Savaş tünellerine kısa bir yolculuk

Forum Haberleri —

  • Çok geçmeden saatlerce arasam da bulamayacağım gizli bir kapıdan içeriye giriyoruz. Alîşêr cebindeki feneri çıkarıyor ve savaş tünelinden içeriye girmeye başlıyoruz. Viraj sayısı oldukça fazla olan tünelde ilerliyoruz.

Ferzad CAHİT

Uzun bir süredir KDP’nin tuttuğu yollardan geçmeye çalışıyorum. Gerilla alanlarına giden bütün yollar tutulmuş durumda. Gerillanın hareketini kısıtlamak, savaş hazırlıklarını yapmasını engellemek için bu yollar tutulmuş, diyesi geliyor insanın.

KDP’nin ablukasını nasıl geçeceğimi düşünürken, 2 kişilik bir gerilla birimi imdadıma yetişiyor ve randevu yerinden alıyorlar beni.

Yanımdaki 2 gerilla ile beraber meşakkatli bir yürüyüşten sonra gerilla kontrolündeki alanlara ulaşmayı başarıyoruz. Tabi gerilla alanlarına ulaşırken oldukça temkinli yaklaşıyoruz.

Gerilla alanlarına giden bütün yollar, tepeler ve boğazlar tutulmuş durumda. Yani her an bir pusuya düşmek, ya da çatışmaya girmek hiçte uzak bir olasılık değil.

Gerilla alanlarına girdiğimizde ilk dikkatimi çeken arazinin yapısı oluyor. Meşe ağaçlarından oluşan ormanlar tepelerin eteklerini kaplamış durumda. Daha yüksek yerler ise çıplak, fakat korkunç uçurum ve kayalıklarla dolu.

Bir yandan kendimi özgür ve rahatlamış hissediyorum. Diğer yandan ise arazinin şekli, yoğun ormanlar ve uçurumlar içimi ürpertiyor.

Bir süre yürüdükten sonra arazinin kuytu ve kamuflajlı bir yerinde beklemeye başlıyoruz. Çok geçmeden ağaçların içinden filinta boylu, kamuflaj elbiseli, çantalı 2 gerilla daha geliyor ve sıcak bir edayla ‘özgür dağlara hoş geldin’ diyorlar.

Konuşmalarıyla, bakışlarıyla içimi ısıtan bu gerillaların isimleri
Alîşêr ve Agît. Kendileriyle ilgili daha fazla bilgi vermekten çekindikleri her hallerinden belli oluyor. Bende daha fazla üstelemiyorum tabi.

Tekrardan yola çıkıyoruz. Sık ormanların içinden ağaçlara takıla takıla yavaş bir tempoyla ilerliyoruz. Aslında yürüyüşümüzü ağırlaştıran benim. Bu durumu fark eden Alîşêr ve Agît, bana hissettirmeden tempolarını bana göre ayarlamaya başlıyorlar.

Dik bir yamaçtan ilerliyoruz. Yavaş yavaş tepenin zirvesine yaklaşıyoruz ve orman seyrelmeye başlıyor. Yorgunluktan dolayı ‘biraz ara verebilir miyiz? Diyorum.

Fakat biraz daha yukarıda daha korunaklı bir yerin olduğunu ve orada ara verebileceğimiz, cevabını alıyorum. Çaresiz bir şekilde ayaklarıma yükleniyorum ve tırmanmaya devam ediyorum.

Her 5 dakikada bir “ne kadar kaldı heval” diye sorduğumda sürekli ‘az kaldı, yetiştik, bitti’ cevapları ala ala tepenin zirvesine ulaşmayı başarıyoruz.

Doğrusu, Alîşêr ve Agît beni nasıl yürüteceklerini iyi biliyorlar. Sürekli ‘5 dakika kaldı, ulaştık’ diyerek enerjimi tazelememi sağlıyorlar. Bu durumdan hiçte şikayetçi değilim.

Tepenin zirvesinde korunaklı bir yerde ara verdiğimizde, ne kadar yükseklere geldiğimizi daha iyi anlıyorum. Adeta kendimi bulutların arasındaymış gibi hissediyorum.

