek, terbiye etmek isterler. Tabi buna karşı amaçları için mücadele edenler de kendi amaçlarına sıkı sıkıya bağlı ve mücadelelerini sürdürürler. Sait Hoca’da nerede ve niçin cezaevinde olduğunu biliyordu. Dolayısıyla cezaevini bir mücadele alanı, direniş cephesi, kavga alanı olarak gördü.
Birkaç açlık evlerinde beraber kaldık. En son Eskişehir’de açlık grevine girdik. Bunun sonucunda 2 Ağustos 1988’de Aydın cezaevine sürgüne gönderildik. Açlık grevleri başladığında Sait Hoca büyük bir coşku ve heyecan yaşardı. Açlık grevlerinde günlük hengame fazla yaşanmıyor. Açlık grevi ilerledikçe vücut direnci düşüyor. Odanda ve ranzanda kısa mesafeli turların dışında fiziksel efor harcamazsınız. Buda açlık grevi eylemcisinin mücadelesi stratejik bir parçasıdır. Dolayısıyla daha geniş okuma zamanın oluyor. Sait hocanın açlık evleri öncesi tek hazırlığı okuyacağı araştırma yapacağı kitapları başucunda toplamaktı. Açlık grevlerine gruplar halinde girerdik. Örgüt tarafına gruplar belirlenirdi. Ama Sait Hoca her zaman en öndeydi. İlk grupta mutlaka yerini alırdı. Bir mitinge gider gibi, Newroz alanına yürür gibi, ya da çok coşkulu ve heyecanlı bir govende katılır gibi açlık grevine girerdi. Açlık grevini, okuma, araştırma ve yazmak için bir fırsata çevirdi. Açlık grevindeki arkadaşına koruma kollama herhangi bir sıkıntısı olduğunda hep yani boşuna olma gibi bir yaklaşım vardı. Açlık grevinde açken ya da ölüme yürürken daha çok arkadaşını düşünme ve arkadaşına destek olma gibi bir ruh hali vardı. Cezaevi koşullarında açlık grevleri çok zor geçer. Zaman zaman bazı arkadaşlar zorlanır, moralsizlik yaşanırdı. O süreçleri anımsıyorum, hocada tek bir yakarış, şikayet, moralsizlik, tereddüt yoktu. Zayıf düştüğümüz dönemde dahi Hoca, politik, güncel siyasal gelişmeleri, edebi felsefik tartışmaları yapmaktan geri kalmazdı.
Sait Üçlü ve bir grup arkadaşı önlerine Kürdistan mücadelesinin Romanı yazma hedefi koydular. Ne yazık ki yaşamı bu romanı tamamlayamaya yetmedi. Kürdistan özgürlük mücadelesinin geleceğe aktarılması noktasında bu romanın tamamlanması için neler yapmak gerekiyor? Sait Hoca’nın bıraktığı mirasa nasıl sahip çıkılır?
Bu romanı yazmayı üstlendiğinde, bu konu için yan yana gelmiş ve yazacağı roman üzerine konuştuk. Bu görevi aldığında muazzam bir heyecan yaşıyordu. Bu görevi aldıktan sonra uzun bir süre Amara dahil özellikle Önder Apo’nun yürüdüğü bütün yollarda yürümüş Beka’dan Rojava’ya kadar hepsini gezmiş. O tarihsel kesimin önemli durakların hepsini patikadan yürürcesine yeniden gezmişti. Parti tarihine ve Önder Apo’nun yaşamına ilişkin muazzam bir birikim oluşturmuştu. Deyim yerindeyse torbasını doldurmuştu. Ben nedense özgürlük olayını, gemsiz, sırtında hiçbir şey olmadan çırılçıplak bir atın dümdüz bir ovada yeşillikler içerisinde koşturmasına benzetiyorum. Dolayısıyla Sait Hoca da hızlı bir şekilde koşuya başlamak, bir an önce namludan çıkmak için hazırlanmıştı. Kürdistan romanı yazılması için müthiş bir rol aldı, çok önemli emek verdi. Mücadele alanında önemli bir boşluğun doldurulmasında kocaman yürekleriyle tarihsel bir rol oynadılar. Daha önce de değinmiştim bu halkın tarihi, edebiyatı çalındı, yok sayıldı. Sadece bir dengbêjliğimiz, bir haykırışımız belki de sadece kadının ağıtı kaldı. Yeni baştan hem yakın dönem mücadelesi, bu yakın dönem mücadelesi, sadece kendisi ile sınırlı bir tarihsellik oluşturmadı, tüm yitirmiş olduğumuz tarihimizin de gün yüzüne çıkarılmasının kapılarını araladı. Yeniden kendi tarihimizle kendi özümüz ve gerçekliğimizle yüzleşme kendi tarihimizi buluşmanın da imkanlarını yarattı. Bu mücadele olmasaydı getirilmiş bir tarih yitirmiş bir halk olacaktı. Dolayısıyla bu roman sadece son 40-50 yılın mücadelesinin tarihsel yeniden edebi üretimi değildir. Tüm bir tarihin yeniden anlatma anlamına geliyor. Yitirilmiş, çalınmış, örselenmiş, ötelenmiş tarihimizin yeniden gün yüzüne çıkması anlamına geliyor. Yani bu anlamda Sait Hoca ve arkadaşları kutsal bir rol oynadılar.
Elbette Sait hocanın bundan sonraki dönemde olmaması büyük bir eksiklik, ancak arkadaşları Sait hocanın açtığı yolda yürüyerek bu romanın yazılmasını gerçekleştireceklerdir. Bu süreç henüz tamamlanmadı. Bu halkın ve bu halkın çocuklarının bu romana ihtiyacı var. Sadece Kürtlerin de değil bu coğrafyanın buna ihtiyacı var.
Bu temelde Sait hocanın başlattığı ancak tamamlamadığı bu eserin tamamlanması için kalem tutacak, bu yolda gerçekleri yazacak, bu romana katkı sağlayacak herkesin destek sunması gerekiyor. Bu anlamda bu tarihsel yolculuğu tamamlamak gibi bir sorumluluğumuz var.















