Lorîn Şengal Soykırımı'nın özeti

Dosya Haberleri —

Şengal çocuklar

Şengal çocuklar

Şengal Dağı’nda yaşanan vahşeti belgeleyen az sayıdaki gazeteciden biri olan Fırat Tunç ile Şengal Soykırımı'ndaki tanıklığını konuştuk

  • Şengal Dağı’na ulaştığımızda sadece 12 kişilik bir HPG gerilla grubu vardı. Bu grup daha sonra halk arasında “Dervişê Evdî’nin 12 Süvarisi” olarak anılacaktı. Gerillalardan 3’ü, KDP peşmergeleri tarafından gözaltına alınmıştı. Geriye kalan 9 kişi, dağda kalarak halkı savunmaya çalışıyordu. Gıda yoktu, içme suyu neredeyse hiç yoktu. Birçok kişi yalınayak kaçmıştı.
  • Şengal’de yaşanan trajedinin en çarpıcı simgelerinden biri Lorîn adında 3 aylık bir bebekti. Annesi ve babası DAİŞ tarafından esir alındığı için Lorîn evde tek kalıyor. O sırada, beş küçük çocuğuyla birlikte dağa doğru kaçmaya çalışan komşuları Xezal, ağlama sesini duyunca Lorîn’i de yanına alıyor… Lorîn’e benzeyen onlarca, belki yüzlerce başka hikaye vardı. 
  • İnsanların güvenliğini sağlamak için bir an önce çıkış yolu bulunması gerekiyordu. Bu nedenle daha ilk günlerden itibaren, Rojava’ya doğru bir koridor açılması fikri gündeme geldi. O noktadan sonra herkes, bu büyük halk kitlesinin güvenli biçimde tahliyesine odaklandı. Direnişin moral etkisi önemliydi ama asıl hedef, halkı güvenli bir şekilde kurtarabilmekti.

ERKAN GÜLBAHÇE

Êzîdîler kimi tarihi bilgilere göre 73, kimi tarihi bilgilere göre de 74 kez fermana maruz kaldı. Ancak bu fermanlardan sonuncusu olan 3 Ağustos 2014’teki ferman 21. yüzyılda dünyanın gözleri önünde yaşandı. Ve dünya DAİŞ'in soykırımını izlemekle yetindi. Êzîdî halkına yaşatılan bu vahşette 10 ila 12 bin arasında insan hayatını kaybetti ve binlercesi de kaçırıldı. 300-400 bine yakın insan yerinden edildi, yaralandı ya da psikolojik olarak ağır travmalar yaşadı. Yüz binlerce insan dağlara sığınmak zorunda kaldı, kadınlar ve çocuklar esir alınıp köle pazarlarında satıldı. Ancak 12 HPG gerillası ve YPG savaşçılarından oluşan küçük bir direniş hattı, halkı hayatta tutan tek güç oldu. YPG birlikleriyle birlikte Şengal Dağı’na varan ve tüm trajediyi belgeleyen az sayıdaki gazeteciden biri de Fırat Tunç’tu. Çektiği fotoğraflarla Êzîdî halkının yaşadığı acıları tarihe not düşen gazeteci Fırat Tunç ile Şengal Soykırımı'ndaki tanıklığını konuştuk.

 

 

Şengal Dağı’na ulaştığınızda nasıl bir tabloyla karşılaştınız? 

Şengal Dağı’na ulaştığımızda, henüz YPG’den hiçbir birlik bölgeye ulaşmamıştı. Sadece 12 kişilik bir HPG gerilla grubu vardı. Bu grup daha sonra halk arasında “Dervişê Evdî’nin 12 Süvarisi” olarak anılacaktı. Gerillalardan 3’ü, KDP peşmergeleri tarafından gözaltına alınmıştı. Geriye kalan 9 kişi, dağda kalarak halkı savunmaya çalışıyordu. Bizimle birlikte Şengal Dağı’na geçen YPG’liler, bölgeye ulaşan ilk YPG birliğiydi. Ardından başka birlikler de gelmeye başladı. Ancak o gece halkın kaçış hattı boyunca ilerleyip dağa ulaşmak bizim için unutulmaz bir tanıklık oldu. Gözümüzü çevreye çevirdiğimizde, felaketin asıl boyutunu o zaman fark ettik. Büyük ağaçların olmadığı, çoğunlukla bir-iki metrelik çalılıklarla kaplı bu dağlık arazide neredeyse her taşın altında, her çalının dibinde, her eski duvarın arkasında insanlar vardı. Saklanıyor, bekliyor, hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Dağın en yüksek noktasındaki Quba Çilmêra’ya çıktık, ardından Geliyê Kersê’ye kadar indik. Aynı gün içinde hem kuzey hem de güney yamaçlarını dolaşarak olayın tüm boyutlarını görmeye çalıştık. Her adımda karşılaştığımız manzara, felaketin büyüklüğünü daha da görünür kılıyordu.

