NATO toplantısı ve Erdoğan-Biden görüşmesi üzerine

Forum Haberleri —

.

.

  • Erdoğan rejiminin bölgesel yayılmacı politikalar içerisine girerek, hegemonyanın sinir uçlarına dokunan politikaları konusunda önü kesilmiş olsa da, gerek NATO zirvesinde gerekse de ABD ile görüşmesinde Kürdistan coğrafyasını işgal ve soykırıma dönük onay aldığı görülmektedir.

DOĞAN AMED - AHMET BİRSİN

Gerçekleşen NATO toplantısını uluslararası hegemonyanın yaşadığı çıkmaz ve kapitalist uygarlığın gittikçe derinleşen kaos ve krizinin aşılması amacıyla, hegemonyanın öncülüğünü elinde bulunduran ABD’nin müdahalesi olarak okumak yanlış olmayacaktır. Açıklanan kararlara bakıldığında bu durum net olarak anlaşılmaktadır. NATO ülkeleri, rol ve misyonlarına göre yeniden konumlandırılmıştır.

Toplantı sonrası NATO-ABD ve G-7 ülkelerinin açıklamalarına bakıldığında, NATO disiplini içinde hareket etmeyen, rekabeti yıkıcı düzeye dönüştürerek uluslararası hegemonyanın çıkarlarından ziyade kendi aile ve iktidar çıkarlarının peşine düşüp uluslararası sistemi zayıflatan ülkelerin yeniden “NATO’nun çelik disiplini” içerisine alınması yönünde bir görüş birliği oluştuğu ortaya çıkmaktadır.

Çin’in askeri, teknik, ekonomik yükselişi, Rusya’nın askeri gücü ve Ortadoğu’da süren 3. Dünya Savaşının gidişatı NATO zirvesinin başlıca gündemi olmuştur.

ABD, rakip olarak stratejik belgesine aldığı Çin ve baş “düşman” olarak bellediği Rusya’ya karşı NATO üyelerinin buna göre hareket etmesini ikili ilişkilerde temel istem haline getirmiş, üye ülkeler bunu genel anlamda “kabul” emiştir. Bunun için ABD’nin Trump döneminde AB ile bozulan ilişkileri yeniden tesis edilmiş, transatlantikteki çıkarlarını korumak için AB ile beraber hareket etme NATO zirvesinde tescil edilmiştir.

Küresel hegemonya ve Kürdistan

Biliniyor ki, tarih boyunca, tüm küresel sistemler Ortadoğu’da kurulmuş, buradan yayılmış, aynı biçimde buradan çöküş ve dağılma aşamasına gelmişlerdir. Ortadoğu’yu, Ortadoğu’nun orta yerinde olan Kürdistan’ı elinde tutan güç-güçler sistem olabildikleri gibi, tüm kıtalara buradan yayılarak hükümranlıklarını kurabilmiş ve sürdürebilmişlerdir. Asur, Pers, Osmanlı ve kapitalist hegemonyanın son iki yüz yıllık gelişimi ve yayılması bunun somut kanıtıdır.

Bu anlamda çok fazla dillendirilmek istenmese de, NATO zirvesinin ele almış olduğu en önemli konulardan birisi Ortadoğu ve elbette ki, Kürdistan merkezli 3. Dünya savaşı ve bu anlamda Kürt Özgürlük Hareketi olmuştur.

Bunun gözden kaçırılmaması önemlidir; zira küresel hegemonyanın yaşamakta olduğu kriz her ne kadar yapısallık taşısa da, bu krizin kaos durumuna dönüşmesi ve sistemi tehdit eder noktaya gelmesi esas olarak Ortadoğu-Kürdistan- merkezli yaşanan gelişmelerdir. Toplantının sonuç bildirgesindeki 5. Madde ve “terörizm” atıfları bu amaçladır. Bu yönüyle de, “garp cephesinde” bir sürpriz yoktur-ki zaten aklı başında hiç kimse de bir sürpriz beklentisi çerisinde değildir.

Erdoğan Biden görüşmesi ve olası sonuçlar

ABD seçimlerinin üzerinden uzun bir süre geçmesine rağmen Biden ile istediği görüşmeyi bir türlü gerçekleştiremeyen Erdoğan, 14 Haziran’da gerçekleşen NATO zirvesinde görüşebildi. Zirve öncesi beklentileri yüksek tutarak ve yumuşak açıklamalar yaparak ABD ile yaşadığı sorunları kendi lehine çözme istemi içerisine giren ve bunu iç politikaya tahvil etmek isteyen Erdoğan’ın, zirve sonrası yapılan açıklamalardan da görülebileceği üzere, kimi konularda ABD ile anlaşmış olsa da, istenen sonucu alamadığı görülebiliyor.

