Kürtçeden hiç kopmadım
Dosya Haberleri —

Miraz Ronî
Yaşamında Kürt dili için mücadeleyi önceliği haline getirdiğini belirten yazar Miraz Ronî:
- "Bir dil yasak, bir dil ise zorla öğretilmeye çalışılıyordu. Bir dil unutuluyor, bir dil zorla yaşatılıyordu. Yıllarca bu sorulara cevap arayıp durdum.
- Türkçe’nin varlığıyla, harfleriyle okulda tanıştım. Bugün bize ‘Kürtçe yok’ diyorlar ama yıllar önce bizim de onların varlığından, dillerinden haberimiz yoktu.
- Muhasebeci oldum, çalıştım ama hep yazdım, hep Kürtçe yazdım; Kürtçeden hiç kopmadım.”
AZİZ ORUÇ/İSTANBUL
Pratik Kürtçe Konuşma Kılavuzu, Perîza, Xebatên Rewşenbîriya Kurdî li Bakur, Di Siya Dara Xaçê de Serhildan kitaplarının yazarı Miraz Ronî, yaşamında Kürt dili için mücadeleyi önceliği haline getirdi. İstanbul’da çalışma yürüten PENa Kurd üyesi Miraz Ronî, herkesten önce Kürtlerin diline sahip çıkması gerektiğini belirtiyor.
Asıl adı Mulazım Özcan olan Miraz Ronî, Bedlîs’in (Bitlis) Norşîn (Güroymak) ilçesinin Nis köyünde 1966’da dünyaya geldi. Köyde anadiliyle büyüdü. “Dünyamızda Türkçe yoktu” diyen Miraz Ronî, çocuksu üzüntülerini, sevinçlerini, kavgalarını da Kürtçe yaşadı. Türkçeyle ise ilk kez okul yaşamında karşılaştı. Küçük ve kalabalık köy evinde dinlediği Erivan Radyosu’nun sesinin ise hala kulaklarında olduğunu anlatıyor.
Kürtçe yasak, Türkçe zorunlu
Köylerinde okul olmadığı için 1970’lerin başında muhtar olan babası Miraz Ronî’yi Norşîn merkeze okula gönderir. Diğer çocuklar ise medreseye gider. Miraz Ronî o dönem okula giden ilk çocuklardandır. Dayatma, baskı ve zorla Türkçeyi kısa zamanda öğrendiğini belirten Ronî, okul yıllarını şöyle anlatıyor: “Türkçe’nin varlığıyla, harfleriyle okulda tanıştım. Bugün bize ‘Kürtçe yok’ diyorlar ama yıllar önce bizim de onların varlığından, dillerinden haberimiz yoktu. Benim kuşağım ve hatta benden sonraki kuşak tek kelime Türkçe bilmeden okula başladı. Okuldaki diğer Kürt öğrenciler gibi benim de hayatım Türkçe’yi kullanma zorunluluğu ve dil dayatmasıyla geçti.”
Okulda Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu söyleyen Ronî, bu yasağın ve baskının okulla sınırlı kalmadığını söylüyor: “Okul dışında görevlendirilmiş öğrenciler vardı. Eğer Kürtçe konuşursanız sizi öğretmene şikayet ediyorlardı. Sonrasında öğretmenden dayak yiyorduk. Küçük bir köyden büyük bir ilçeye gittiğim için yabancılık çekiyordum. Türkçeyi bilmediğimden çoğu zaman okulda hiç konuşmadan eve dönüyordum. Geri planda duruyor, sınıfta kimseye görünmemeye çalışıyordum. Kafamda sürekli sorular vardı; ikilem ve çelişki yaşıyordum. Bir dil yasak, bir dil ise zorla öğretilmeye çalışılıyordu. Bir dil unutuluyor, bir dil zorla yaşatılıyordu. Yıllarca bu sorulara cevap arayıp durdum.”