Geliyê Kersê’ye indiğimizde tablo daha da netleşti. Çünkü dağdaki tek su kaynağı oradaydı ve tahminen 300 bin insan bu bölgede toplanmıştı. Bu sayının daha da yüksek olması mümkündü. Sadece Êzîdîler değil, Telafer’den kaçan Şii Türkmenler de oradaydı. O dönemde bölgedeki toplam nüfusun 400 ila 500 bin civarında olduğu tahmin ediliyordu ve büyük bölümü Şengal Dağı’na sığınmıştı.

Burası bir yerleşim alanı olmadığı için temel ihtiyaçların karşılanabileceği hiçbir altyapı yoktu. Gıda yoktu, içme suyu neredeyse hiç yoktu. Birçok kişi yalınayak kaçmıştı. Arabayla gelenler, yakıtları bitince araçlarını yolda bırakmıştı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar günlerce yürüyerek ulaşabilmişti. Kimileri iki-üç günde, kimileri ise ancak on gün sonra dağa varabilmişti.

 

Lorîn bebek

 

Şengal’de tanık olduğunuz en sarsıcı an neydi?

Şengal’de yaşanan trajedinin en çarpıcı simgelerinden biri, Lorîn adında üç aylık bir bebekti. DAİŞ saldırısı başladığında ailesi Şengal merkezde yaşıyormuş. Baba o sırada dışarıdaymış, anne ise evde yalnızmış. Her ikisi de DAİŞ tarafından esir alındığı için Lorîn bebek evde tek başına kalıyor. O sırada, beş küçük çocuğuyla birlikte dağa doğru kaçmaya çalışan Xezal adında bir komşu kadın, yan evden bir bebek sesi duyduğunu, evin içine girerek Lorîn’i aldığını ve kendi çocuklarıyla birlikte Şengal Dağı’na kadar taşıdığını anlattı. O gün Lorîn ile ilgili bir haber hazırladım. Birkaç gün sonra Lorîn, Xezal annenin kurduğu küçük bir çadırdaydı. Çevredeki insanlar “Bu bizim çocuğumuz değil ama Şengal’in çocuğu” diyerek sahipleniyordu. Lorîn henüz üç aylıkken annesiz ve babasız kalmıştı. Yaşanan katliamın ortasında, daha dünyaya gözlerini yeni açmışken bir halkın başına gelen felaketi yaşamıştı. Ama o, yaşananların sembolüydü. Adeta Lorîn bebek, Şengal Katliamı’nın bir özetiydi. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra Lorîn’i tekrar ziyaret ettim. Annesinin bu süreçte birçok farklı yerde tutulduğu, Telafer ve Musul gibi kentlerde zindanlara konulduğu ve en sonunda bir takas yoluyla kurtarılarak dağlara ulaştığını öğrendim. Babası da benzer bir süreçten geçmişti. Lorîn sadece bir bebek değildi. Bir halkın kayıplarını ve yalnızlığını yansıtan küçük bir ayna gibiydi. Onun hikayesini üç ayrı haberde işledim. İlkinde dağa ulaştırıldığı gün, ikincisinde ailesinin durumu, üçüncüsünde ise süreç içinde yaşanan gelişmeleri aktardım. Lorîn’e benzeyen onlarca, belki yüzlerce başka hikaye vardı. 

