Özerk Yönetim'in olmadığı bir sürecin meşruiyeti yok

Dosya Haberleri —

Bedran Çiya Kurd

Bedran Çiya Kurd

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Eşbaşkan Yardımcısı Bedran Çiyakurd ile Şam ve Ankara'nın yaklaşımlarını ve son durumu konuştuk:

  • Bizim açımızdan temel nokta şudur: Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin içinde yer almadığı hiçbir ittifak meşru değildir. Eğer bir müzakere ya da anlaşma olacaksa Özerk Yönetim mutlaka taraf olmalıdır. Aksi takdirde böyle bir süreci kabul etmeyiz.
  • Türkiye’nin tehditleri kabul edilemez. Türkiye’nin olası bir saldırısı diyalog sürecinin çökmesi anlamına gelir ve bunun sorumluluğu saldırıyı başlatan tarafa ait olur. Halkımızı ve kazanımlarımızı sonuna kadar savunacağız.
  • Son dönemde bölgedeki Arap aşiretlerinin büyük çoğunluğu QSD’ye destek veriyor, ki onu güvenliklerinin teminatı olarak görüyor. Elimizde, Türkiye ve Şam’ın bazı aşiretler üzerinde etki kurmaya çalıştığına dair kanıtlar var. Bu aktörler bölgeyi karıştırmak ve aşiretleri bizimle karşı karşıya getirmek istiyor.

ERKAN GÜLBAHÇE

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Eşbaşkan Yardımcısı Bedran Çiyakurd ile Şam’la yürütülen temasların seyrini, 10 Mart mutabakatını, ABD ve bölgesel aktörlerin rolünü, Batılı devletlerin geçici hükümete tanıdığı meşruiyeti, Arap aşiretleri ile ilişki ve Türkiye ile olası gerilimi konuştuk. Çiyakurd, “Özerk Yönetim’in masada taraf olarak yer almadığı hiçbir süreci meşru görmeyiz” vurgusunu yaparken, diyalog ve kalıcı çözüm ısrarını yineledi.

Şam’la temaslar şu anda hangi düzeyde? Masada gerçekten bir müzakere var mı? Güven artırıcı adımlar açısından sizden ne isteniyor, siz Şam’dan ne talep ediyorsunuz?

 Uzun zamandır Şam geçici yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasında diyalog yürütülüyor. Bu temaslar yönetim, askeri ve teknik alanlar dahil birçok başlıkta uzmanlar düzeyinde devam ediyor. Burada demokratik bir anayasa, adem-i merkeziyetçi bir idare, farklı etnisite ve toplulukların bir arada yaşamı, Kürt sorununun çözümü, QSD ve Özerk Yönetim’in entegrasyonu gibi temel konuları gündeme getiriyoruz.

Buna rağmen şu ana kadar sınırlı ilerleme sağlandı. 10 Mart anlaşması çerçevesinde diyalog kapıları açık, genel anlamda bir ateşkes uygulanıyor. Halep’te Eşrefiyê ve Şêxmeqsûd’da bu çerçevede bir ittifak oluşturulmasını önemli görüyoruz. Ancak stratejik anlamda kalıcı bir ittifaka doğru ciddi bir adım atılmış değil. Şam’ın tavrı isteksiz görünüyor. Biz ise hem Kuzey ve Doğu Suriye’de hem de tüm Suriye genelinde kalıcı bir çözüm ve istikrar için ısrarcıyız.

Beklentimiz, Özerk Yönetim’in bütün kurumlarıyla demokratik bir çözüm içinde kabul edilmesi, QSD’nin sistemin parçası olarak tanınması ve Kürt sorununun demokratik yollarla kalıcı biçimde çözülmesidir. Bu amaçla komiteler kurulup uzmanlar düzeyinde tartışmalar yapılması kararlaştırılmıştı. Fakat Şam bu konuda çekimser davranıyor ve küçük sorunlarla oyalanıyor. Oysa biz, yalnızca Kuzey ve Doğu Suriye için değil, bütün Suriye için sorunların ciddi ve kapsamlı biçimde ele alınması gerektiğini vurguluyoruz.

 

 

Şam’ın gündeme getirdiği formüller neler? Siz hangi temel haklardan asla taviz vermeyeceğinizi söylüyorsunuz?

 Şam geçici yönetiminin Suriye’nin genelinde herkesi kapsayacak demokratik bir model oluşturma projesi yok. Tek istediği merkezden yönetilen, tekçi ve herkesi kontrol altında tutabileceği bir sistem geliştirmek. Biz bunun, diğer tüm etnik grupları, farklı inançları ve Suriye’deki tüm renkleri inkar anlamına geldiğini söylüyoruz.

