Sahibinden kelepir diploma

Dosya Haberleri —

Diploma/foto:AFP

Diploma/foto:AFP

AKP iktidarı her gün yeni bir sınav ortaya atıp günü kurtarmanın peşindeyken, ortada duran milyonluk mağdur kitlenin peşine kim düşecek göreceğiz. Muhalefet gündüz düşlerini biraz olsun gerçeğe dönüştürmek istiyorsa, kökünden dinamitlenmiş eğitim sistemine yakından bakmalı.

BİLGE AKSU

Geçen hafta sonuçları açıklanan YKS tercihleri, olması gerekenin çok altında bir ilgiyle takip ediliyor. Tabii esasen bu sınavı ve sonuçlarını yalnızca muhatapları ve yakınları merak etmeli. Kim ne kadar başarılı oldu, hangi sıralamada nereye gidilebilir ve sonuçta ne elde edildi tarzında sorular, bir zamanlar gerçekten de yalnızca muhatapları tarafından sorulurdu. Zaman zaman bazı eğitimcilerin ve aydınların, sınav kavramını sorgulamasıyla bunun ötesine geçilse de, genellikle olup biten yalnızca öğrenciler ve aileleri arasında kalırdı.

Bugün tuhaf bir durum söz konusu. Bir kere bu sınava, her geçen yıl daha çok insan giriyor. 2022 yılında toplam 3.2 milyon kişinin başvuru yaptığını biliyoruz. Bunların bir kısmı kendini denemek, bir kısmı ikinci bir üniversite okumak, bir kısmı da açıköğretim programları sayesinde çeşitli öğrenci indirimlerinden faydalanmak için bunu yapıyor. Ama geri kalan devasa bir kitle, hayatlarında ilk kez üniversiteli olma deneyiminin peşinde. Her şehir, ilçe ve kasabada mevcut olan yeni nesil üniversitelerin etkisiyle, lise eğitimini türlü zorlukla bitirmiş her öğrenci, bir üniversiteye ‘kapağı atma’ peşinde bu sınava başvuruyor. Yine de istediği programa yerleşemeyip, bu hayalini bir sonraki yıla taşıyan çok sayıda gencin bulunmasıyla beraber başvuru sayısı her yıl yeni bir rekor kırıyor.

İlk bakışta, kelimenin gerçek anlamıyla her kasabada bulunan çok sayıda üniversitenin varlığı, sınava yeniden girecek aday sayısını düşürmeliymiş gibi geliyor insana. Neticede çok düşük puanlarla kontenjanını dolduran, hatta puan sınırında bir alt limite dahi sahip olamayıp kontenjanı boş kalan sürüyle bölüm mevcut. Buna rağmen nasıl olup da sınavı geçemeyenlerin yarattığı yığılma bir türlü erimiyor, bunu cevaplamak gerek.

Öğrenciler değil, öğretmenler cevapladı

Meselenin özü, üniversite sayısında ya da kontenjanında değil. MEB başta olmak üzere birçok kurumda giderek artan beceriksizlik ve günü kurtarma anlayışı bunun asıl sebebi. Geçen yıl birçok anadolu lisesinde görülen açık liseye geçme furyası bunun sonuçlarından biri. 11 ya da 12. sınıfa gelen ortalama üzeri başarılı birçok öğrenci, okullardaki eğitimin kalitesizliği ve çoğu zaman hiç olmayışı nedeniyle, bir dershaneye/etüt merkezine yazılarak, alması gereken eğitimi bu özel kurumlara emanet etti. Bir yandan MEB’in gerekliliklerini yerine getirmeleri zorunlu olduğundan, açık lise sınavlarıyla lise diplomalarına ulaşma yolunu seçtiler. Okullarda değil, online ortamda yapılan bu sınavlarda ise, çoğu öğrenci dershane öğretmenlerinin yardımıyla yüksek puanlar aldı. Hatta bildiğim ve duyduğum birçok örnekte, açık lise sorularını öğrencilerin değil, doğrudan öğretmenlerin cevapladığını da belirteyim. Ve dershane öğretmenlerinin bunu yapmaya neredeyse zorunlu olduğunu da (Kurumlar, öğrenci kaybetmemek için öğretmenlerden bunu talep ediyorlar).