Öncelikle şunu görmek önemli: karşımızda, Kendisini ABD karşısında ne değerli kılacaksa onu kullanıp, Doğu Akdeniz'den Karadeniz'e, Suriye, Irak, İran ve Afganistan'dan Afrika'ya her alanda işbirliği yapmaya hazır bir Erdoğan gerçekliği var. 

Erdoğan’ı bu noktaya getiren şey ise Kürt halkına karşı son 7 yılda tırmandırdığı soykırım savaşında yenilmiş olmasıdır; Erdoğan, bu yenilgi sonucu iç siyasette sıkışmış, ekonomisi iflas etmiş, bölgesel dostu ve müttefiki kalmamış, çeteleşmiş, yaptırım tehdidi altına girmiştir.

Bu durumu aşmanın, yürütülen Kürt soykırım savaşını kazanmaktan geçtiğini bilen Erdoğan iktidarı, savaşın NATO desteği olmadan kazanılamayacağını görmüş, bu desteğin devamı için, zirvenin ana gündemi olan Rusya, Çin, Ortadoğu ve Afganistan konusunda “bu güne kadar olduğu gibi, bundan sonra da NATO’nun askeri olurum” demiştir.

Bunun için bir taraftan Ukrayna ve Polonya ile askeri işbirliğini geliştirip Kırım’da şahin bir tutum izlerken, diğer tarafta NATO Afganistan’dan çekildiğinde Kabil havaalanını “koruma” teklifinde bulunmuştur. 

Tüm bunları ise Kürt halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşına bu güne dek olduğu gibi bundan sonra da, NATO ve ABD-AB desteği almak, böylece hem ırkçı-inkarcı rejimin ve hem de kendi iktidarını sürdürmeye devam etmek uğruna yapmak istemektedir.

Peki, sonuç ne olmuştur?

Biden’in açıklamalarına ve NATO sonuç bildirisine bakıldığında Türk devletinin artık başına buyruk davranarak istediği yere çete sevk edemeyeceği, Akdeniz’de provokasyonlara son vermesi, Libya’dan askerlerini çekmesi Erdoğan’ın önüne konulmuştur; bunları yapmaması durumunda ise CAATSA yaptırımlarının çok daha fazla ağırlaştırılarak Erdoğan’ın önüne konulacağı belirtilmiştir.

Bir diğer konu ise Rusya ve S-400 olayıdır. Rusya ile eskisi gibi ilişki geliştiremeyeceği, S-400 füzelerini şantaj aracı olarak kullanamayacağı Erdoğan’a çok açık biçimde belirtilmiştir.

F-35 projesi, eski ortağı Fethullah Gülen’in iadesi, Halk Bankası davası konularının ise Biden’in tarafından masada tutulmaya devam edeceği anlaşılmıştır. Kuşkusuz ki, tüm bunların toplamda 40 dakikalık görüşmede ayrıntılı olarak konuşulma imkânları yoktur, ancak Erdoğan’ın şoke olmuş hali manzarayı anlamak için yeterli veriler sunmaktadır.

NATO zirvesi ve Erdoğan Biden görüşmesinin Kürt halkını ve Kürt Özgürlük Hareketini ilgilendiren bölümü ise şudur:

Erdoğan rejiminin bölgesel yayılmacı politikalar içerisine girerek, hegemonyanın sinir uçlarına dokunan politikaları konusunda önü kesilmiş olsa da, gerek NATO zirvesinde gerekse de ABD ile görüşmesinde Kürt Özgürlük Hareketine dönük saldırı, Kürdistan coğrafyasını işgal, katliam ve soykırıma dönük onay aldığı görülmektedir. “Terörizme karşı savaş” ve 5. Maddenin vurgulanması bu amaçladır.

Aklı başında herkes bilmektedir ki, Türkiye’ye saldıran herhangi bir ülke yoktur, Türkiye, resmi olarak hiçbir ülke ile savaş hali içerisinde değildir. Dolayısıyla, 5. Maddeye vurgu yapılmasını, NATO’nun genel vurgusu olarak okumak yetersiz kalacaktır. Bunun tek açıklaması, Türkiye’ye verilen desteği resmi ağızlardan ilan etmektir, yanına konulan “terörizme karşı savaş” ise adresin Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürdistan halkının mücadelesi olduğunu ifşa etmektedir.

