Savaş olmasaydı niye geleyim

Dosya Haberleri —

Mülteciler-İstanbul / foto: AFP

Mülteciler-İstanbul / foto: AFP

  • AKP-MHP iktidarı mültecileri Kürtlere karşı Avrupa'dan taviz koparmak için bir araç olarak kullanıyor. Bir yandan da mülteciler ucuz işgücü olarak çöken ekonomiyi ayakta tutan bir sömürü yığını olarak kullanılıyor. Ankara'nın mülteci politikasının arka planını, mültecilerin ne yaşadığını uzmanlara ve mültecilere sorduk.
  • Prof. Neşe Özgen: "Türk devleti, Suriyeli göçmenleri nesneleştirerek bir rehine olarak kullanmıştır. Ekonomik durum ve siyasi düşüklüklerini konsolide etmek, yedek ve ucuz işgücü ordusunu çoğaltmak, ırkçı ve ayrımcı tabanı ideolojik olarak kaşımak gibi politikalar, AKP’ye soluk borusu oldu, olmakta."

İLKAY EVREN

Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 1 milyon mülteciyi Kuzey-Doğu Suriye'ye yerleştireceklerine dair sözlerini yeni saldırı sinyali takip etti. Erdoğan'ın başlarda Ensar'ın diyerek izlediği açık kapı politikasının, zaman içinde Kuzey-Doğu Suriye'ye göndereceğize doğru evrilmesi, Suriyeli mülteci nüfusun bir başka politikanın aracı olarak baştan kodlandığını gösteriyor. Bu yüzden olsa gerek iktidar mültecilere dönük kendisine yönelmeyen bir rahatsızlığı, olası bir mülteci yerleştirme politikasına uygun görüyor. Ayrıca mülteciler konusunda kendisine yönelik yoğun eleştirileri de böylece perdeliyor. İktidar gizleme gereği duymadan mültecileri Kürtlere karşı Avrupa'dan taviz koparmak için bir araç olarak kullandığını söylüyor. Bir yandan da mülteciler ucuz işgücü olarak çöken ekonomiyi ayakta tutan bir sömürü yığını olarak kullanılıyor. Ankara'nın mülteci politikasının arka planını, mültecilerin ne yaşadığını uzmanlara ve mültecilere sorduk.

Sömürü, ırkçılık, yokluk...

İstanbul'da tekstil atölyelerinde, inşaatlarda, oto tamir atölyelerinde, lokantaların bulaşıkhanesinde... Neredeyse her iş kolunda mültecileri görmek mümkün. Tabi sadece bu alanlarda iş bulanlar kendileri şanslı hissediyor. Bir de sokaklarda iş bulamadığı için elinde bir flüt ile müzik yaparak para kazanmaya çalışan çocuklar, su satarak geçimi sırtlayan kadınlar, çekçek arabasıyla atık toplayanlar ve daha niceleri...

Bir lokantaya garsonluk yapan mülteci ile konuşmak istiyorum. Çok çekingen bir tavırla kabul etse de cevapları birkaç cümleyi geçmiyor. Sömürü düzeninin farkında ama başka da çaresi olmadığı için katlandığını söylüyor. Devletin mültecileri bir koz olarak kullandığını ve Türkiye'de bu yüzden çok yoğun ırkçılığa maruz kaldığını düşünüyor. Bir yandan da işinden olmak istemediği için aldığı ücretin normal olduğunu ve çalıştığı lokantada ona iyi davranıldığını söylüyor. İnşaatta güvencesiz çalışan başka bir mülteci ise Suriye’deki savaşın başlamasıyla her şeyini bırakıp çocuklarıyla göç yoluna düşmüş. İstanbul son durağı olmuş, İstanbul'a gelene kadar birçok kentte yaşama tutunmaya çalışmış ama iş bulamadığı için İstanbul'a geldiğini ve 5 yıldır da burada inşaatlarda çalıştığını söylüyor. Irkçılık ve sömürü düzenine dair o da birkaç cümleden sonra susuyor: "Evim, işim vardı. Savaş olmasaydı niye geleyim. Buraya geldik, bize ev vermediler, çok dışarda kaldık. Kimse yardım etmedi, çocuklarımla perişan olduk. Ama şimdi şükür çalışıyorum." 

