Sayın Öcalan bir muhatap yarattı
Dosya Haberleri —

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı 2025
- Yeni bir siyasal kültürün filizlendiğini düşünüyorum. Duruşmada da ifade etmiştim: “İmralı Adası günün birinde bir barış adası olacaktır.” Nasıl ki Yassıada, askeri darbe sonrası demokrasi adası olarak ilan edildiyse, İmralı Adası da bir gün barış adası olarak anılacaktır.
- “Bir muhatap arıyorum” cümlesi, artık Sayın Öcalan’la özdeşleşmiş bir ifadedir. Bu sadece İmralı’yla sınırlı olmadı; siyasal yaşamı boyunca hep bir muhatap aradı. Bu süreci, bir muhatap aramaktan muhatap yaratmaya evrilen bir dönem olarak görüyorum.
AZİZ ORUÇ/İSTANBUL
Uzun yıllar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) bünyesinde çeşitli görevler üstlenen avukat Doğan Erbaş, yaklaşık iki yıl süren tutukluluğun ardından geçtiğimiz günlerde tahliye edildi. Geçmişte diyalog ve müzakere süreçlerinde aktif rol alan Erbaş, sürecin geldiği noktayı, iktidarın ve devletin tutumunu, İmralı’da yürütülen görüşmeleri ve toplumsal muhalefetin sorumluluklarını dile getirdi.
Cezaevi süreci sizin açınızdan nasıl geçti? Bu süreçte kişisel ve siyasal olarak neler gözlemlediniz?
Bu benim üçüncü tutuklanmamdı. İki yılı aşkın bir süre cezaevinde kaldım. Yıllardır demokratik siyaset içinde, yöneticilik yapan biriydim ama toplamda yaklaşık 7 yıla yakın bir süre üç kez cezaevine girmiş oldum. Bu, aslında Türkiye’nin gerçeklerinden biridir. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi ne yazık ki bedel ödemeyi zorunlu kılıyor. Tahliye olduğumda, yanımda kalan arkadaşlarım da Kobanê Davası olarak bilinen dosyadan yargılanan kişilerdi. Yaklaşık 5 yıldır hukuksuz şekilde tutuklular. Tam anlamıyla bir hukuk garabetiyle karşı karşıyayız. Onların yanından çıkmak bende buruk bir his yarattı, sevinç hissedemedim.
Cezaevindeyken dışarıdaki gelişmeleri izlemeye çalıştık. Belki tüm yönleriyle kapsamlı bir değerlendirme yapmak mümkün değil ama görebildiğim kadarıyla sadece demokratik Kürt siyaseti açısından değil, Türkiye siyaseti ve siyasal kurumların geleceği açısından da önemli gelişmelerin, altüst oluşların yaşandığı bir dönemdeyiz. Yeni bir siyasal kültürün filizlendiğini düşünüyorum. Duruşmada da ifade etmiştim: “İmralı Adası günün birinde bir barış adası olacaktır.” Nasıl ki Yassıada, askeri darbe sonrası demokrasi adası olarak ilan edildiyse, İmralı Adası da bir gün barış adası olarak anılacaktır. Siyasal sorunların şiddetle çözülmesinin sona erdiği, geleneksel siyaset kültürünün geride bırakıldığı bir döneme girdiğimize inanıyorum. Bu süreci başlatan kişinin Sayın Abdullah Öcalan olduğunu düşünüyorum. Bu gelişmelerin devam etmesiyle birlikte cezaevlerinin de günün birinde tamamen boşalacağına, demokratik siyaset yürüten arkadaşlarımızın çok uzak olmayan bir gelecekte özgürlüklerine kavuşacaklarına inanıyorum. Ancak bu özgürlük, toplumsal özgürlükle taçlandırılmadıkça tamamlanmış sayılmaz.
Uzun yıllar Sayın Öcalan’ın avukatlığını yaptınız ve İmralı’da birçok görüşmeye katıldınız. Bugün yeniden görüşmelerin gündeme gelmesi size ne hissettirdi? İlk dönemden bugüne yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Görüşmeler yeniden başlayınca, ilk hissiyatım şuydu: 2022 yılında verdiğim bir söyleşide “Günün birinde Sayın Abdullah Öcalan’la yeni bir görüşme süreci başlayacaktır” demiştim. 2013-2015 yıllarında yürütülen süreç her ne sebeple sona ermiş olursa olsun, Sayın Öcalan’ın çözüm konusundaki kararlılığı, potansiyeli, gücü ve inisiyatifi bir gün mutlaka değerlendirilecektir diye düşünüyordum. O dönemden beri içimde bu yönde bir hissiyat vardı.