 

Şengal dağından ayrılan bir helikopter düşüyor. Helikopterdeki yaralılara yardım eden gerila Komutanı Egîd Civyan

 

Xelef…

Anlatılanlar arasında ise beni en çok sarsanlardan biri de 60’lı yaşlarındaki Xelef’e aitti. Ailesini bir traktörle Şengal Dağı’na doğru göndermiş, kendisi ise iki oğluyla birlikte arkada kalanlara yardım etmek için geride kalmıştı. Dağa sadece birkaç kilometre kala, DAİŞ çeteleri yollarını kesmiş. Kadınları ayırıp götürmüşler, erkekleri ise sıraya dizmişler. Xelef’in bana anlattığına göre, yaklaşık 80 ila 90 kişi, dört ya da beş kişilik DAİŞ çetesi tarafından üç sıra halinde dizilmiş ve ardından kurşuna dizilmişti. Herkes yere yığılmıştı. Xelef de dört kurşunla yaralanmıştı; ikisi ellerine, ikisi ayaklarına isabet etmişti. Ölümcül bir yara almamıştı ama ciddi biçimde kan kaybediyordu. Kendini yerdeki cansız bedenlerin arasına atarak, hiç nefes almadan ölü taklidi yaparak hayatta kalmayı başarmıştı. Kısa bir süre sonra çetelerden biri geri dönerek hala nefes alan olup olmadığını kontrol etmiş. Nefes aldığı fark edilen kişilere tekrar ateş açtıklarını söyledi. Dakikalar sonra militanlar oradan ayrılmış. Xelef, üzerindeki ölü bedenleri kaldırarak altından çıkmış. İki oğlu da aynı şekilde kurtulmuştu. O grubun içinden sekiz kişi, ölü taklidi yaparak DAİŞ’in katliamından sağ kurtulabilmişti. Xelef, çocukları ve diğer kurtulanlar yaralarını orada kendi imkanlarıyla sarmış. Ardından, iki gün boyunca yürüyerek, dinlenerek yaralarıyla Şengal Dağı’na ulaşmışlardı. Hayatta kalmayı başarmışlardı. Bu tanıklık, o gün yaşanan vahşetin büyüklüğünü de gözler önüne seriyordu.

 

Şengal dağından kaçmaya çalışırken yaralananlar

 

Koço köyünde neler yaşandı?

14-15 Ağustos civarında Koço köyünde büyük bir katliam yaşandığı haberi geldiğinde Şengal Dağı’ndaydım. Gelen ilk bilgiler, köyde yüzlerce kişinin öldürüldüğü, kadınların ise DAİŞ tarafından esir alındığı yönündeydi. Bu kadınların daha sonra Reqa’daki köle pazarlarında satıldığı söylendi. Koço’da yaklaşık 600 ila 800 kişi kalmıştı. DAİŞ, yaklaşık 10 gün boyunca her gün köye gelerek, “Ya Müslüman olursunuz ya da öldürülürsünüz” diyerek köylülere baskı uygulamış. Ancak köylüler bu dayatmayı kabul etmemiş.

15 Ağustos sabahı kadınlar erkeklerden ayrılarak başka bir yere götürülmüş. Erkekler ise köydeki okul binasında toplanmış, yan yana dizilmiş ve orada kurşuna dizilmişler. Cenazeler okulun arkasına, toplu bir mezara gömülmüş. Bu bilgileri, saldırıdan sağ kurtulup 12-13 Ağustos gibi Şengal Dağı’na ulaşan bazı tanıklardan dinledim. DAİŞ köydeki halkı sistematik biçimde kuşatmış, son gün ise erkekleri katledip kadınları kaçırmış. Koço Katliamı’nın boyutları daha sonra çeşitli belgelerle teyit edildi. Sayı tam olarak netleşmemekle birlikte, 600 ila 800 kişi arasında olduğu ifade ediliyordu. Şengal Dağı’nın zirvesinden, Quba Çilmêra’dan Geliyê Kersê’ye kadar uzanan hatta bu kaçışı belgeledim. Dağın eteklerinde yaşanan trajediler çok büyüktü. Bazı Êzîdî kadınların teslim olmamak için uçurumdan atladığına dair tanıklıklar dinledik. 50 yaş üstü çok sayıda kişi kaçamadan köylerinde kalmıştı. Cidalê köyünde de bir katliam yaşandığı bilgisi ulaştı. DAİŞ’in köydeki insanları toplu olarak katlettiği söylendi. Biz doğrudan belgeleyemedik ama bölgeye giden bazı arkadaşlarımızın çektiği fotoğraflar elimize ulaştı. O kareler durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Daha sonra bu belgeleri yayımladık.