Bulunduğumuz yerden gerillanın üstlendiği birçok alan görünüyor. Alîşêr ve Agît detaya girmeden araziyi tarif ediyorlar ve devam etmemiz gerektiğini hatırlatıyorlar.

Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra, yüksek uçurumların olduğu bölgeye ulaşıyoruz. İçimden bir ses gerillanın savaş tünellerine yaklaştığımızı söylüyor.

Çok geçmeden saatlerce arasam da bulamayacağım gizli bir kapıdan içeriye giriyoruz. Alîşêr cebindeki feneri çıkarıyor ve savaş tünelinden içeriye girmeye başlıyoruz. Viraj sayısı oldukça fazla olan tünelde ilerliyoruz.

Tünelde dikkatimi çeken sadece virajlar olmuyor, herhangi bir saldırı durumunda basıncın, kimyasal gazların ve dumanın çabuk çıkması için farklı açılardan dışarı çıkan kapılar hemen göze çarpıyor.

Tünelde biraz daha ilerledikçe kulağımı rahatsız eden bir ses duymaya başlıyorum. Gerilla Agît’e sorduğumda, savaş tüneli çalışmalarının devam ettiğini söylüyor. Daha sonra bakacağımız için şimdilik çalışma alanına gitmiyoruz.

Daha geniş ve aydınlık bir tünele geçiyoruz. Tünele ilk girdiğimiz yerdeki gibi, burada da torbalardan siperler yapılmış, çatışma amaçlı yapıldığı anlaşılıyor hemen.

Bunların yanında kayalara 1-2 kişinin sığabileceği büyüklükte siperler oyulmuş. Bu siperlerin de tünel içindeki çatışmalar için yapıldığını tahmin ediyorum.

Gerillanın ‘manga’ dediği odalara geçerken, tüneldeki hareketlilik dikkatimi çekiyor. Yanımızdan geçen her gerilla sıcakkanlılıkla karşılıyor bizi ve selamlaşıyoruz.

Herkes bir şeylerle meşgul. Bazı gerillalar erzak çekerken bazıları ise su depoluyor. Herkes kendi işini severek yaptığı için tüneli bir sevinç kalabalığı kaplamış durumda.

Mangaya giderken birkaç metrelik bir tünele daha giriyoruz ve oradan mangaya giriş yapıyoruz. Naylon ve brandalarla kaplanmış manga oldukça derli toplu. Yere özenle serilmiş battaniyelerin üzerine oturuyoruz ve hemen gerillalar su ikram ediyor.

Gerilla içinde, görevden gelenlerin ve misafir olanların ayrı bir sevgiyle karşılandığını anlamak hiçte zor olmuyor. Az önce tünelde harıl harıl çalışan gerillalar işlerini güçlerini bırakarak yanımıza geliyorlar. Hepsi tek tek ‘Qewet be’ diyor bizlere. Gelişen bu ilgiden oldukça memnun oluyorum.

En son içeriye toz içinde kalmış 2 gerilla giriyor. Elbiseleri ve yüzleri tozdan bembeyaz olmuş. Tabi ben bu duruma oldukça şaşırıyorum; bunu belli etmiş olmalıyım ki gerillalar hep birlikte kahkahaya boğuluyor. Alîşêr hemen duruma müdahale ediyor ve anlatmaya başlıyor.

Toz içinde kalmış gerillaların tünel çalışması yürüttüğünü ve kullandıkları hilti yüzünden kaya tozları içinde kaldıklarını aktarıyor. Anlamış gibi yapsam da hilti nedir bilmiyorum fakat çaktırmıyorum da.

Bir süre daha sohbet ettikten sonra, bütün gerillalar bir anda kalkıyor ve mangadan çıkıyor. Anlam veremiyorum bu duruma. Birkaç dakika sonra hepsi elleri dolu olarak geri dönüyor. Bizim için ayırdıkları yemekleri sofraya bırakıyorlar.

Heyecandan alelacele yediğim yemeğin üzerine hemen tavşan kanı çayımı yudumlamaya başlıyorum. Agît ve Alîşêr’de benim gibi yapıyor.