22 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrıyı medya üzerinden izlediğimde, içimdeki hissiyatın gerçekleştiğini görmenin sevincini yaşadım. Arkadaşlarla birlikte izlerken “Beklediğim buydu” dedim. O ilk İmralı görüşmeleri gözümde canlandı. Biz avukatlar bile zaman zaman karamsarlığa kapılırken, Sayın Abdullah Öcalan, bu ülkede toplumsal ve siyasal bir değişim olacağına dair umudunu hiç yitirmedi. Tüm görüşmelerde sürekli olarak demokratik, siyasal ve barışçıl çözüm vurgusu yaptı. Hedefinden ve sözlerinden hiç sapmadan bugünlere getirdi. “Nihayet oluyor” hissim zamanla daha da netleşmeye başladı. Ancak, şunu da eklemek isterim; yine başka bir röportajda, “Öcalan’la oyun oynanmaz” demiştim. Bugün CHP'de ifadesini bulan Kemalist-ulusalcı blokta belli ölçüde bir değişim olsa da, geçmişte “İktidar görüşüyor” diye eleştirilerde bulundular. Oysa “Neden daha çok görüşülmüyor?”, “Neden sonuç alıcı görüşmeler yapılmıyor?” soruları sorulmalıydı. Görüşmelerin varlığını sorgulamak yerine, içeriği üzerine konuşmak gerekirdi.
O dönem yürütülen diyalog ile bugün yeniden gündeme gelen tartışmalar arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Ben, Sayın Abdullah Öcalan’la ilk günden son avukat görüşmesine kadar uzun süre görüşmeler yapmış bir avukatım. En çok görüşen avukatlardan biri oldum. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Sayın Öcalan, Türkiye’ye teslim edildiği ilk andan itibaren, o devletlerarası komplo olarak tanımlanan sürecin ardından, temel eksenini hiçbir zaman değiştirmedi. O günden bugüne, milim sapmadan demokratik ve barışçıl çözüm hedefi doğrultusunda hareket etti. Kendisinin ortaya koyduğu demokratik toplum modeli; ortak vatan, ortak yaşam, eşit yurttaşlık, anayasal vatandaşlık ve özgür yurttaşlık gibi kavramlar etrafında şekilleniyordu. Bu çizgisinden hiç sapmadı. İlk günden beri bu yaklaşımı savundu ve bugüne kadar da bu kararlılıkla sürdürdü.
“Bir muhatap arıyorum” cümlesi, artık Sayın Öcalan’la özdeşleşmiş bir ifadedir. Bu sadece İmralı’yla sınırlı olmadı; siyasal yaşamı boyunca hep bir muhatap aradı ve bugün gelinen noktada, aslında bir muhatap yarattığını düşünüyorum. Bu süreci, bir muhatap aramaktan muhatap yaratmaya evrilen bir dönem olarak görüyorum. “Sonuç verdi” demek için belki erken ama sonuç alma ihtimalinin güçlendiği bir noktadayız. Sayın Öcalan, bu süreci adım adım, büyük bir kararlılıkla, ilmek ilmek ördü.
Türkiye siyasetinde ciddiyetsizlik ve samimiyetsizlik nedeniyle yapısal sorunlara kalıcı çözümler üretilemedi. Sayın Öcalan da bu sorunun üzerine çok yoğunlaştı. Siyasal, toplumsal ve tarihsel meselelerin yalnızca seçime indirgenerek ele alındığı bir politika yerine, samimiyet ve ciddiyetle yaklaşılan bir sürece doğru gideceğiz. Elbette bu sürecin netleşmesi için demokratik siyaset kurumuna büyük görevler düşüyor. Yeni bir tarih yazılıyor. Yeni bir siyasal kültür inşa ediliyor. Bu sadece Kürt halkı için değil, Türkiye’deki tüm halkların ortak ve demokratik geleceği açısından da büyük önem taşıyor. Sayın Öcalan bu sürece çok emek verdi. Ancak şimdiye kadar çeşitli nedenlerle, özellikle muhataplarının politik yetersizliği ve meseleleri dar ele almaları nedeniyle bir sonuç alınamadı. Fakat bugün ise bölgesel, küresel ve konjonktürel gelişmelerin etkisiyle yeni bir dönemin kapısının aralandığını düşünüyorum.
