Ringlerden dağlara

Dosya Haberleri —

❏

  • Şehadetinin 26’ncı yıl dönümünde, kızı Yeşim, babası İbrahim İncedursun’u gazetemiz Yeni Özgür Politika’ya anlattı.

EYLEM KAHRAMAN

Şehirlerimizin ışıklarını kim söndürebilir, söyle!
Kim koparabilir dağ başlarındaki yıldızlarımızı?

Onlar ki
ışık saçarak doğar
ışık saçarak yaşar
ve bilirler hem
ışık saçarak ölmesini de

ve de
parlarlar kara gecelerde hep
bir mısra-ı berceste gibi…*

İbrahim İncedursun (Kâzım), lise yıllarında spora ilgi duyar. Boks dalında, Türkiye ve Avrupa’da katıldığı turnuvalarda büyük başarılar kazanır. Kürt olması nedeniyle baskılarla karşılaşınca, 1985’te yurt dışına çıkar ve Norveç’e yerleşir. Burada Kürt Özgürlük Hareketi ile tanışır. Gece gündüz demeden tüm çalışmalara katılır. İskandinavya ülkelerindeki çalışmaların oturmasında büyük bir emeğin sahibi olur.
Çalışmalarında her zaman başarılıdır. “Devrimi ilkin kişilikte gerçekleştirmeliyiz” diyerek kendisine yüklenir, mücadeleye layık olmaya çalışır. Olgun kişiliğiyle çevresinde oldukça sevilen, sayılan özelliklere sahiptir.
Norveç’ten sonraki çalışma alanı Kürt nüfusunun yoğun ama parti çalışmalarının yeni olduğu İngiltere olur. Bir yandan kurumlaşma çalışmalarına ağırlık verirken, diğer yandan da gerici güçlerle mücadelesini sürdüren İncedursun, “İngiltere’yi Botanlaştıracağız!” diyerek, kararlılığını dile getirir
Bir süre sonra, HEP’in kuruluş çalışmaları için Bingöl’e döner. Burada halkı örgütler. Böylece, Bingöl tarihinde ilk defa Newroz kitlesel bir şekilde kutlanır. 1991 başlarında, Saddam’ın zulmünden kaçan Güney Kürdistanlılara yardım kampanyasının açılmasına öncülük eden de yine odur.
Her gün birkaç faili meçhul(!) cinayetin işlendiği o dönemde, HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın kaçırılıp katledilir. 10 Temmuz 1991 günü Amed’de düzenlenen cenaze töreninde tarihi bir gün yaşanır. On binlerce insan, onu son yolculuğuna uğurlamak için Amed’e akar. İbrahim İncedursun da oradadır. Cenaze töreni öncesi yapılan yürüyüşe polis saldırınca, İncedursun kendisini halkına kalkan eder. 8 kişinin katledildiği o gün gözaltına alınır ve ağır işkencelerden geçirilir. Kürdistan Ulusal Meclisi (KUM) kuruluşunda yer alan İncedursun, üç yıl sonra, tam da o günlerde, Temmuz 1994’de Amed’de çıkan bir çatışmada on iki arkadaşıyla birlikte şehit düşer.
Şehadetinin 26’ncı yıl dönümünde, kızı Yeşim, babası İbrahim İncedursun’u gazetemiz Yeni Özgür Politika’ya anlattı.

İbrahim İncedursun nasıl bir ailede doğup büyüyor?
Ailesi, siyasete fazla ilgi duymayan, dindar ve muhafazakâr kimlikli bir ailedir. Altısı erkek, biri kız olmak üzere, yedi kardeşler. Babası ticaretle uğraşırdı. Yumuşak huylu, sakin ve güvenilir bir liman gibiydi. Ancak yine de yerine göre otoritesini gösterirdi. Annesi ise fiziki olarak güçlü, çevrede ve ev ortamında baskın, bir o kadar da otoriter bir kadındı. Çok az kadında bulunan özelliklere sahipti. Erkek egemen bir toplumda, böyle bir kültürel dokuda güçlü kadın kimliğiyle sivrilmişti. Kadın rolünü ihmal etmiyordu, ama erkek gibi davranabilir bir yapısı ve karakteri vardı. İçeriye ve dışarıya karşı daha otoriter bir portre çiziyordu ve çocukları üzerinde oldukça etkiliydi. Babam da otoriterliği, lider özellikleri ve simasıyla annesine çekmişti. Liseye devam etmesi, okulu bırakmamış olması ailesinin gayretinin sonucudur.
Babam ilkokulu Genç’te, ortaokulu Bingöl’de, liseyi ise Muş’ta, yatılı okullarda okudu. Kimseyi rahatsız etmez, kendi işini kendisi yapardı.Diş macununu ve fırçasını daima cebinde taşır, gittiği her yere de beraberinde götürürdü. Yüksek sesle konuşmaz, konuşurken sesini yükseltmemeye dikkat ederdi. Tabiatı bu türden pozitif davranışlara çok uygundu. Geçtiği eğitim süreci, yaşam alanı, okuduğu yatılı okullar onun bu kişilik özelliğini pekiştirmiş ve kalıcı hale getirmişti.