 

Suya ulaşan halk

 

Dağda su, güvenlik ve direniş açısından nasıl bir durum vardı? Özellikle Geliyê Kersî bölgesinde yaşananlar neydi?

Dağın farklı bölgelerinden gelen insanlar, özellikle Geliyê Kersî’deki küçük dere çevresinde toplanmıştı. Çünkü dağdaki tek su kaynağı orasıydı. Bu alana ulaşanların sayısı kısa sürede 100 bini aştı. İlk 2-3 gün boyunca çok büyük bir çaresizlik hakimdi. Ne yiyecek ne içecek ne de güvenlik vardı. İnsanlar günlerce aç susuz bekledi. Çocuklar, yaşlılar ve kadınlar ölümle yaşam arasına sıkışmıştı. Tam da bu noktada sadece yedi HPG gerillasının gerçekleştirdiği direniş, tüm o karanlığın içinde bir umut ışığı gibi parladı. Sayıları çok azdı ama DAİŞ’ın dağa sızmasını önlemek için hayatlarını ortaya koyarak savunma hattı oluşturdular. Bu gerillalar olmasaydı DAİŞ doğrudan dağa ulaşabilir ve belki de büyük bir kıyım daha yaşanabilirdi.

Biz ikinci gün bölgeye ulaştık. Bu nedenle ilk gün yaşananları doğrudan gözlemleyemedik. Ancak daha sonra orada bulunan bir HPG gerillasıyla görüştüm ve onun anlatımlarına dayanarak ilk günün haberini yazdım. O anlatıya göre, DAİŞ saldırının ilk günü şehir merkezini ve çevredeki köyleri hızla işgal etmiş. Dağa ilk girişler ise ikinci gün başlamış. Yani Êzîdî halkı ilk gün Şengal ovasından dağa doğru kaçarken, DAİŞ hala ovada ve köylerdeydi. İkinci gün itibariyle hem halk hem de savaşçılar dağa yönelmişti. Şunu açıkça söyleyebilirim: O birkaç gerillanın varlığı, hem halkın moralini hem de güvenliğini sağlayan yegane unsurdu. Onların sayesinde hem DAİŞ püskürtüldü hem de direnişin ilk adımları atıldı. Bu küçük direniş hattı, ilerleyen günlerde daha büyük bir savunma hattına dönüştü.

Direniş nasıl başladı? Sivillerin korunması ve tahliye süreci nasıl şekillendi?

DAİŞ çeteleri, Şengal halkının “Lof” dediği ve şehir merkezinden dağın zirvesine doğru kıvrılarak çıkan yolu kullanarak ilerlemeye başlamıştı. Bu yolun sonunda, KDP’ye ait ama arızalı olduğu için terk edilmiş bir doçka aracı vardı. HPG’li bir gerilla bu aracın başına geçmiş. Anlattığına göre, dört kişilik bir DAİŞ aracı o güzergahtan yukarı doğru yaklaştığında siviller panikle etrafa dağılmış. Araç yaklaşık 150 metreye kadar geldiğinde, doçkadan ateş açmış. Araca isabet etmiş, içindekiler dışarı fırlamış ve böylece çatışma başlamış. Gerilla yüksek bir noktada olduğu için avantajlıymış ve o çatışmada DAİŞ militanlarının tamamı etkisiz hale getirilmiş.

Bu ilk direniş anı, dağdaki sivillerin moralini bir anda değiştirmişti. Gerilla, halktan bazı kişilerle birlikte silahlarını alarak vurulan aracın yanına gittiklerini, orada şunu söylediğini aktarıyordu: “Bakın, direnirsek kazanabiliriz. Bunlar öyle yenilmez ya da ölümsüz değil. Eğer birlikte direnirsek, bize hiçbir şey yapamazlar. Hep birlikte direnmeliyiz.” Bu sözlerden sonra, özellikle gençler ve orta yaş grubundaki bazı siviller açıkça direnişe katılma isteği göstermeye başladı. “Biz buradan çıkmayacağız, burayı savunacağız” diyenler oldu. Ancak hem HPG’li hem de YPG’li savaşçılar yaptıkları değerlendirmelerde, dağda bu kadar büyük bir sivil kalabalığın uzun süre korunmasının mümkün olmayacağını vurguluyorlardı. Çünkü ne yiyecek yeterliydi, ne su vardı ne de askeri anlamda güçlü bir savunma hattı kurulabilmişti. İnsanların güvenliğini sağlamak için bir an önce çıkış yolu bulunması gerekiyordu. Bu nedenle daha ilk günlerden itibaren, Rojava’ya doğru bir koridor açılması fikri gündeme geldi. O noktadan sonra herkes, bu büyük halk kitlesinin güvenli biçimde tahliyesine odaklandı. Direnişin moral etkisi önemliydi ama asıl hedef, halkı güvenli bir şekilde kurtarabilmekti.

