MS’e feminist rötuş

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • ‘Duyarlı araştırma merkezlerinde bile hâlâ insan olmayan hayvanlar ilaç yapımında kullanılıyor. MS’le yaşamak nasıl feminist bir meseleyse,  yeryüzüyle ilişkinin insan-merkezci kurulmadığı bir gelecek umudu için elimden geleni yapma kaygısı belirleyici bunda.'

‘Çok yordun kendini, her şeye neredeyse hep tek başına koşturdun’ diyordu, Simten’in MS tanısını paylaştığı ilk arkadaşı. Hastaneden çıktığında üzerine düşünmemek için, arabaya doğru yürürken en rahat onunla paylaşabileceğini bildiği için onu aramıştı. Telefonu yüzüne kapatası geldi. Nörolog MS’in genetik olmadığını, bağışıklık sisteminin ne ara ve hangi kişisel, toplumsal ve kültürel nedenlere bağlı olarak kendine düşman kesildiğinin bilinmediğini söylemişti. Telefonun diğer yanındaki ses nereden biliyordu? MS’i onunla bir daha konuşmadı. Öğrendiklerinde yapması/yapmaması gerekenleri dizen arkadaşlarıyla da… Toplumun tıbbileştiği bir dünyada, MS gündeliğini arkadaşça-doktor işgalinden koruma kararına tutundu. 

Oysa diyor, Woolf, ‘hastalığın ne kadar sıradan olduğu, yol açtığı ruhsal değişimin büyüklüğü, sağlığın ışıkları kısıldığında duyduğumuz şaşkınlık, ölümün kuyusundan aşağı inişimiz ve yok oluşun sularını hemen başımızın üstünde hissetmek ve uyandığımızda kendimizi meleklerin eşliğinde bulacağımızı düşündüğümüzü göz önüne aldığımızda …sulara karışarak yeryüzünden silinmenin hemen şuracıkta olduğunu … bunları ve sayısız diğer şeyi göz önüne aldığımızda … hastalığın, aşk, savaş ve kıskançlıkla birlikte edebiyatın önde gelen temalarından biri olmamasının tuhaflığını fark ederiz’

Woolf gripten bahsediyor; Hasta Olmak Üzerine’yi (1925) yazdığı dönemde zor atlatılır. Gripten kaynaklanan komplikasyonlar nedeniyle ölenler hâlâ var – 65+’lar ve MS gibi bağışıklık sorunuyla yaşayanlar bu açıdan risk altındalar. Bu insanlar neoliberal çalış-tüket-yokol toplumlarının, falsolarını, hastalıklarını bedenlerinde taşıdıkları için anormal, eksik, kusurlu addedilir; iş piyasasına, sermaye birikimine, sonsuz para döngüsüne katkıları düzenin devamı için gerekenin altında ya da hiç. Bu nedenle toplumun çeperine itilirler; mümkünse ayak altından çekilirler; çekilmezlerse çiğnenirler. Kapitalist toplum zaten böyle bir şey: Ezilecek gibiysen kenara itilirsin; kenarın yaşamsallığını görünür kıldığında baskılanırsın. Neoliberal düzen dahasını yapar – sağlıklı yaşamın imkân alanlarını kişisele tıkmak marifetiyle imkânsız kılar. 

O nedenle Simten, son altı yıldaki kıtalar-arası MS’le yaşamda şanslı olduğu fikrinde: Sağlık hizmetinin hiç cazip olmadığı ABD’de, asgari ücretle ve minimum güvenceyle yaşarken gerekli ilaçlara ücretsiz ulaşabileceği programlara dâhil olmasını sağlayan sosyal hizmet uzmanlarıyla ve nörologlarla karşılaşır; sağlık sisteminin insanların yaşam sürelerini uzatmaktan ziyade kâr-zarar eğrisine göre işlediği Türkiye’de ilaçların çoğuna ücretsiz erişebilir. Öte yandan, bu MS’li yaşamını kolaylaştırmaz. Onca kimyasalı salt ilerlemeyi erteleme ümidiyle kullandığı sır değil. Her yeni ilaçta ve gündeliğini az aksatmak için eklenen – kendi ifadesiyle ‘eşantiyon’ – ilaçları kullanırken hep denek olduğunu biliyor. Bu nedenle MS’le ilaçlı yaşamayı tercih ediyor: ‘Duyarlı araştırma merkezlerinde bile hâlâ insan olmayan hayvanlar ilaç yapımında kullanılıyor. MS’le yaşamak nasıl feminist bir meseleyse,  yeryüzüyle ilişkinin insan-merkezci kurulmadığı bir gelecek umudu için elimden geleni yapma kaygısı belirleyici bunda. İlaç endüstrisiyle ilişkilenirken salt tüketici sıfatından uzak durmaya çalışırken kendimi denek kılmak en doğrusu.’

Tıp tarihinde ağrı en eski sağlık sorunu olarak geçiyor. Bu sütunda çocukluktaki ağrı deneyimimle başlayıp Gülden Özcan’ın TNBC’yle yaşamına geçtim; ardından Simten Coşar’ın MS tecrübesine baktım. Ortak nokta farklı yaş gruplarından feminist kadınlar olmamız. Tesadüf değil; zira ‘kronik ağrı erkekler ve kadınlar için önde gelen engellilik nedeni; ama kadınların yapıp etmelerine olumsuz etkisi daha fazla.’  Gelecek yazıda, Elâ Denizsoy’un kronik ağrıyla yazma deneyimine bakarken yüz yıl önceden Woolf yine eşlik ediyor: ‘Hastayken kelimeler mistik görünür. Görünüşteki anlamların ötesinde olanı kavrarız; kelimelerin fikirlere kıyasla zayıf olduğunu bilerek ne kelimelerin ifadelendirebildiği ne aklın açıklayabildiği bir halet-i ruhiyeyi hissettirmek için sayfaya dağınık bir şekilde yaydığı bu, şu ve ötekini – bir sesi, rengi, şuraya vurguyu, oraya esi - sezgisel olarak bir araya getiririz...’  

Kadınların kronik ağrıyla ilişkisi bedeni ötelemeyen gündelik tecrübeyle netleşir. Bilmek isteyelim, yeter.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.