En az riskli olan yol
Norşîn’de iki yıl okula gittikten sonra eğitimine Tatvan’da devam eden Ronî, burada da benzer süreçleri yaşar. Bedlîs merkezdeki asimilasyon politikalarının çok daha öncelere dayandığını aktaran Ronî, devletin o dönem kentte özel planlarının olduğunu şöyle ifade ediyor: “Şehrin dili Türkçeydi. Bir nevi okuldaki zoraki Türkçe, artık sokakta da kendisini gösteriyordu. İlçede bürokraside yer alan, bizim köyden bazı insanlar vardı. Beynimde onları üst insan olarak görüyordum. Hatırlıyorum, çocukken okulda yaşadığım baskı ve zorlanmadan dolayı ‘Keşke Kürt olarak dünyaya gelmeseydim. Türkçeyi bilseydim de Kürtçeyi hiç bilmeseydim’ diyordum. Bu zihinsel bir olaydı. Dolayısıyla Türkçeyi üstün bir dil, bir gerçeklik olarak algılıyorduk. O dönem buna karşı bir bilinç yoktu. Kurtuluşu, bu en az riskli olan yolda buluyorduk.”
‘Şoreşa Kurdim, bi ax û derdim’
1970’in sonlarında birçok Kürt politik hareketin ortaya çıktığını, bunların hem toplum üzerinde hem de kendisinde etki yarattığına dikkat çeken Ronî, kendisinde yarattığı etkiyi şu sözlerle anlatıyor: “Ortaokul ve lise yıllarımda birçok alanda politik olma süreci başlamıştı. O dönem hem sosyalist bilinç hem de Kürt ulusal talepler üzerine hızla gelişen bir dönem yaşanıyordu. Arayışım ve sorgulamalarım da o döneme denk geldiğinden çok çabuk etkilenip benimsedim. Şivan Perwer’in kasetlerini dinlemeye, Kürt hareketlerin politik dergilerini alıp, okumaya başladım. Rizgarî Hareketi’nin Rizgarî isminde bir dergisi vardı. Onun ilk sayısının en arka sayfasında Kürtçe yazılmış, ‘Şoreşa Kurdim, bi ax û derdim. Ew Kurdên gernas, cengawer mêrxwas’ sözlerinin olduğu Cigerxwîn’in bir şiirini okumuştum. O şiir bende büyük bir etki yarattı. Aynı zamanda Şivan Perwer’in ‘Wey li min’ parçasının da bende çok önemli bir yeri var. Bu eserler Kürtlüğe ve Kürtçeye olan bağlığımı perçinledi.”
Politik yaşamın ilk adımları
Tatwan’da 70’li yılların sonlarına doğru Kürt hareketleri dernekler açtığında Miraz Ronî hiç vakit kaybetmeden bu derneklere gider. O yıllarda Kürtlerin başka bir ulus olduğunu, Türklerin Kürtleri zorla asimile etmeye çalıştığını ve bölgedeki gelişmeleri yavaş yavaş anlamaya başlar. Mîrza Ronî o döneme dair şunları anlatıyor: “Tatwan’da derneğe gitmeye başladım. Oradaki aktivitelere katıldım. Kürt meselesinin farkındaydım artık, sosyalist fikirleri de algılamaya başlamıştım. Başlarda Kürt derneklerine gidişim meraktandı. Bir gün bir derneğe gittim. Kürtçe şarkı çalıp, söyleniyordu. Orada bambaşka bir duyguya büründüm. Kültür-sanat ve politik toplantılara katılmaya başladım ve sonrasında ben de politikleştim. Bir yandan okula bir yandan derneğe gitmeye ve Kürt sorunuyla ilgilenmeye başladım. Tatwan’daki okulumuzda ilkokul ve lise aynı binaydı. Bir yanda Kürt öğrenciler bir yanda da devletçi olan öğrenciler vardı. Sık sık kavgalar olurdu. Bu kavgalardan dolayı kimi zaman okullar tatil oluyordu. Camlar kırılıyordu. Birçok kez bizi alıp karakola götürdüler. Böyle bir süreçten geçerek büyüdük.”
‘İlk şiirimi Kürtçe yazmak istedim’
12 Eylül Darbesi döneminde liseye gittiğini ve o dönemi tüm zorluklarıyla yaşadığını ifade eden Miraz Ronî anlatmaya devam ediyor: “Tüm zorluk, baskı ve şiddete rağmen artık Kürtlük bilinci, kimlik bilinci oluşmuştu. Kürt derneklerine daha sık gidiyor, Kürtçe okuma-yazmayı da ilerletiyordum. İlk defa 1978-79’da Duvar gazetesi için Kürtçe bir şiir yazdım. Kürtçeyi iyi biliyordum ama yazma sorunum vardı. Onu da öğrenince ilk şiirimi Kürtçe yazmak istedim. Kürtçe yazımla ilk ilişkim böylece başlamış oldu. O günden bu güne Kürtçe aşkım, sevgim sürüyor. O şiiri yıllar sonra 1999’da yeniden yayımladım. Amed Kitap Fuarı’nda toplatılan kitaplar arasında ‘Di siya dara xaçê de serhildan’ kitabım da vardı. İlk yazdığım şiir olan ‘Sebirke dilo’ şiiri de bu kitabın içinde yer alıyordu.”
