PKK’nin kuruluş yıldönümü ve TKP ile ilgili bazı notlar

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Eğer, TKP, 1986 yılında PKK ile diyalog kurmuş olsaydı, daha sonra, sanıyorum birçok komünist yeni bir programı PKK ile görüşme, tartışma sürecinde yazma imkanı bulacaktı.
  • Çünkü Gorbaçov’un “çökmemek için ideolojik geri çekilme” adımlarının aksine, Öcalan reel sosyalizmin çöküşünden esaslı sonuçlar çıkarmıştı.

Ali Durak (Şiko) vefat etti. Beni TKP’ye çağıran Kürdistanlı bir komünistti. TKP’nin “atılım” dönemini başlatan az sayıdaki yoldaşlardan biriydi.

Eğer Şiko, o sırada hala Politbüro üyesi olsaydı, bizim verdiğimiz bir önergeye “evet” derdi. TKP’nin tasfiyesiyle sonuçlanan “Türkiye’ye gidiş” öncesinde ben ve bir yoldaş “PKK ile diyalog” kurma önerisi yapmıştık.

Bu öneri elbette henüz bizlerin PKK ile ilgili net görüşlere sahip olmadığımız, PKK karşıtı dönemin izlerini taşıyor olsa da kabul edilseydi, diyalog sürecinde belki TKP metropollerden Kürdistan’a kayan devrimci sürecin merkeziyle bağ kurar, yine belki diyorum, bir çok sosyalist parti gibi devrimci sürecin organik bir bileşeni olurdu.

Öyle olsaydı TKP tasfiye de olmazdı. Devrimci sürecin merkezi olan bir parti, “yenilenme ve birlik” sloganları bir yana, “yasallık” sloganıyla partiyi yıkıma götüren “Türkiye’ye gidiş” adımını, yine belki, atmazdı. Çünkü PKK’yle ilişkili bir parti “yasallığı” aklına bile getirmezdi.

Ve öyle olsaydı, biz bugün TKP Merkez Komitesi’nin yayınladığı bir bildiriyi okuyacak olurduk.

Bu bildiri “kardeş PKK’nin 27 Kasım 1978 yılında kuruluşunun 43’üncü yıldönümünü en içten devrimci duygularla kutluyoruz” diye başlardı.

Ne yazık ki, hayat başka türlü gerçekleşti.
Bu başka türlü gerçekleşmede o dönem parti yönetiminde yer alan, ben de dahil hepimizin çok ağır sorumluluğu var.

Örneğin ben kişisel olarak TİP’in TKP ile birleşmek yerine, arada “organik” bir bağ kurup, faşist cunta rejiminin yıkılmasıyla birlikte komünist hareketin bir kolu olarak “legal” alanda örgütlenmesini savundum.

Ne var ki, TİP’li arkadaşların TİP’in sürgünde “illegal” olarak yeniden örgütlendiğini ilan etmesinden ve sosyalist ülkeler KP’lerinin “TKP-TİP birliğinde” ısrar etmeleri üzerine, Moskova’dan TKP PB’ne yazdığım bir raporda, “birliği” onayladım, ancak bu birliğin “TKP adı altında” gerçekleşmesini önerdim.

TKP ile TİP’in birliği ilkesel olarak doğruydu. Ancak birleşen partilerin aralarında “iş bölümü” esas olmalıydı. Az sayıda TİP’li TKP MK’sında yer almalı, geriye kalanlar legal partiyi yönetmeliydi. Ve sonuçta “azınlığın çoğunluğa tabi olması”prensibi icabı parti çizgisini savundum. TİP’le, TSİP’le, sonra Kurtuluş ve diğerleriyle birlik için elden geleni yaptım.

Eğer TİP, cunta sonrası Türkiye’de “legal” olarak, TKP de “illegal” yapısını koruyarak örgütlenseydi, bu iki parti büyük olasılıkla tasfiye olmazdı.

Kaldı ki, Behice Boran’ın vefatı sonrası, ciddi bir analiz ve müzakere yapamadan Türkiye’ye “yasallık” amacıyla gitme kararı alınmasaydı, sanıyorum, yaşananlar büyük ölçüde yaşanmazdı. TKP-TİP birlik sürecinde “yasallık” asla gündemde olmamıştı.

Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin kuruluşunu ilan ettiğimiz Brüksel basın toplantısında bir gazetecinin “bu durumda yarın uçakla Ankara’ya gidip, TBKP’yi yasal olarak kurmak için İçişleri Bakanlığına dilekçe verecek misiniz?” diye sorduğunda TİP Genel Başkanı Behice Boran ağır hasta haliyle “hayır, biz TBKP’yi illegal de kuruyoruz” demişti.