İktidar ve devlet Kürt sorununun çözümüne dair hangi somut adımları atmalı?
Bence sürece başlamak için atılabilecek ilk ve somut adım, OHAL döneminde çıkarılan ve kayyum atamalarına zemin hazırlayan Kanun Hükmünde Kararnameler’in (KHK) iptal edilmesi olacaktır. Bu düzenleme, hemen yapılabilir; önünde hiçbir engel yok. Bu konuda Meclis'te de bir irade oluştu. İktidar da dahil olmak üzere, muhalefetin neredeyse tümü bu konuda bir ortaklığa varmış görünüyor. Detaylara girmeden, yolsuzluk ve benzeri konular dışında özellikle siyasal nedenlerle yapılan kayyum atamalarının önüne geçilebilir. Bu, güven artırıcı bir adım olur. Bir diğer önemli konu da Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı. Türkiye’nin bu konuda bazı çekinceleri vardı. Bu çekinceler kaldırılabilir. Yerel yönetimlerin yetkileri artırılarak yerel demokrasi güçlendirilebilir.
İşin bir başka boyutu ise ceza hukuku ve terörle mücadele yasasıyla ilgili. Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu'nda (TMK) yıllardır kangrenleşmiş hale gelen bazı maddelerle ilgili hızlı düzenlemeler yapılabilir. Özellikle son dönemde sıkça gündeme gelen ve büyük bir soruna dönüşen İdare ve Gözlem Kurulları kaldırılmalıdır. Cezasını tamamladığı halde tahliye edilmeyen birçok tutsak var. Bu uygulamanın da kaynağı 15 Temmuz sonrasındaki düzenlemelerdir. Bunlar da hızlıca değiştirilmeli. Anayasa değişiklikleri gibi daha kapsamlı konuların bu aşamada Meclis komisyonunun görev alanında olmadığı yönünde tartışmalar yapılıyor. Meclis tatile girmeden önce bu konularda somut çalışmalar yapılmalıdır. İktidar, özellikle AKP, bu konularda biraz ağırdan alıyor gibi görünüyor. Seçim hesapları nedeniyle, bu meseleler gündelik siyasete kurban ediliyor. Buna rağmen tümüyle olumsuz bir tablo da çizmek istemem.
Toplumsal barışın inşasında halklara, sivil toplum örgütlerine, emekçilere ve kadınlara ne gibi sorumluluklar düşüyor?
Doğrusu şu ki, dışarıda geçirdiğim birkaç gün içerisinde gözlemleyebildiğim kadarıyla, toplumda AKP’ye yönelik geçmişten gelen bazı pratikler nedeniyle ciddi bir güven bunalımı yaşanıyor. Bu psikoloji, aynı zamanda demokratik siyaset kurumlarının ve sivil toplum örgütlerinin pratik adımlar atmasını da bir ölçüde engelliyor gibi görünüyor. Ancak burada başka bir düşünme tarzına ihtiyaç var.
Biz bu sürece AKP’ye güvendiğimiz için değil, sürecin ruhuna ve kendi gücümüze güvendiğimiz için sahip çıkmalıyız. Biz, halkların öz gücüne, değiştirici ve dönüştürücü potansiyeline güveniyoruz. Sayın Öcalan’ın bu süreçteki rolü ve ortaya koyduğu gelecek perspektifi tarihseldir. Demokrasiden ve özgürlükten yana olan tüm kesimlerin, tüm kurumların Öcalan’ın perspektifine güvenerek, bu süreci bir seferberlik ruhuyla sahiplenmesi gerekiyor. Artık kısır tartışmaların aşılması şart. Demokratik siyasal mücadele sadece siyasi partilerin omzunda taşınacak bir yük değildir. Onlar bu mücadelenin sadece bir parçasıdır. Demokratik toplumun çok sayıda bileşeni vardır. Ekoloji hareketleri, gençlik örgütleri, emek ve sendikal yapılar gibi pek çok farklı alanda faaliyet gösteren kurumlar bu süreçte aktif rol üstlenmelidir. Tam bir seferberlik ruhuyla bu süreci ilerletmek gerekiyor.
Demokratik siyasetin değiştirici ve dönüştürücü gücüne inanmak zorundayız. Toplumsal değişim kolay değildir; yüz yıllık, hatta daha da eskiye dayanan pratikler ve zihniyet kalıpları var. Bunların bir anda değişmesi zor. Ancak ben artık bu yola girildiğine inanıyorum.