‘Hep Kürtçe yazdım’
Miraz Ronî, Kürtçe şiirlerinin bir kısmını 90’lı yıllarda annesinin, ‘Eve baskın olur, tutuklanırsın’ diyerek, kendisinden habersiz yaktığını, bir kısmını da köydeki evlerinin altında toprağa gömdüğünü ve yıllardır orada saklı olduğunu ifade ederek şöyle devam ediyor: “Kürt hareketi ve Kürt siyaseti artık gelişmiş, Kürt bilinci oluşmuştu. 1984’te Çukurova Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği’ni kazandım ama gitmedim. Sonrasında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İktisat Bölümü’nü okuyup bitirdim. Muhasebeci oldum, çalıştım ama hep yazdım, hep Kürtçe yazdım; Kürtçeden hiç kopmadım.”
Mandella’ya şiir
Gözaltıların, cinayetlerin, faili meçhullerin yaşandığı yıllarda Mersin’e gittiğini dile getiren Miraz Ronî, Mersin’deki hayatına dair ise şunları söylüyor: “Mersin’de çok sayıda Kürt vardı. Orada mesleğimi yapmaya başladım ama hep kendimi ifade etmek için bir arayış içindeydim. Bir hayalim vardı. Moskova radyosuna mektuplar gönderdim; oraya makaleler yazdım. 1994’te BM’ye ve tüm devlet başkanlarına hitaben 10 sayfalık bir bildirge yazdım. ‘Dünyayı felakete götürmeyin, insanların haklarını tanıyın, insanlığa hizmet etmek zorundasınız’ dedim. Nelson Mandela’ya bir şiir yazıp gönderdim. Ulaştı mı bilmiyorum. Her yerde hakkımız ve halkımız için yazdım, çizdim, duyulsun istedim.”
İstanbul’a yolculuk
Miraz Ronî, 1998’e kadar Mersin’de Mezopotamya Kültür Merkezi’nde Kürt dili için çalışmalar yürütüyor. Ardından İstanbul’da geçerek orada da faaliyetlerine devam ettiğini söyleyen Ronî, o günleri ise şu sözlerle anlatıyor: “Kürtçeyi korumak için arayış içerisindeydim. İstanbul Kürt Enstitüsü 1992’de kuruldu. Kürtçeye daha iyi hizmet etmek için oraya gitmek istiyordum, hayalim oraya varmaktı. Bu nedenle İstanbul’a yolculuk başladı. İstanbul Kürt Enstitüsü’ne gittim. Yıllarca burada aktif olarak çalıştım. Enstitüde yüzlerce öğrenciye kendi anadillerinde ders verdik, hizmet ettik. Ayrıca sempozyum ve panellere katıldım. Kürt dilinin önemini anlatmak, Kürtçenin değerinin bilinmesini sağlamak için hep çırpındım, uğraştım.”
İlk resmi Kürtçe tercüman
Türkiye’de 1999’da ilk kez mahkemelerin resmi olarak İstanbul Kürt Enstitüsü’nden tercüman talep ettiğini anlatan Miraz Ronî, gelen talebin ardından Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM)’ne gidiyor. Ronî o süreci şu sözlerle anlatıyor: “Daha önce tercümanlık işini mübaşir ya da katip yapıyordu. PKK davasından yargılanan bir kadın vardı. Kadın hiç Türkçe bilmiyordu. Avukatlar da mahkemeye tercümanlık talebinde bulundu. Bu talep hakimin de inisiyatifiyle kabul edildi. Mahkemede ilk resmi Kürtçe tercüman ben oldum.”