Spora ne zaman ve nasıl başlıyor?
Babamın hayatını toplumun yaşadığı süreç etkilese de, tek başına belirleyici değildir. “Hayatımızın birçok ortağı vardır” gerçeği onda da tezahür etmiştir. Bu ortaklardan birisi abisi Abdullah’tır. Öğrencilik dışında nelerle uğraşacağının temelini, hayatının akışını abisi Abdullah belirler.
Abdullah amcam askerde boks sporu ile ilgileniyor. Askerlik dönüşünde de boks çalışmalarına devam ediyor. Ancak çalışmaları amatörcedir. Şiddetin, fiziksel gücün sosyal bir kimliğe dönüştürülmesi uğraşına tekabül ediyor. Yapılan bu çalışmalar babamın üzerinde etki oluşturuyor. Böylece boks çalışmalarına başlıyor. Abisinden boks tekniklerini öğreniyor. Bu ilgi, amatörce çalışma gayreti, boksu bir meslek haline getirmesinin ilk harcını oluşturuyor.
Atletik yapılı, spora yatkın biri babam. Aynı zamanda lisanslı voleybolcu da. Muş Kültürspor’da voleybol oynuyor. Lise 2’de boks turnuvalarına katılmaya başlıyor. Önce il, sonra bölge birinciliğini elde ediyor. Bölgeler arası yarışmalara katılmak üzere Mersin’e gidiyor. Sadece kendi kilosunda değil, üst siklet boksörlerle de dövüşüyor.
1974 yılında liseyi bitirince, Muş Beden Terbiyesi İl Müdürlüğü tarafından Ankara’da düzenlenen boks müsabakalarını izlemek üzere gönderiliyor. O dönem Tekel Spor Kulübü boks takımı kurmuş, 75 kiloda yarışacak bir boksöre ihtiyaçları oluyor. Babam aradıkları özelliklere sahipmiş. Tekel Spor Kulübü müdürü babamı kulüplerinde boks yapmak üzere İstanbul’a davet ediyor ve kısa süre sonra milli sporcu oluyor.
1970 sonu ve 80’lerin başında Türkiye’de ünlü bir boksördü. O zamanlar Kocaeli Meslek Yüksek Okulu’nda Makine Mühendisliği bölümünde okuyor. Gündüzleri kulüp adına antrenmanlar yapıyor, geceleri ise okula gidiyor. Üniversiteden 1981’de mezun oluyor, ama mesleğini yapamıyor maalesef.
Çocukken babamı televizyonda izlerdim sürekli. Beni çantası gibi antremanlara ve maçlara götürdüğü de çok oldu. Onun maskotu gibiydim ve tabii onun en büyük hayranlarından biriydim.
Yalnız, babam diğer sporcular gibi değildi. Onun siyasi bir duruşu vardı ve Kürt’tü. Bazı maçlarda çok haksızlığa uğrardı. Seyirciler arasında etnik kökeni ile ilgili hakaretler duyardık. Bu kadar başarılı bir insan, aynı zamanda karizmatik ve kültürlü biri, Kürt olduğu için sürekli ötekileştirilirdi.

Spordan uzaklaşması nasıl oluyor?
Kocaeli’de okul okurken, boksörlüğe devam etme motivasyonu zayıflamaya başlıyor. Türk-Kürt ikilemi, sağ-sol çatışmaları, Kürt kimliği ile Türk boksörü olma özellikleri onda çok derin çelişkilere ve zaman zaman da çatışmalara yol açıyor. Kendi dünyasında bu çelişkilerin sebep olduğu çatışmaları yoğun bir biçimde yaşıyor. Yaşadığı bu çatışmalar ve çelişkiler, onu Kürt ve Kürdistani olmaya, düşünmeye kanalize ediyor.
Ancak asıl skandal Türkiye şampiyonluk maçında yaşandı. TRT’de yapılan canlı yayında babam büyük bir haksızlığa uğradı. Birinciliği gasp edilerek, bir zengin çocuğuna verildi.
Babam bunu hiçbir zaman kabul etmeyecekti. Madalya töreninde, jüri başkanının boynuna taktığı ikincilik madalyasını kendi boynundan çıkarıp jüri başkanın boynuna takması ve ona “Bunu ben değil, sen hak ettin” demesi TRT canlı yayınında tüm Türkiye tarafından izlendi. Ertesi gün, tüm gazeteler ve televizyonlar babam hakkında akılalmaz yayınlarda bulundu. O, sadece haksızlığa boyun eğmemişti oysa ki. Bu nedenle bundan sonra boksörlük kariyeri tehlikeye girdi. Dış ülkelerdeki maçlara katıldığında, “komünist örgütlerle görüşüyor” diye haberler yaptılar. Bunca olaydan sonra, kendisi istifa edip siyasete girdi ve Kürt özgürlük mücadelesinde yer aldı.