Bizim talebimiz adem-i merkeziyetçi bir modeldir. Tüm etnik, inanç ve kültürel toplulukların kendi rengini katabileceği ve Suriye’nin parçası olarak görebileceği demokratik bir sistem istiyoruz. Her bölgenin kendi özgünlükleri ve kendi iradesiyle oluşturacağı bir yönetim esas alınmalıdır.

Bu sistem, kültürel hakları, siyasi hakları, herkesin kendi anadilinde eğitim hakkını, inançlarını özgürce yaşama hakkını ve güvenliğinin sağlanmasını güvence altına almalıdır. Demokratik olmayan, tekçi bir anlayışın Suriye’ye huzur ve istikrar getirmesi mümkün değildir.

Biz bu talep ve haklardan asla taviz vermeyeceğiz. Çünkü bunlar halkımızın yıllardır mücadele ederek kazandığı değerlerdir. Onbinlerce insanımızı bu uğurda kaybettik. Halkımız geri adım atmayacaktır. Biz sonuna kadar haklarımızı savunacak ve geliştirmek için mücadele edeceğiz.

ABD ile Şam arasında temaslar olduğuna dair haberler var. Böyle bir durumda Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi masada “taraf” mı olacak, yoksa sadece “konu” olarak mı görülecek?

 ABD ve bazı devletlerin Şam’la diyalogları günden güne gelişiyor. Bu görüşmelerde, Suriye’de yaşayan bütün etnik ve dini kesimlerin ülkenin geleceğinde yer alması gerektiği sıkça dile getiriliyor. Hem bize hem de Şam yönetimine sürekli bu mesaj veriliyor.

Ancak Şam geçici hükümeti bu yaklaşımı suistimal ediyor. Uluslararası alanda sağladığı meşruiyeti içeride sertleşerek kullanıyor. Tekçi ve demokratik olmayan bir sistemi dayatıyor, farklı toplulukları görmezden geliyor. Biz ise diyoruz ki, gerçek meşruiyet halkın verdiği destektir. Halktan kopmuş bir rejimin hiçbir meşruiyeti olamaz.

Bizim açımızdan temel nokta şudur: Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin içinde yer almadığı hiçbir ittifak meşru değildir. Eğer bir müzakere ya da anlaşma olacaksa Özerk Yönetim mutlaka taraf olmalıdır. Aksi takdirde böyle bir süreci kabul etmeyiz.

Şu ana kadar ABD ve Batılı devletler yürütülecek müzakerelerde bizi bir taraf olarak görmek istediklerini açıkça ifade ettiler. Bu görüşmelerde çoğu zaman gözlemci sıfatıyla yer alıyorlar.

 

foto:AFP

 

ABD’nin önceliği hâlâ DAİŞ’le mücadele. Size verilen taahhütlerde son dönemde bir zayıflama görüyor musunuz? ABD ile ilişkilerinizin bugünkü düzeyini nasıl tanımlarsınız?

 ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon ile QSD arasında DAİŞ’e karşı kurulan ittifak devam ediyor ve askeri alanda her geçen gün güçleniyor. BAAS rejiminin zayıflamasıyla birlikte DAİŞ bölgede yeniden etkinlik kazanmak istedi. Bu nedenle koalisyonun QSD’ye desteği azalmadı, tersine daha da arttı.

Siyasi alanda da ABD, Özerk Yönetim ile Şam arasında bir arabuluculuk rolü üstleniyor. Bu rolü önemli buluyoruz.

DAİŞ meselesi hâlâ çok ciddi. Binlerce DAİŞ mensubu Kuzey ve Doğu Suriye’deki hapishanelerde tutuluyor, aileleri ise kamplarda yaşıyor. Bu yalnızca bizim değil, tüm dünyanın sorunu. Tek başımıza çözmemiz mümkün değil. Uluslararası işbirliği ve dayanışmaya ihtiyaç var. Terör ve tutuklu DAİŞ’liler meselesi uluslararası bir sorundur ve mutlaka ortak çözümlerle ele alınmalıdır. Bunun yanında herkesin kendisini içinde bulacağı bir siyasi çözüm de şarttır.

Türkiye ile dolaylı ya da doğrudan bir temas hattınız var mı? Sınır ötesi operasyon tehditleri karşısında caydırıcı yeni bir mekanizma arıyor musunuz? Ayrıca Şara’nın “bir yıl içinde Özerk Yönetim Şam’a entegre edilmezse Türkiye saldırır” sözlerine yanıtınız nedir?