Kazandığımızı alıyorlar!

İstanbul'da kafanızı nereye çevirirseniz bir mülteci ile karşılaşmanız mümkün. Haber için koyulduğum yolda, trafik ışıklarında mendil satan mülteci bir kadın ile kendimi tanıtarak sohbete girişiyorum. Gülümsüyor, çok az Türkçe biliyor küçük çocuğunun yardımı ile haberin içeriğini izah etmeye çalışıyorum. Anlıyor, gülümseme yerini öfkeli bakışlara bırakıyor, "Bak, ne haldeyiz. Savaş vardı, kaçtık. Açız, çocuklarım aç. Yaşamadığımız zorluk kalmadı. Biz insan değil miyiz" diye soruyor. Devletin kendilerine yardım edip etmediğini soruyorum. Yardım edilmediğini hatta bazen çocuklarıyla birlikte gözaltına alındıklarında kazandıkları paranın da ellerinde alındığını söylüyor. Eşinin nerede olduğunu soruyorum, kendi de bilmiyor. İstanbul'a geldikten sonra çocukları ile onu bırakıp gittiğini ve nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Su satarak geçimini sağlamaya çalışan başka bir mülteci kadınla konuşuyoruz. O da çocuklarını yanına almış işlek yerlerde ekmeğini kazanmaya çalışıyor. O da eşinin bir gün gittiğini nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Kadınların eşlerinden haberi olmaması Suriyeli erkeklerin silahlandırılıp çete olarak kullanıldığına yönelik yapılan tespitleri de doğruluyor.

Devletsiz yurttaşlar: Mülteciler

AKP-MHP iktidarının, Suriyelileri Kürtlere karşı kullanılmasının arka planında İsrail'in yerleşimci projesini mi takip ediyor? Suriyeliler üzerinde nasıl bir kirli politika yürütülüyor? Bu politikanın iç siyaset açısından hedefleri ne? Bu soruları yönelttiğimiz Prof. H. Neşe Özgen, "Göçmen-mülteci ve sığınmacılar kült bir bütün, sınıfsız, tabakasız, amorf bir kitle değiller. Adları, meslekleri, yaşamları, farklı cinsellikleri, inançları, farklı hayalleri ve farklı geçmişleri ve kimlikleri var ve sadece geldikleri yerlerin devlet adıyla anılmayı da hak etmiyorlar. Suriyeli adıyla indirgediğimiz tüm göçmen- sığınmacı- mülteciler ayrıca on yıla yakındır ülkemizdeler ve bunca zaman içinde onların da geldikleri gibi kaldıklarını söylemek de apayrı bir körlük olur" diye belirtiyor.  

Neşe Özgen

Mülteciler rehine 

Özgen, şöyle devam ediyor: "Türkiye’deki göçmenlerin ve onlar arasında en yüksek nüfusu olan Suriye kökenlilerin durumu da budur: Türk Devleti, Suriyeli göçmenleri önce devletsizleştirmiş sonra da statülerini müphem, belirsiz ve durumlarını da tekinsiz tutarak ve nesneleştirerek bu on yıllık sürede her zaman bir rehine olarak kullanmıştır. Ancak göçmenler ne gelişlerinde ne de kalma sürelerinde homojen değildiler: AKP’nin göç stratejisi gelenleri mezhep, din, çıkış yerleri ve ırka göre, evet hatta ırklarına göre ayırır. Sünni, Arap ve Güney Suriyelilerin BM denetimine açılan kamplarda bir tür ayrıcalıklılar olarak yerleştirildiğini ilk günden bu yana biliyoruz. Bu kategorilerde olmayan büyük bir nüfus ise kentlerde, ikamete zorlandıkları yerlerde ucuz işgücü ve illegal tüm pazarların kurbanı olarak salıverildiler. Binlercesi de geri gönderme merkezlerinde perişan halde tutuluyor ve bu son iki kategori her an zorla deport etme tehdidiyle karşı karşıya. Dahası, resmi ve uluslararası onaylı bir statü verilmeyerek 'misafir’' adıyla kayıtlanmış bu gruplar, ne yaşadıkları süreyi ne de geleceklerini tasarlama hakkına sahip değiller. Zira, kağıtsız ve illegal konumda bırakılıyor ve bu nedenle zaman içinde göç yolunda elde edebilecekleri tüm hakları da kaybediyorlar."