Ama bir diğer önemli sorun Gorbaçov reformları üzerine parti programının “kollektif” hazırlığında ortaya çıktı. Şiko gibi az sayıda yoldaşın şüphelerine karşın, ezici çoğunluk Gorbaçov raporlarını “yeni bir stratejik dönüşüm” sanmıştık.

Durumun böyle olmadığını, yapılan reformların sadece “çöküşü” önlemenin umutsuz adımları olduğunu, TBKP’nin Adımlar isimli gazetesi adına katıldığım SBKP’nin son kongresinde anlamaya başlamıştım.
Ama iş işten geçmiş, “yeni program” Gorbaçov reformlarının etkisi altında, artık benim yer almadığım TBKP yönetimince yazılmıştı.

Eğer, TKP, 1986 yılında PKK ile diyalog kurmuş olsaydı, daha sonra, sanıyorum birçok komünist yeni bir programı PKK ile görüşme, tartışma sürecinde yazma imkanı bulacaktı.

Çünkü Gorbaçov’un “çökmemek için ideolojik geri çekilme” adımlarının aksine, Öcalan reel sosyalizmin çöküşünden esaslı sonuçlar çıkarmıştı.

Öyle bir program yaptı ki, bu program hem dogmatizmin dünya gerçekliğini görmemizi engelleyen bütün sorunlarını ele almıştı, hem de “global sorunları kapitalizmle birlikte çözme” şeklindeki Gorbaçov reformizminden farklı olarak, bu temel sorunları “yeni bir toplumun” paradigmaları olarak formüle etmişti.

Bürokratik “merkeziyetçiliğin” yerine “adem-i merkeziyetçiliği” geçirmiş, Lenin’in “devlet olmayan devlet” formülünü bu yolla “tamamlamıştı.” “Demokratik cumhuriyet”, “demokratik özerklik” ve “konfederalizm” teorisi böyle bir anlam taşıyordu.

Aynı zamanda “kadın özgürlüğü” ve “ekoloji” gibi “global” sorunları kapitalist toplumun içinde adım adım gerçekleştirilecek “reformlar” olarak da görmüyordu.

“Kapitalist modernite içinde özgür kadın” yerine kapitalist toplum içinde mücadele yoluyla “kadın özgürlükçü toplum” demişti.

Bu program “iklim krizini” çok önceden görmüş ve “kapitalist modernite içinde ekolojik reformlar” için mücadele sürecinde “ekolojik toplumu” inşa etmek sonucuna varmıştı.

Öcalan azami kar esasına dayanan endüstriyalist-kapitalist “moderniteyi” reddetmişti. Tarihsel toplumun en küçük hücresi olan “klanı” analiz etmiş, onun içinden yeni toplumun esaslarını göstermişti.

Dayanışmacılık, eşitlik, kadın özgürcülük, doğayla barışıklık, doğrudan rızaya dayalı demokrasi, “merkezden” ayrı “özerk” yaşam işte bu toplumun hücresinin analizinden çıkarılmıştı.

Karl Marks nasıl kapitalizmin hücresi olan “meda”nın analizinden kendi teorisini kurduysa Öcalan da aynı yöntemle teorisini inşa etmişti.

Ve Öcalan, “ani bir devrimle” yeni toplumu kurma dogmasını da yıkmıştı. Devrimi sürekli bir inşa sürecinde farklı devrimci sıçramalarla bir mücadele olarak görmüş ve bu düşünce neredeyse yarım yüzyıldır süren gerilla savaşında ve Rojava’da doğrulanmıştı.

Bu süreçte halk “dünyayı sarsan on gün” içinde değil, kesintisiz bir devrimler silsilesi içinde “demokrasi üniversitesinde” eğitimini tamamlamakta.

Eğer TKP yıkıma uğramasıydı, belki bu teorinin tümünü olmasa da, onun temel ilkelerini PKK ile birlikte ele alma ve kendi programını geliştirme imkanı elde edecekti.

Sonuç böyle olmasa da günümüzde TKP’nin nice kadrosu ve onu hala kendi partisi sayan nice genç, aralarında pek çok fark olmasına rağmen, PKK’nin öncülük ettiği “Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu” devriminin içinde ya da yanında yer alıyor. Kendi özgünlüklerini koruyor ve “çeşitlilik içinde birlik” düşüncesini hayata geçiriyor.

PKK’nin kuruluş yıldönümü hepimize kutlu olsun.

Not: Bu yazıda Öcalan’ın teorisi ile ilgili tüm değerlendirmeler benim kişisel yorumumdur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.