Mangada tünel savaşları üzerine koyu bir sohbet başlıyor. Büyük bir ilgiyle gerillaları dinliyorum. Konuşma hakkını içten içe kendimde görmüyorum. Sonuçta savaşan ve direnenler onlar, bedel verenler yine onlar. Kendimi onların yanında çok güvende ve yerini bulmuş gibi hissediyorum nedense.

Sohbetin uzayacağını anlayan Alîşêr duruma müdahale edip, savaş tünellerini dolaşacağımızı söylüyor ve kalkıyoruz. Yine herkes işinin başına dönüyor.

Mangadan çıkıp tünelde ilerlerken farklı bir mangadan şarkı sesleri yükseliyor. Sorduğumda ise 27 Kasım PKK’nin 44. Kuruluş yıldönümü dolayısıyla gerillanın “moral” dediği kutlama hazırlığı olduğu söyleniyor.

Savaş tüneli oldukça uzun ve içine serpiştirilmiş birçok oda var. Bazıları yaşam alanları olarak, bazıları ise depo ve farklı amaçlar için kullanılıyor.

Buradan çıkıp savaş pencerelerinin olduğu yere doğru ilerliyoruz. Burada da tünellerdeki virajların yanı sıra gerillanın deyimiyle ‘basınç odaları’ göze çarpıyor. Alîşêr’in anlatımından basınç odalarının, savaş tünelleri bombalandığı zaman basıncın içeriye daha az girmesini sağlayan odalar olduğunu anlıyorum. Devam ediyoruz.

Savaş tünellerine girmeden önce karşımızda duran sarımsı ve siyaha çalan kayalardan oluşan uçurumların içinde olduğuma inanamıyorum. Az daha ilerledikten sonra gerillanın uçurumlarda açtığı savaş pencerelerinin olduğu yere geliyoruz.

İnanması zor ama gerilla gerçekten dağları delmiş ve dağların derinliklerinde kendisine savaş mevzileri yapmış, hem de çok büyük emekler vererek.

Savaş pencereleri iç taraftan özel olarak kamuflaj edilmiş. Öyle iyi kamuflaj edilmiş ki dışardan görülmesi oldukça zor. Zaten uzun uzun baktığım bu uçurumlarda hiç dikkatimi çekmemiş, burada açılmış tünellerin olduğunu görememiştim.

Tünellerde ilk başta genişlik ve büyüklük oldukça iyi olsa da savaş pencerelerine yaklaştıkça daralıp, alçalıyor. Pencereler oldukça küçük. Gerillaların silahını çıkarıp dışarıdaki düşmana müdahale etmesine yetecek büyüklükte.

Ayrıca savaş pencereleri düşmanın ulaşamaması için uçurumlarda yapılmış. Pencereler arazinin derinliğini gören hâkim yerlerde. Buralardan çok rahatça araziyi denetime almak mümkün. Alîşêr’in deyimiyle “bu pencerelerin olduğu yerlere kimse kolay kolay yaklaşamaz”.

Alîşêr ve Agît ile beraber birçok pencereyi dolaşıyoruz. Hepsi de büyük bir emekle yapılmış gerçekten. Alîşêr ve Agît’e bunları nasıl yaptınız diye sorunca, “hadi hilti çalıştıran arkadaşların yanına gidelim daha iyi anlarsın” cevabını alıyorum.

Tekrardan virajlar ve basınç odalarının yanından geçerek sesin olduğu yere yöneliyoruz. 

Yol üzeri tünelde ve bazı mangalarda gözüme çarpan büyük mavi bidonları soruyorum. Onların su, cephane ve erzak dolu olduğu, savaş durumları için tedbir amaçlı kaldırıldıklarını söylüyor Alîşêr.

Yürüdükçe ses yükseliyor ve rahatsız edici bir düzeye ulaşıyor. Uzaktan matkap sesine benziyor ama sesi çok yüksek, ayrıca gerillaları toz içinde bıraktığını anımsayınca çok merak ediyorum şu “hilti” denen şeyi.