 Her platformda Türkiye ile diyalog geliştirmek istediğimizi belirtiyoruz. Türkiye ile siyasi bir çatışma veya saldırı planımız yok. Sorunları diyalogla çözmeyi tercih ediyoruz. Türkiye’nin son dönemdeki tehditkar açıklamalarını kabul etmiyoruz. Askeri müdahale, Suriye’de daha geniş çaplı bir çatışma yaratır ve bölgeyi istikrarsızlaştırır.

10 Mart anlaşması çerçevesinde görüşmeler sürüyor ve biz bu yolla sorunların çözülmesini savunuyoruz. Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine müdahale etmesini doğru bulmuyoruz. Eğer kendisine yönelik gerçek bir güvenlik tehdidi söz konusu olsaydı Türkiye haklı olabilirdi. Ancak bizim Türkiye’ye yönelik bir saldırı planımız yok. Bizim mücadelemiz teröre ve DAİŞ’e karşıdır.

Ahmed el-Şara’nın “bir yıl içinde entegrasyon sağlanmazsa Türkiye saldırır” şeklindeki söylemi zayıflığın göstergesidir, kabul edilemez buluyoruz. Böyle bir yaklaşım dış müdahalelere kapı açar, Suriye’nin egemenliğini ve iç meşruiyetini zedeler. Bu tür tehditler diyalog ve çözüm süreçlerini baltalar. 10 Mart anlaşmasını ve yürütülen müzakereleri riske atar. Biz bu yöntemleri reddediyoruz. Haklarımızdan geri adım atmayacağız.

 

 

Arap aşiretleriyle ilişkilerde son iki yılda nasıl değişiklikler yaşandı? Sık sık gündeme gelen “kriz” iddiaları gerçeği mi yansıtıyor, yoksa dışarıdan büyütülen bir algı mı?

 Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürtler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler ve diğer tüm topluluklar kaderlerini ortaklaştırma ve birlikte yaşama kararlılığı gösteriyor ki, istikrarlı bir özerk yönetim kurmak için demokratik bir çizgide birleşmiş durumdalar.

Son dönemde bölgedeki Arap aşiretlerinin büyük çoğunluğu QSD’ye destek veriyor, ki onu güvenliklerinin teminatı olarak görüyor. Elimizde, Türkiye ve Şam’ın bazı aşiretler üzerinde etki kurmaya çalıştığına dair kanıtlar var. Bu aktörler bölgeyi karıştırmak ve aşiretleri bizimle karşı karşıya getirmek istiyor.

Biz bunun tehlikeli bir oyun olduğunu söylüyoruz. İç çatışma çıkarma girişimleri bölgeyi yakıp yıkar. Bu nedenle Kürt, Arap ve diğer tüm topluluklar bu tür provokasyonlara karşı birlikte duruyor.

İsrail ile Şam geçici hükümeti arasında yürütülen görüşmeler konuşuluyor. Olası bir anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Böyle bir uzlaşı Kuzey ve Doğu Suriye’yi nasıl etkiler?

 ABD ve Britanya, Şam geçici hükümeti ile İsrail arasında yeni bir güvenlik anlaşmasının imzalanması için yoğun çaba harcıyor. 1974’te imzalanan güvenlik anlaşmasını güncelleyerek İsrail lehine genişletmek istiyorlar. Gördüğümüz kadarıyla taraflar imza aşamasına gelmiş durumda. Son rötuşlar yapılıyor. Ancak anlaşmanın hayata geçmesi için içeride koşulların olgunlaşması gerekiyor. Ahmed el-Şara, halktan gelecek tepkileri ve Arap dünyasının yaklaşımını hesaplamak zorunda. Bu nedenle süreci zamana yaymaya çalışıyor.

Böyle bir anlaşmanın gerginlikler yaratması da muhtemel. Biz Kuzey ve Doğu Suriye olarak komşularla barışçıl ilişkilerden, iyi komşuluk ve diyalogdan yanayız. Ancak yapılacak anlaşmalar Suriye halklarının haklarını gasp etmemeli ve çıkarlarına zarar vermemeli. Her türlü ittifakın adil, şeffaf ve demokratik olması ve tüm halkların onayını alması temel şarttır.

 

foto:AFP

 

HTŞ ve Şara’nın geçmişi ortadayken, Batı’nın özellikle ABD’nin Şam geçici hükümetine bu kadar alan açmasını nasıl yorumluyorsunuz?