Başarılarla dolu spor hayatını bırakmak zorunda kalması onu nasıl etkiledi?
Büyük bir öfke ve o öfkeden doğan bir umut vardı. Umudunu asla kaybetmiyor, herkesi motive ediyordu. Pozitif bir insandı. İnançlıydı. Kazandığı başarı tabii ki de boşuna değildi. Başarısına sürekli başarı ekleyen biriydi. Sadece boksseverlerin kalbine değil, onu tanıyan halkının yüreğine girmişti. Asıl başarısı buydu. Babam mücadelesinin sevdalısıydı. Bir aşktı bu.

Siyasetle tanışması nasıl oldu?
Bu mücadelenin ilk adımlarını 1985’de gittiği Norveç’te attı. Uzun bir süre göremedik babamı. İki yıl sonra, bizi de yanına aldı. Norveç’te Kürtlüğümüzle ve mücadelemizle daha yakından tanıştık. Bir süre Avrupa çalışmalarına katıldıktan sonra, 1990 yılında Halkın Emek Partisi kuruluş çalışmalarında yer almak üzere ülkeye döndü. Halkın Emek Partisi’nin Genel Sekreterliğine seçildi. 1991 seçimlerinde memleketi Bingöl’den milletvekili adayı olduğunda, aynı zamanda Bingöl HEP İl Başkanı’ydı da. O zamanlar her gün faili meçhul cinayetlerin olduğu bir ülkede siyaset yapmak cesaret istiyordu.

Ailesi siyasete girmesini nasıl karşıladı?
Aile, onun duruşunu bildiği için sanırım, bu mücadeleye, siyasete girmesi pek şaşırtıcı gelmemişti. Kendisi uzun zamandır bunun zeminini hazırlamıştı zaten. Ailesine sürekli Kürt özgürlük mücadelesini anlatır ve Kürt kimliğini izah ederdi.

Legal alanda siyasi çalışmalar yürütürken ne gibi zorluklarla karşılaştı?
1991’in Temmuz ayında yaz tatili nedeniyle biz de ülkeye, babamızı görmeye gitmiştik. Vedat Aydın’ın cenaze törenine katılan babamı gözaltına aldılar. Ev ortamı çok gergindi. Üç hafta sonra, onu eve getirdiler. Çok ağır işkence görmüştü. İşkence sonrası bambaşka bir insan olmuştu diyebilirim. Bedeni mosmordu. Ona sarılamıyorduk bile. İşte o gün ben kim olduğumuzu daha iyi anladım! Bunların hepsi Kürt olduğumuz için oluyordu. Babam milletvekili adayı olduğu Bingöl’den seçilemedi. Türkiye ve Kürdistan’da siyaset yapmak onun için artık imkânsızlaştı. HEP, devlet tarafından kapatıldıktan sonra, DEP kuruldu ve artık babam için ülkesinde kalmanın koşulları ortadan kalkmıştı. O da, Güney Kürdistan’a gidip Kürdistan Ulusal Meclisi’ni kurma çalışmalarında öncülük yaptı.

Onunla en son ne zaman görüştünüz?
Babamla en son şehadetinden iki ay önce konuşmuştum. Mayıs 1994’tü. Aralıklı arardı bizi çok sık olmasa da. Her aradığında, evin büyük kızı olduğum için benimle de konuşurdu. Son konuşması çok farklıydı. Bir daha hiç görüşmeyeceğiz gibi konuşmuştu. O zaman on beş yaşındaydım. Yıllar sonra anladım neden öyle konuştuğunu. Büyük bir sorumluluk bırakmıştı bana. “Beni iyi dinlemeni istiyorum demişti” telefonda. “Annenle kardeşlerinin yanında olacaksın hep. Onlar sana emanet. Okuyacaksın, kardeşlerin de okuyacak. Bunun sözünü ver bana” demişti. “Güçlü olacaksın, dik duracaksın.” Her dediğine “tamam” diyordum. Bunları telefonda defalarca tekrarlamıştı o gün.