Sonunda hiltinin çalıştırıldığı yere ulaşıyoruz. İçerisi toz dolu. Ayrıca tünelin içerisinde bir grup gerilla çıkan toprağı el arabalarına doldurup dışarıya atıyor. Ben de onlara Qewet be diyorum.

Sonunda beni merak içinde bırakan hiltiyi görüyorum. Oldukça büyük bir matkap. Ucunda 1 metreyi bulan kalın şişler var. Bu şişler ile kayaların delindiğini görüyorum.

Toz toprak içinde kalan 2 gerilla bizi görünce hiltiyi durduruyor ve kulaklarım biraz rahat ediyor.

Alîşêr anlatmaya başlıyor. En başta delici şişler ile kayaların delindiğini ve sonrasında bu deliklere mayınlar yerleştirerek patlattıklarını söylüyor. Patlatma sonrasında ise mayınların etkisiyle kırılmayan fakat gevşeyen kayalar hiltinin kırıcı uçları ile kırılıyor. Asıl toz da bu aşamada çıkıyor.

Hiltiyi denemek istediğimi, zaten daha önce çok matkap kullandığımı söylüyorum. Alîşêr, Agît ve diğer 2 gerilla “olmaz” diyerek ani bir cevap veriyor. Ben ısrar edince “sadece çok kısa deneyeceksin” sözü Alîşêr’in ağzında çıkar çıkmaz hemen hiltiye davranıyorum ama çok ağır geliyor ve hemen kaldıramıyorum, hilti olduğu yerde kala kalıyor. Hep birlikte bu duruma gülüyoruz. Alîşêr bir hamlede hiltiyi yerden kaldırıyor ve kayaları delik açmak için hazırlanıyor.

Bana bazı uyarılarda bulunuyor. Hiltinin tehlikeli olduğunu, bazen şişlerin kayalar arasında takılı kaldığını ve dikkat etmezsem beni yaralayabileceğini söylüyor.

Daha dikkatli bir şekilde yaklaşmam gerektiğini anlıyorum. Sonuçta 10 kilodan daha ağır kocaman bir matkap bu. İkinci denemem de başarılı oluyorum; 10-15 cm kadar delik açıyorum ve terlemeye başlıyorum.

Durumu gören Alîşêr müdahale ediyor ve hiltiyi durduruyor. Doğrusu seviniyorum bu duruma. Terlemeye ve ellerimin, belimin yorulduğunu hissetmeye başladığım süreçte hilti durduruluyor. İçten içe Alîşêr’e teşekkür ediyorum.

Hilti ile bir delik açmanın bu kadar zor olduğunu düşününce bu tünellere verilen emeği daha iyi anlıyorum. Gerilla bu savaş tünellerini yapmak için aylarını hatta yıllarını veriyor. Her günü ise ayrı bir zorluk ve emekle dolu.

Hiltiyi kullanamayınca toprak atan gerillalara yardım etmek istiyorum, ama onun zorluğu da bir başka. Taşlarla dolu toprağı el arabalarına yüklemek ve yine o arabaları tünellerden götürmenin ayrı bir zorluğu var.

Yapılacak en iyi şeyin karışmamak ve işi ustalarına bırakmak olduğunu anlıyorum.

Ziyaretimin sonuna geliyorum yavaş yavaş. Bütün gerillalar tekrardan işlerini bırakıp beni uğurlamak için tek sıra halinde beklemeye başlıyorlar. Hepsiyle teker teker tokalaşıp vedalaşıyorum. Yanımıza tedbir olarak bir poşet içinde biraz erzak ve su alıyoruz.

Alîşêr ve Agît’e “bu sefer sizi yürüyüşte zorlamayacağım, gerillaya alıştım” diyorum. Hep beraber bir kahkaha atıyoruz ve geldiğimiz yoldan aşağılara doğru inmeye başlıyoruz.

Diğer gerilla biriminin yanına ulaştığımızda, Alîşêr ve Agît’ten ayrılacak olmanın üzüntüsünü derinden hissediyorum. Birbirimize sarılarak vedalaştıktan sonra KDP’nin tuttuğu yollardan gerilla alanlarından uzaklaşmaya başlıyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.