İşin dershane yönü böyleyken, bir de resmi kurumlarda olup bitenler var. İyi öğrencilerini kaybeden okullar, geriye kalan ortalama ve daha altındaki öğrencilerle yola devam etmeyi bir problem olarak görmedi. Fakat işin öğretmen boyutuna geldiğimizde, son derece insani bir durum olarak bazı gereklilikler ortaya çıktı. Sınıf içerisinde, zaten çoğu gereksiz bir sürü bilgiyi işlemek zorunda olan öğretmen, derse katılım sağlayacak ‘iyi’ öğrencilere ihtiyaç duyuyordu. Bu seneye kadar doğal şekilde bu derslere ilgi gösteren ve katılım sağlayan öğrenciler ortadan kaybolunca, öğretmenler kalan ortalama öğrenciyi teşvik etmek ve ders katılımını yükseltmek için çok fazla taviz vermek durumunda kaldı. Bu da elbette ilk olarak, okullarda yapılan sınavların düzeyini ve sonuçlarını etkiledi. Olması gerekenden daha fazla puan verildi, kalan sağlarla yola devam etmek için çok sayıda öğrenci ‘pışpışlandı’. Fakat günün sonunda, ÖSYM’nin merkezi sınavıyla karşılaşan bu yeni ümitkâr öğrenci kitlesi, onlara vaat edilen şeye ne kadar uzak olduklarını acı bir şekilde anladı. 

Üniversiteli işsiz yığını

Mesele o kadar sistematik ki, bu noktaya kadar yazdıklarımda ne öğrenci ne öğretmen ne de velilere dair herhangi bir eleştiri getirmek mümkün değil. Bütün bunlar, sistemi kurgulayıp ardına bile bakmadan yoluna devam eden yöneticilerden kaynaklanıyor. Rekabete dayalı bir sınav sistemiyle, ilgi alanlarını tamamıyla görmezden gelen bir eğitim geleneğiyle halihazırda topallayan bu kurumlar, pandeminin, ekonomik krizin ve elbette en çok da AKP’nin yarattığı sonuçları ekarte edecek cesareti kendilerinde bulamıyorlar. Daha da kötüsü, hiçbir çözüm yolu aramaya çabalamıyorlar.

AKP yönetimi, böyle bir yola gireceğini yaklaşık 15 senedir sezdiriyordu. Artan üniversite sayıları ve kontenjanlar sayesinde, genç işsizliği denen olguyu halı altına süpürmek işlerine geliyordu çünkü. Ya da vergi avantajı olsun, gelir kapısı olsun; birçok yandaş zenginin bu üniversiteleri açmak işine geliyordu. Ki ilk yıllarda bunun olumlu neticeleri de alındı. Genç kuşağın seçeneği çoğalınca, sınav kaygısı azaldı. Artık medyada ya da sanatsal üretim alanlarında ‘yarış atı’ benzeri tabirler görülmez oldu (2000’lerin başında sınav kaygısı konulu birçok hiciv mevcuttu). Fakat bütün bunlar henüz yaşanmaya başlarken olup bitenin sonucunu görmüş birçok eğitimci ve aydının uyarıları, çok geçmeden gerçekliğin kendisine dönüştü. İşsizliği istatistik verilerinde düşürmek isteyen AKP, bu kez kendi eliyle büyük bir ‘üniversiteli işsiz’ yığını yarattı. Ki bu tabirin dramatik dozu, ‘sıradan işsiz’e oranla hayli yüksekti. Sokak röportajlarında mikrofon uzatılan gençlerin büyük kısmı, AKP böyle bir politikayı benimsemese asgari ücretli çalışanlar olarak lanse edilecekken, bu kez hem okumuş hem de işsiz sıfatıyla karşımıza çıkıyordu. Toplumsal uyanış her şeyde olduğu gibi bu alanda da biraz geç yaşandı ve günümüzde iş işten geçmiş durumda. 