Belki tarihsel ve toplumsal açıdan değişimin en zor olabileceği bir coğrafyada yaşıyoruz ama son 7-8 ayda yaşananlar bile çok önemli. Özellikle Devlet Bahçeli’nin kendi siyasal geçmişini bir kenara bırakıp yeni bir pozisyona yönelmiş olması başlı başına önemlidir. İktidar farklı hesapları olsa da, değişim ve dönüşüm geçirmek zorunda. Onlar da bunu görüyor. Dolayısıyla Türkiye’de bütünlüklü bir değişimin kapısı aralanmıştır. Cesaretle ve kararlılıkla herkesin demokratik mücadelenin görevlerine sarılması gerekiyor.
***
"Kamuoyu hazır değil" söylemiyle kamuoyu zehirleniyor
Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifi, sizce mevcut siyasi tabloda nasıl bir karşılık buluyor? İktidar içinde bir değişim gözlemliyor musunuz?
İktidarda bir değişim görüyorum, fakat bu değişimin yeterli olmadığını düşünüyorum. Çünkü Sayın Öcalan, yıllardır sürdürdüğü tutarlı, ahlaki ve ilkeli duruşunu bugüne kadar kararlılıkla korudu. Söyledikleriyle yaptıkları arasında çelişki yoktu. Bugün ortaya koyduğu hedeflerin tamamını yerine getirdi. Ancak iktidar koalisyonu içinde farklı eğilimlerin varlığına dair bazı işaretler var. Özellikle MHP kanadında, kamuoyunu şaşırtacak ölçüde kararlı bir tutum dikkat çekiyor. Bu çizgi, daha çok Türkiye’nin geleceğini “devletin bekası” üzerinden yorumluyor. İktidarın büyük ortağında ise, iktidarı korumaya yönelik daha pragmatik bir yaklaşım olduğu görülüyor. Bu tablo böyle devam edemez. İktidar, kaçınılmaz şekilde bir değişime uğramak zorunda. Bu noktada Sayın Öcalan’ın geçmişte, 2008 veya 2009 yıllarında yaptığı bir Erdoğan çözümlemesini hatırlıyorum. O dönemde “Erdoğan, Türkiye siyasetinin şimdiye kadar gördüğü en kurnaz başbakan ve siyasetçidir” demişti. Ayrıca “Erdoğan’ın önünde iki yol var; ya Özal çizgisinde ilerleyecek ya da Çillerleşerek tasfiye olacaktır” ifadelerini kullanmıştı.
Bugün Erdoğan ve AKP, bir yol ayrımında. Pragmatizm, siyasette bir noktaya kadar işlevseldir. Bu nedenle, kapsamlı ve bütünlüklü bir değişim ve dönüşüm şarttır. Ortak demokratik değerlerin yalnızca söylemde değil, pratikte de karşılık bulması gerekir. Yeni anayasa, vatandaşlık tanımı, yerel demokrasi düzenlemeleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi alanlarda somut adımlar atılmalıdır. Aksi halde bu pragmatik siyasetle uzun süre yol yürüyemeyeceğini kendisi de görecektir. Bunu yanı sıra gelişmelerin yaşanacağına dair işaretler de var. Konuşmalar bu nedenle önemsiz değil. Erdoğan belki yeni bir şey söylemedi ama güçlü bir kararlılık vurgusu sezdirdiklerini düşünüyorum. Özellikle tarihsel referansları sık sık vurgulaması, “kardeşlik ruhu canlandı” ifadeleri, “tarihsel ittifakı güncelliyoruz” gibi ifadeleri önemliydi. Ancak artık bu sözlerin pratiğe dökülmesi gerekiyor. Son olarak şunu da belirtmeliyim: Türkiye siyasetinde “kamuoyu hazır değil” söylemi altında aslında kamuoyu zehirleniyor. Gerçekler gizleniyor, demagojiyle çarpıtılıyor. Ardından da kamuoyunun hazır olmadığı öne sürülüyor. Bu nedenle sürecin ruhuna uygun bir şekilde, hızlı ve etkili reformlar hayata geçirilmelidir. Bu ağırdan alma halinin bir örneğini 10’uncu Yargı Paketi’nde gördük. Belki tek başına çok önemli görünmeyebilir, ama bir zihniyetin yansımasıdır.