Çocuklar savaştırılıyor

Mülteci çocukların tehdit ile Türk devleti tarafından savaştırıldığına dikkat çeken Özgen, "Sonra bakın neler oldu: Gelenler içinde 'ayrıcalıklı' statüye ulaşmış olanların alındıkları kamplarda, örneğin bir süre sonra erkekler seyrek veya görünmez oldular. Kamplarda sadece kadın ve çocukların kalmakta olması araştırmacıları erkeklerin nerelerde olduklarını sorgulamaya yönlendirdi. Keza kentlerde zaman zaman hatta kaldıkları yurtlara kadar sızan bazı cihatçı örgütlerin reşit olmayan çocukları Suriye’deki ailelerine zarar vermekle korkutarak sınır ötesine tehditle kaçak götürüp savaştırdıklarını görür olduk. Kadınlar ve çocuklar için kurulan fuhuş ve emek köleliği pazarlarını ise saymıyorum dahi" diye vurguluyor.

AKP'nin mülteci oyunu

Devlet tarafından beslenen çetelere işaret eden Özgen, şöyle belirtiyor: "Dahası neler olmakta: AKP sadece sınır içine değil sınır dışına da çeşitli kamplar açıyor, buralara yasal veya informal (gayri resmi) olarak yardım ediyor, yönetici atıyor, hatta eğitim ve sağlık kurumları açıyor. Biz bu kitlesel yerleştirmeleri ancak sızabilen bazı haberler sayesinde öğrenebiliyoruz. Yakınlarda, Hatay’ın karşısındaki bu kamplardan birisinde çıkan nedenini bilemediğimiz 'isyanda', kamptakilerin ayaklanarak Türkiye tarafındaki nöbetçi kulelerine ateş ettiklerini ve nöbetçi askerlere saldırdıklarını ve Türkiye tarafına geçerek hayli kargaşa yarattıklarını okudum. Keza sınır boylarındakiler de buna benzer olayların sınır ötesinden sıklıkla vuku bulduğunu, duvar denilen o milyonlarca dolar harcanmış yükseltinin de göçü önlemeye değil geçişin rüşvetini artırmaya yaradığını aktarıyorlar.

Demem o ki: Bu 'seçilmiş' göçmenleri sınır dışına yerleştirme ve savaştırma politikaları yeni değildir. Aksine en başından bu yana AKP sınırlarla alabildiğine oynamakta, sınırı liminal- ozmotik (akışkan ve geçirgen) bir halde ve illegalitede tutarak göçü de suçlaştırmaktadır. Şimdi yeni olan bu politikaları açıkça dile getirmekte olması. AKP açıktan sınır dışındaki yerleşimlerin adlarını değiştirerek, bu yerleşimlere Türkiye’nin mülki idare sistemi içinde yöneticiler ve kadrolar ataması, yerleşiklerin mülklere el koyup yeniden dağıtarak, karşı gelenleri sürerek ve sindirerek yani bir nüfus profili yaratmakta olması. Önü alınmadığı sürece de hep sürecektir. Zira, artık neredeyse geri dönecekleri bir ülke dahi kalmamış olan Suriyelilere de, bu korkunç pazarlıkta sadece canlarını ortaya koyarak oynayacakları tek rol bırakıldı."