 Şam geçici hükümetinin uluslararası alanda kabul görmesinin temel nedeni, Batı’nın onu kendi politikalarına entegre ederek İsrail ve Batı için uygun bir müttefik yaratma çabasıdır. Şam’a üst düzey heyetlerin gitmesi de bu stratejinin bir parçasıdır. Ancak bu kabul koşulsuz değil. Batı, Şam geçici hükümetinden aşırılık ve radikal çizgilerini terk etmesini, daha kapsayıcı bir yapıya yönelmesini istiyor. Bu anlamda el-Şara yönetimi bir sınavdan geçiriliyor. Verilen ödevleri yerine getirdiği ölçüde uluslararası ilişkileri gelişecek. Aksi durumda ilişkiler gözden geçirilecektir.

Biz Kuzey ve Doğu Suriye’de farklı inanç ve kültürleri bir arada yaşatan, ortak karar mekanizmalarıyla işleyen şeffaf bir yönetim modelini inşa ettik. Bu model, yalnızca bölgemizde değil, Suriye’nin birçok yerinde örnek alınıyor. Uluslararası temsilciler de bu modeli olumlu değerlendiriyor ve Suriye genelinde uygulanabilecek en iyi çözüm formülü olarak görüyor. Bugün Özerk Yönetim diplomatik ve siyasi alanda güçlü bir konuma gelmiş durumda. Suriye’deki birçok kesim de kendi yönetimlerini kurmak ve güvenliklerini sağlamak için bizden destek talep ediyor. Bu nedenle Batı’nın Şam hükümetine alan açması bizi geriletmez. Tersine sunduğumuz demokratik modelin önemini daha görünür kılar.

 

foto:AFP

 

Türkiye Savunma Bakanlığı, QSD’nin 10 Mart 2025’te Suriye hükümetiyle imzaladığı mutabakata uymadığını ve “bölgesel barışa tehdit oluşturduğunu” açıkladı. Sizce bu açıklama yeni bir savaş hazırlığının işareti mi?

 Türk Savunma Bakanı’nın bu açıklamasını kesinlikle doğru bulmuyor, aksine bölge için bir tehdit olarak görüyoruz. Herkes, QSD ve Özerk Yönetim’in DAİŞ’e karşı oynadığı rolü biliyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de demokrasinin, huzurun ve istikrarın sağlanmasında Özerk Yönetim’in katkısı açıktır. Biz, hiçbir zaman başka devletler veya toplumlar için tehdit olmadık. Bu tür suçlamalar doğru değildir ve bölgenin huzurunu bozmaktan başka bir işe yaramaz. Türkiye’nin bu tehditkar söylemlerden uzak durması ve istikrar için bölgedeki güçlerle diyalog ve işbirliği içinde hareket etmesi gerekir.

Böyle bir saldırı olasılığına karşı Özerk Yönetim nasıl bir tutum alacak?

 Türkiye’nin olası bir saldırısı diyalog ve barış sürecinin çökmesi anlamına gelir ve bunun sorumluluğu saldırıyı başlatan tarafa ait olur. Böyle bir müdahale yalnızca Kuzey ve Doğu Suriye’yi değil, tüm bölgeyi istikrarsızlığa sürükler ve geniş çaplı bir çatışma riskini doğurur.

Sayın Abdullah Öcalan’ın inisiyatif alıp başlattığı barış sürecine PKK’nin olumlu yanıt vermesi anlamlıdır. Türkiye’nin de bu adımlara karşılık vermesi gerekir. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi olarak biz, halkımızı ve kazanımlarımızı savunmakta kararlıyız. Olası bir saldırıya karşı askeri, siyasi ve diplomatik tüm hazırlıklarımız yapılmıştır. Gerektiğinde savunma hakkımızı kullanacak, bölgemizin güvenliği için her türlü adımı atacağız.

 

* * *

Türkiye ile bağlantılı güçler süreçten rahatsız

 

 

Son günlerde Şam güçleriyle Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê’de yaşanan çatışmalar dikkat çekti. Oradaki son durum nedir?

 Son dönemde Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê ile Dêr Hafir çevresinde yaşanan gerilimlerin arkasında büyük ölçüde Türkiye ile bağlantılı bazı silahlı grupların olduğu görülüyor. Zaman zaman top atışları ve dron saldırılarıyla QSD mevzilerine yöneliyor. Amaçları mevcut ateşkesleri bozmak ve diyalog ile barış süreçlerini kesintiye uğratmak gibi görünüyor.

Bazı taraflar, Suriye’de kalıcı barış ve istikrarın gelişmesini istemiyor; kaos ve çatışmadan kazanç sağlamaya çalışıyor. Biz ise barış ve diyalogdan vazgeçmiyoruz, başlatılan süreçlerin işletilmesinde ısrarcıyız. Ancak bölgeye doğrudan bir saldırı olursa, halkımızı ve kazanımlarımızı korumak için kendimizi savunmakta da kararlıyız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.