Boğaziçi’nde Kürtçe öğretti
Ronî, 2000’de İsveç’te Upsala Üniversitesi bünyesinde bulunan Kürtçe dil bölümünde 6 aylık eğitim sertifikası alıyor. Daha sonra Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde mastır yapan Ronî, 2019’da ise Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin talebiyle bir yıl boyunca Kürtçe ders veriyor. Miraz Ronî, “Boğaziçi’nde Kürt dilini öğrencilere öğretmek çok güzeldi. Aynı şekilde gençlerin de bu eğitimi isteyerek alması beni çok mutlu etti. Çok güzel günlerimiz ve anılarımız oldu” diyor.
İki yıllık hukuksuz tutsaklık
Miraz Ronî, 90’lı yıllarda birçok kez gözaltına alınır. İlk kez 2011’de KCK İstanbul Davası’na bağlı olarak Siyaset Akademisi Davası’nda tutuklanır. Ronî, tutuklanma sürecine ilişkin şunları dile getiriyor: “Siyasi Akademisi’nde hiç eğitim vermedim. O dönem Kürt Enstitüsü Başkanı Sami Tan ile beraber oraya gittik. Kürt edebiyatı üzerine konuştuk. Operasyon yapılınca oraya giden kim varsa hepsini aldılar. 205 kişi gözaltına alındı. Cezaevinde 2 yıl kaldım. Hukuksuz bir şekilde tutuklandım ve dava halen devam ediyor.”
Kürtlerin de statüsü olsun
Kürtlerin statü sahibi olması gerektiğini belirten Miraz Ronî, dünya genelinde Kürtler gibi statü talebinde bulunan halkları örnek göstererek şunları ifade ediyor: “Geçtiğimiz yıllarda Fransa’ya yakın bir yere gittik. Andora diye bir yer. Nüfusu 70 bin civarında yani bizim Bedlîs merkez kadar. Devlet statüsünde. Monaco, Lüksemburg, San Marino gibi birçok yerin özerk statüsü var. Bunların hepsi dünyada gelişen etnik hakların, topluluk hakların bilince çıkmasıyla elde edilmiş, dünya da kendini buna uyarlamış. Kavgayla, zorla, direnişle ama uyarlanmış. Dünya oraya doğru gidiyor. Peki Kürtler niye bu haklara sahip değil? Madem Kürtler var, o zaman hakkı, hukuku, dili, kültürü, sanatı da var. Bu neden kabul edilmiyor? Bir yerde hak ve hukuk gasp edilirse o halkın dili de kültürü de sanatı da yok sayılır. Türkiye de öyle bir yer ve Kürtlerin dili, kültürü bu zihniyet ve anlayışla yok sayılıyor. Kürtler bir statüye sahip olursa kıyamet mi kopacak?”
Önce biz dilimize sahip çıkalım
Son olarak “Kürtçe eğitim dili olsun”, “Kürtçe konuşalım” gibi taleplerin sadece talep etmekle gerçekleşmeyeceğine işaret eden Miraz Ronî sözlerini şöyle tamamlıyor: “Bu talebe sosyolojik, psikolojik, ekonomik boyutlarıyla yaklaşılmalı ve geniş bir çözüm geliştirilmeli. Bunun bilincini oluşturmamız lazım. Propaganda ile de değil; yaşamın her alanına taşıyarak, konuşarak, mücadele ederek, ısrar ederek yapabiliriz. Türkiye’de sömürge ve baskı politikalarından dolayı tek bir dile mahkum olma durumu, her şeyi onunla yapma düşüncesi var. Bu, dayatmalar, baskılar ve asimilasyon sonucunda oldu. Evlerimize dışarıdan gelen bir Kürt olsa da Türkçe hitap ediliyor. Süleymaniye’den, Hewlêr’den gelmiş, ‘Hoş geldin’ diyor. Onu görünce aklına Türkçe geliyor. Sanki dünyada tek bir dil var. Böyle bir bilinç, bilinçaltı oluşturuldu. Bu durumu aşmak gerekiyor. İnsanlar çocuklarına kesinlikle anadillerinin yanında farklı diller de öğretsin. Kürtler tek dil algısından kurtulmalıdır. Türkçenin her şey olmadığı anlaşılmalı, anlatılmalı ve halkımıza kavratılmalı. Kürt dilinin önemi bilince çıkartılmalı. Öncelikle bizler dilimizi sahiplenmeli, korumalıyız. Yoksa kimse dilimize sahip çıkmaz.”