 

Êzîdîleri korumak için Şengal dağına gelen gerillalar

 

Koridor açıldıktan sonra tahliye süreci nasıl işledi? Halkın güvenlik güçlerine yönelik tepkisi neydi?

Rojava’dan gelen YPG güçleri, halkın güvenli alanlara ulaşabilmesi için yaklaşık dört güne ihtiyaç duydu. Bu süre boyunca yoğun çatışmalar yaşandı. 7-8 Ağustos civarında, nihayet bir koridor açıldı ve insanlar yavaş yavaş Rojava’ya ve Güney Kürdistan’a geçmeye başladı. Ancak oraya ulaşan herkesin ortak bir sitemi vardı: Bizi koruması gereken on binlerce silahlı güç vardı ama hiçbir şey yapmadılar. Hatta bunun bilinçli olarak yapıldığını düşünen çok sayıda insan vardı. Bu nedenle hem PDK’ye hem de Irak hükümetine karşı çok ciddi bir öfke doğmuştu. Şengal’deki güvenlik yapısının neredeyse tamamı PDK’ye bağlıydı. Irak hükümetine bağlı bazı yerel korucular dışında başka bir yapı yoktu. O yüzden ilk günden itibaren KDP’ye yönelik tepkiler çok yüksekti ve bu öfke halk tarafından açıkça dile getiriliyordu. Herkesin zihninde aynı soru vardı: Onlar neredeydi? 

Bir noktaya özellikle dikkat çekmek istiyorum: Bu fermanın başladığı ilk günden itibaren Özgür Basın emekçileri olarak koridorun açıldığı ana kadar tüm süreci yerinde izleyen bizlerdik. O dönem hepimiz özgür basın çatısı altında çalışıyorduk. Yaşananların boyutunu, vahametini ve halkın direnişini en net biçimde kamuoyuna aktaran yayınlar Özgür Basın tarafından yapıldı. Gerçekleri dünyaya ulaştıran en güvenilir kaynaklardan biri bizdik.

 

 

* * *

Êzîdîler artık kendilerini koruyabiliyor

Uluslararası alanda Şengal Katliamı’nın tanınması ve Êzîdî halkının haklarının korunması için ne tür girişimler oldu?

Avrupa başta olmak üzere birçok yerde, Şengal Soykırımı'nın tanınması, faillerinin yargılanması ve bu tanımın dünya kamuoyuna kabul ettirilmesi amacıyla çeşitli çalışmalar yürütüldü. Diplomatik düzeyde de bazı girişimler oldu ancak bu çabalar, henüz somut ve kalıcı bir sonuca ulaşamadı. Diğer yandan, Şengal üzerinde süregelen politik müdahaleler bu süreci daha da zorlaştırıyor. 9 Ekim 2020’de imzalanan protokol, bunun en somut örneklerinden biri. Bu anlaşma, Şengallilerin kendi özsavunma güçlerinin bölgeden çıkarılmasını öngörüyordu. Bu da Êzîdîlerin bir kez daha kendi kaderleriyle baş başa bırakılması anlamına geliyordu. Söz konusu protokol bugün bile uygulanmak isteniyor. Ancak Şengalliler bu tür dayatmalara karşı net bir duruş sergiliyorlar. Kendi örgütlenmelerini, savunma yapılarını ve öz yönetimlerini korumakta kararlılar. Verdikleri mesaj çok açık: “Biz kendimizi savunabiliriz. Kendi özel statümüzle var olmak istiyoruz.” Bu nedenle hem yerel hem de uluslararası baskılara karşı direniyorlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.