Şehadet haberini nasıl aldınız?
Norveç’in pek sıcak olamayan yazında, çilek tarlasında çalışmaya başlamıştık birkaç arkadaşla. Emeğimizin karşılığını kazanıyor ve çok eğleniyorduk. Çok güzel biz yazdı. Sıcaktı. Babam ne zaman arayacak da, ona çilek topladığımızı anlatacağım diye telefonunu bekliyordum. 10 Temmuz günü tarladan gelmiştik. Bir telefon geldi. Eski bir tanıdığımızdı arayan. Hürriyet gazetesinde babamla ilgili acı bir haberin yazılı olduğunu söyledi. Kütüphaneye gittim hemen. Türk gazeteleri oraya geliyordu hep. Hürriyet’in manşetinde, “İşte kanıt! Türkiye’ye yıllardır madalyalar getiren İbrahim İncedursun, terörist olarak öldürüldü” yazıyordu ve cenazesinin fotoğrafı vardı.
Çilek, çilek kokusu bana hep babamın şehadetini hatırlatır. Pek almam o yüzden.

Biraz daha büyüdüğünüzde onu daha iyi anlamak için araştırmalar yaptınız mı?
Tabii. Zamanla yüzlerce arkadaşıyla tanıştık. Özellikle Kürdistan’da siyasi çalışmalar yürüttüğü arkadaşlarıyla sohbet ettik. Biz babamızı babamız olarak sevdik. Onun büyük bir kahraman, bir efsane olduğunu çok sonradan öğrendik.
Babam büyük bir kahramandı. Halkı için büyük bedeller ödedi. Halkının geleceğine sahip çıktı. Babamı anlatmak, sayfalara sığmaz. Şu anda onun biyografisini yazıyoruz. Çoğu bitti, azı kaldı. Her şey planlandığımız gibi giderse, seneye kitabı basmayı düşünüyoruz.

Mezarının nerede olduğu biliniyor mu?
On iki arkadaşıyla Genç/Lice/Kulp üçgeninde şehit düşüyor. Bolu Tugayı’nın yaptığı bir infazdan bahsediliyor. Helikopterle taranmış bölge. Biz ailesi olarak, 2014’te kırsal alana onun kemiklerini aramaya gittik. Ulaşım çok zordu. Bulabildiğimiz tek şey elbise parçaları oldu. Farklı bir kazı yapılması lazım bölgede. Sadece kazma ve kürekle yapılacak bir iş değil bu.

Babanızın geriye bıraktığı bir vasiyeti var mı?
Spor ve sanatı çok seviyor, çocukların ve gençlerin eğitimini çok önemsiyordu. Anneme sürekli “Çocukların eğitimiyle ilgilen. Okusunlar” diyordu. “Onları fazla sıkma sakın. Uçar giderler yoksa. Okumalarına destek ol. Okurlarsa, kim olduklarını daha iyi bilecekler” diye konuşuyordu. Annem de onun vasiyetini yerine getirdi.
Annemin acısı çok büyük. Çok, ama çok kötü günler geçirdi. Yıllardır kendine gelemedi. Babamı bekledi hep, belki bir gün çıkar gelir diye. Babamın cenazesini hâlâ bulamadık çünkü. Babama verdiği sözü tuttu. Hepimizi okuttu. Ona layık, güzel evlatlar yetiştirdi. Geriye baktığında, bizlerle gurur duyduğunu söyler. Biz de onun yanındayız hep.

Son olarak ne söylemek istersiniz?
Tüm güzel evlatlarını öldürüyor bu ülke. Nice insanın hayatını aldılar. Nice çocuklar babasız, eşler yalnız, analar evlatsız kaldı. Bunlar hepsi ayrı bir kimliğimiz, dilimiz ve kültürümüz olduğu için yaşanıyor. Halbuki onlar hepsi de Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele ettiler. Babamı bu mücadeleye sürükleyen de, katleden de devletin kendisidir. İbrahim İncedursun Türkiye’ye ne kadar birincilik madalyası kazandırdıysa da, ne kadar demokrasi mücadelesi verdiyse de Kürt olduğu için sevilmedi asla.
Şehadeti hepimizi çok derinden sarssa da, ailesi olarak onun mücadelesini devam ettiriyoruz. Onu bir kez daha saygıyla, minnetle ve bitmeyen bir özlemle anıyorum.

* Şiir: Eylem Kahraman

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.