Yeni kuşak kaderine terk edildi

AKP yönetiminin öngöremediği bir başka sorun da ortaya çıktı bu süreçte. Taşrada geleneksel aileler tarafından büyütülen genç nesil, daha önce hiç yaşanmamış bir deneyimi yaşadı. Köyünden çıkıp ‘farklı’ insanlar arasına karışan ve elbette dijital çağın da etkisiyle birçok alternatif keşfeden üniversiteliler, artık ailelerinin geleneksel yaşam tarzlarını sahiplenmekte zorlanmaya başladı. Genç kadınların tesettürden uzaklaşması en belirgin imge olarak öne çıksa da, kitlenin neredeyse tamamında benzer eğilimler gözlendi. Deizmin yükselişi, geleneksel değerlerin önemsenmemesi ve en önemlisi, ailesinin politik tercihine uzak duran yeni bir kuşak, AKP’de bir hayalkırıklığına sebep oldu. Ki bu hayalkırıklığının sonucu da, yeni kuşağın kaderine terk edilmesi olarak kendini gösterdi.

AKP elitleri, sayısı artan üniversiteli kitlenin ‘özgür yaşam’ isteğini kendi varlıklarına tehdit algılayarak, nesillerini kurtarma derdine düştü. Boğaziçi Üniversitesi de bundan nasibini aldı, Bozok Üniversitesi de.

İşte, YKS’ye 3.2 milyon kişinin başvurduğu böylesi bir dönemde, yazının başında söz ettiğim ilgisizliği anlamak hem mümkün hem de değil. Sınavda baraj uygulamasının kalkmasıyla, eskiden hayali bile kurulamayacak bölümlerde eğitim almak artık çok kolay. BirGün’den Mustafa Kömüş’ün 21 Ağustos tarihli haberinde, 165 puanla psikoloji bölümünü kazanan bir adayın olduğu belirtilmiş. Bu hem dikkat çekici hem de endişe verici bir durum. Çünkü baraj uygulamasının 180 puan olduğu dönemde hiçbir yere yerleşemeyecek olan bu aday, şimdi ‘parasını verip’ psikoloji diploması alma şansına sahip. Eğitimde ve sağlıkta özelleştirme hamlesi yapan iktidarın, zenginlere sunduğu imkanlardan biri bu. Resmi okulları terk edip parasıyla açık lise sınavlarını geçen kitle, yine kendi imkanlarıyla lisans diplomasına sahip olabiliyor. Bunu yapamayanlar ise Twitter’da ek kontenjan kampanyaları düzenliyor. 18 yaşındaki gençlerden bunun ötesinde bir tavır beklemek anlamsız.

Parasıyla lisans diploması

Mesele sistematik olduğundan, gösterilmesi gereken tavır nedir bunu bilmek zor. Medyanın ve muhalefetin radarına yeterince giremeyen bu sorunla en azından eğitimcilerin ilgilenmesini beklemek hepimizin hakkı. Ama şöyle bir bakınca, öğretmenlerin çoğunluğu kendi dertlerine düşmüş durumda. Yıllar içinde giderek azalan alım güçlerini, AKP’nin yeni bir kurnazlıkla önlerine sürdüğü meslek kanunu kapsamında azıcık yükseltmek istiyorlar. Bu projeye göre, meslekte 10 yılını tamamlayan öğretmenlere uzmanlık sıfatı, 20 yılını tamamlayanlara ise başöğretmenlik sıfatı verilecek. Uzmanların maaşları yaklaşık 1500 lira, başöğretmenlerinki ise 3000 lira kadar artacak. Fakat bunu önce hak etmeleri gerekiyor. 500 saate varan son derece sıkıcı videoları izleyip, kasım ayında yapılacak sınavdan geçer not almaları ilk şart. Ve tüm bunlar yaşanırken, sendikaların getirdiği en büyük eleştirinin, ‘başöğretmenlik Atatürk’e mahsustur’ tadında olmasına ne demeli bilmiyorum.

Sözün özü, 3.2 milyon kişinin seneye 4 milyon olacağı bir yığılma varken, MEB’in resmi kurumları en iyi öğrencileri elinden kaçırıyorken, parasını basıp lisans diplomasına sahip olan zenginler ortada duruyorken neredeyse hiç kimsenin olup bitenle ilgilenmemesi korkunç bir durum. Öğretmenler maaşlarına 100 dolarlık zammın, sendikalar popülist söylemlerle yeni aidatlar toplamanın, iktidar ise her gün yeni bir sınav ortaya atıp günü kurtarmanın peşindeyken, ortada duran milyonluk mağdur kitlenin peşine kim düşecek göreceğiz. Muhalefet gündüz düşlerini biraz olsun gerçeğe dönüştürmek istiyorsa, kökünden dinamitlenmiş eğitim sistemine yakından bakmalı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.