Bu nedenle, Erdoğan’ın Biden ile görüşme sonrası Rojava konusunda yaptığı açıklama kimseyi yanıltmamalıdır. Erdoğan’ın Rojava konusunda istediği desteği alamamış olması, NATO’nun ve ABD’nin, Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesine destek verdiği anlamına gelmemektedir. Zira herkes bilmektedir ki, Türk inkar rejimi tarafından yürütülen soykırım savaşı, NATO-ABD-AB desteği ile yürütülmektedir. Bu destek salt politik değildir; askeri, ekonomik, sosyo-kültüreldir, Türk ordusunun eğitiminden tutun, psikolojik donanımına dek her yönlüdür. Kimi anlarda ve zeminlerde operasyonel ortaklıktır. Örneği çoktur bunun; başta geleni, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın uluslararası komplo ile kaçırılarak İmralı adasında esaret altına alınmasıdır. Daha yakın örnek ise şu an Türk devletinin Başûrê Kurdistan’da yürüttüğü işgal ve ilhak saldırısının, Duhok’daki komuta merkezinde Türk subaylarının yanında bizzat ABD’li subayların da oluşudur.

Erdoğan’ın Biden ile yaptığı görüşmede Rojava’ya dönük açık bir saldırı onayı alamamış olmasını ABD’nin bölgeye, Kürtlere ve Türk devletine dönük gelecek projeksiyonunda aramak gerekmektedir. En önemlisi, Kürt halkı arasında ayrışmalar yaparak Kürtleri bölüp parçalama yönüdür. Bununla Rojava devrimini demokratik modernite çizgisinden koparmak, bunun olmaması halinde devrimi Erdoğan’ın hazırladığı çeteler ile boğmak istemektedir. Örnek olsun; DAİŞ’in yenilgisi sonrası Türk devletinin Efrîn, Girê Spî, Serêkaniyê işgalleri ve halen devam eden saldırıları ABD-NATO’nun bilgisi ve onayı dahilinde gelişmiştir-gelişmektedir. Bunda amaç, 21. yüzyılın ilk devrimini sınırlamak ve zamanla KDP çizgisini tüm Kürdistan’a hâkim kılmaktır. Bundan ötürü, kendi aralarında çelişki ve çatışmaları olsa da, PKK karşısında ortaklaşmışlardır.

NATO-ABD, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın kapitalist modernite sistemine karşı geliştirdiği alternatif paradigmayı etkisizleştirmek, Özgürlük Hareketini Ortadoğu politikasında engel olmaktan çıkarmak ve İran’a karşı geliştirdikleri politikalarında yanına çekmek isterken, Türk devleti PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını sonuca ulaştırmak, KDP ise ABD ve TC’nin PKK’ye karşı geliştirdiği politikadan yararlanarak PKK’yi etkisiz kılıp Barzani ailesini Kürdistan hanedanı olarak ilan etmek istemektedir.

Sonuç olarak

NATO zirvesi ve Biden ile görüşmesinde Erdoğan istediğini alamamış olabilir, ancak gelişmeler de Kürtlerin lehine geliştiği söylenemez. ABD ve Türk devleti arasında yaşanan çelişkilerin sürmesi elbette Kürtler açısından önemlidir. Ancak ABD ve NATO tarafından yürütülen tasfiye konsepti ve uluslararası komplonun da devam ettiğini görmek gerekiyor.

Bu nedenle, içerisinden geçtiğimiz dönem itibarıyla, Özgürlük Hareketine yönelik olarak yürütülen tasfiye politikalarını, bu politikaların aldığı biçim ve içerikleri görmek ve her zamankinden daha fazla uyanık olmak oldukça önem taşıyor. Bu, bir yandan kesintisiz direniş içerisinde olmayı, öte yandan komplocuların ve işgalcilerin politikalarına karşı politika geliştirmeyi, bir yandan ihanete karşı net tavır koymayı öte yandan ulusal birliğimizi sağlamayı, bir yandan ilkelerimizi korumayı öte yandan gelişen yeni durumları, hegemonik ve bölgesel güçler arasındaki çelişki ve çatışmaları doğru okuyarak aralarındaki çelişki ve çatışmaları kendi lehimize kullanmayı gerekli kılıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.