Demografik oyun

AKP iktidarının politik amaçlar nedeniyle Suriyelileri Türkiye’ye çektiğine dair yorumlar yapılıyor. Hatta bu yorumları kanıtlayan birçok gelişme de yaşandı. Mesela AKP-MHP iktidarı mülteciler üzerinden Avrupa’yı tehdit etti. 'Bizim Suriye politikamızı desteklemezsen kapıları açar, hepsini Avrupa’ya göndeririz' dedi. Edirne sınırına mülteciler devlete ait araçlarla taşındı. Mültecilere karşılık da milyarlarca euro alındı Avrupa'dan. Erdoğan 1 milyon mülteciyi Kuzey-Doğu Suriye'ye yerleştirme planından söz etti. Örneğin Efrin'de 400 bini aşkın insan zorla göç ettirildi. Ve bunların yerine bu bir milyon insanın bir kısmının yerleştirilmesi planlanıyor.

Irkçılık AKP’ye soluk borusu oldu

Şimdilerde mülteciler bir kez daha ırkçı yaklaşımlar nedeniyle Türkiye'de gündem oldu. Bu ırkçılığın AKP politikalarıyla bağlantısını değerlendiren Özgen, dikkat çekici bir değerlendirme yapıyor: "Dinci ırkçılarla ve seküler öjenistler el ele. Devletin muhalif ve bağımsız akademisyenleri ve araştırmacıları mülteci çalışmalarından engellemesi nedeniyle, bizler de ne gerçek istatistiklere ve bilgilere erişebiliyoruz ne de kendimiz araştırma yapabiliyoruz. Üretebildiğimiz çalışmalar da bastırılıp yok ediliyor. Dolayısıyla, AKP’nin yeni göçmen planlarından ancak yaptıktan sonra haberdar olabiliyoruz. Ancak gerek uluslararası haber kaynakları, gerek bağımsız haberciler ve akademisyenlerin çalışmaları bizlere durumun iyi gitmediğini de gösteriyor. Suriyeli göçmelerin nesneleştirilmesine ve göç sürecinin araçsallaştırılmasına dair yukarda söylediklerimi tekrarlayayım. Ayrıca tam da sorduğunuz üzere göçmenlerin kitlesel kılınması ve İslamcı bir 'hoşgörü' zemininde 'zavallı' rolüne indirgeyerek orada tutulması AKP’nin en temel göç politikalarından birisidir. Gelenin kimliksizleştirilmesi 'müsait' addedilen bir grubun cihatçı paralı asker olarak donatılması, zaten belirsiz statüleri olan bu devletsiz insanların kriminalize edilerek halkın önüne atılmasının AKP açısından çeşitli faydaları oldu. Ekonomik durum ve siyasi düşüklüklerini konsolide etmek, işgücü pazarını düşkün ve çaresiz bırakmak, yedek ve ucuz işgücü ordusunu çoğaltmak, ırkçı ve ayrımcı tabanı ideolojik olarak kaşımak gibi politikalar, AKP’ye soluk borusu oldu, olmakta."

* * * 

AKP mülteci başına 3 bin 300 Euro alıyor

Mülteciler için Avrupa'dan euro alan AKP'nin mülteciler üzerinden kazanç sağladığını söyleyen Özgen, son olarak şöyle diyor: "Gözden kaçırmamamız gereken bir diğer nokta, din kadar sekülerizmin de bu ayrımcı politikalar destek vermekte olması: Sekülerizmin ağartıcı, hatta öjenizme varan politik zemini neredeyse dinci radikal gruplar kadar göçmenlere düşman bir alan yaratıyor. Fransa’nın politikalarını buna örnek olarak verebiliriz. EU’nun göçmenleri entegrasyon adıyla 'terbiye eden' ayrıcı- seküler politikalarının, AKP’nin İslamcı öjenizmiyle bu denli uyuşmasının bir nedeni de bu. Kaldı ki, EU için kendi ülkesine aldığı bir göçmen için harcadığı paranın 22 bin Euro iken, Türkiye’ye verdiği miktarın kişi başına 3 bin 300 Euro olması da hiç azımsanmayacak bir anlaşma etkeni."

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.