Şengal yalnız bırakılmamalı
Dosya Haberleri —

Martin Schirdewan
Avrupa Parlamentosu (AP) Sol Grup Eşbaşkanı Martin Schirdewan:
- Şengal hala savaşın ağır izlerini taşıyor; hem Türkiye’nin saldırıları hem de DAİŞ’in bıraktığı yıkım çok net bir şekilde hissediliyor. Uluslararası toplum artık bu duruma gözlerini kapamamalı.
- Şengal’in yeniden inşası için hem maddi hem de siyasi destek sağlanmalı. Göç etmek zorunda kalan Şengal halkının geri dönebilmeleri ve orada özgürce bir yaşam kurabilmeleri için gerekli koşullar oluşturulmalı.
- Ayrıca hala DAİŞ’in elinde bulunan kadınların ve çocukların kurtarılması için somut ve etkili programların geliştirilmesi gerekiyor. Bu mesele aynı zamanda uluslararası toplumun doğrudan sorumluluğu. Şengal halkı bu süreçte yalnız bırakılmamalı.
BARIŞ BALSEÇER/STRASBOURG
Avrupa Parlamentosu (AP) Sol Grup Eşbaşkanı Martin Schirdewan başkanlığındaki bir heyet, geçtiğimiz haftalarda Güney Kürdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi bölgelerine ziyaret gerçekleştirdi. AP’den ilk kez bir heyet Şengal’i ziyaret etti; Şengal Demokratik Özerk Yönetimi yetkilileriyle bir araya geldi. Êzîdîlerin talepleri ve bölgenin güncel sorunlarını içeren kapsamlı bir rapor, AP gündemine taşınmak üzere heyete sunuldu. Rojava’da ise diplomatik temaslar üst düzeyde yürütüldü. Suriye Demokratik Güçleri (QSD) Komutanı Mazlum Ebdî, Özerk Yönetim Dış İlişkiler Departmanı Eşbaşkanı İlham Ehmed, YPJ Komutanı Rojhilat Efrîn gibi isimlerle de görüşüldü. Heyet, 2 bini aşkın DAİŞ’li ailenin kaldığı Roj Kampı’nı ziyaret etti. Reqa ve Kobanê gibi stratejik kentlerde yapılan temaslarda; uygulanan ambargoların etkileri, çoğulcu toplum yapısının anayasal güvenceye kavuşturulması ve yerel demokratik modelin güçlendirilmesi için yapılması gerekenler gibi başlıklar ön plana çıktı.
AP Sol Grup Eşbaşkanı Martin Schirdewan ile görüşmelerinden çıkan sonuçları, izlenimlerini, AP’nin pozisyonunu ve bundan sonra atacakları adımları konuştuk.
Ziyaretler öncesinde AP’deki diğer siyasi gruplarla görüşmeler yaptınız mı? Bu grupların ziyarete yaklaşımı nasıldı?
Bu ziyareti planlarken özellikle Sol Grup’taki birçok milletvekiliyle temas halindeydim. Ziyaret büyük bir ilgi gördü. Bu da birçok milletvekilinin gelecekte benzer bir ziyareti değerlendirmeye alacağı anlamına geliyor. İlginç olan şu ki, yalnızca sol görüşlü değil, diğer siyasi gruplardan da bu ziyaretle ilgilenen ve konuyu benimle görüşen vekiller oldu.
Genel olarak AP’de Kürdistan sorununa bir çözüm bulunması gerektiği yönünde, grup farkı gözetmeksizin ciddi bir farkındalık oluşmuş durumda. Birçok kişi, bunun Ortadoğu’da barışçıl bir gelişmenin temel koşullarından biri olduğunun farkında.
Yolculuk sırasında özellikle sınır geçişlerinde herhangi bir zorluk yaşadınız mı?
Ziyaret sırasında sınır kapılarında ciddi bir sorunla karşılaşmadık. Elbette güvenlik açısından oldukça dikkatli davrandık ve kapsamlı bir hazırlık yaptık. Bazı yerlerde uzun süre beklemek zorunda kaldık ama nihayetinde ciddi bir engelle karşılaşmadık. Bu da iyi bir planlamayla benzer ziyaretlerin başka meslektaşlarım tarafından da gerçekleştirilebileceğini gösteriyor.
Bildiğimiz kadarıyla AP’den bir heyet ilk kez Şengal’e gitti. Ziyaretiniz sırasında Şengal’deki Êzîdîlerin güncel talepleriyle ilgili hangi başlıklar öne çıktı?
Açıkçası, AP’nin bugüne kadar neden Şengal’i ziyaret etmediğini ben de bilmiyorum. Bu nedenle, bu heyetin bir parçası olmak benim için büyük bir onurdu. Şengal hala savaşın ağır izlerini taşıyor; hem Türkiye’nin saldırıları hem de DAİŞ’in bıraktığı yıkım çok net bir şekilde hissediliyor.
Êzîdî toplumu taleplerini oldukça açık bir şekilde dile getiriyor. Uluslararası toplum artık bu duruma gözlerini kapamamalı. Şengal’in yeniden inşası için hem maddi hem de siyasi destek sağlanmalı. Göç etmek zorunda kalan Şengal halkının geri dönebilmeleri ve orada özgürce bir yaşam kurabilmeleri için gerekli koşullar oluşturulmalı.
Ayrıca hala DAİŞ’in elinde bulunan kadınların ve çocukların kurtarılması için somut ve etkili programların geliştirilmesi gerekiyor. Bu mesele yalnızca bir insan hakları sorunu değil, aynı zamanda uluslararası toplumun doğrudan sorumluluğu. Şengal halkı kendi geleceğine sahip çıkmak istiyor ve bu süreçte yalnız bırakılmamalı.
Rojava’da QSD Komutanı Mazlum Ebdî ve Özerk Yönetim temsilcileriyle bir araya geldiniz. Bu temaslarda hangi başlıklar öne çıktı? Özerk Yönetim’in AP’den beklentileri nelerdi?
Mazlum Ebdî ve Özerk Yönetim temsilcileriyle gerçekleştirdiğimiz görüşmeler oldukça dikkat çekiciydi. Görüşmelerin en temel gündem maddesi, Suriye’deki çoğulcu toplum yapısının resmen tanınması ve bu temel üzerinden müzakere süreçlerinin başlatılması gerekliliğiydi. Rojava’da Kürtlerin, Araplar ve diğer halklarla bir arada, uyum içinde yaşayabileceği bir gelecek inşa edilmeye çalışılıyor. Bu model, doğrudan demokrasiye dayalı ve kadın devrimini merkeze alan bir toplumsal yapıyı esas alıyor.
Ambargonun etkileri ise son derece ağır. Bu baskı yalnızca Kürtleri değil, bölgede yaşayan tüm halkları olumsuz etkiliyor. Görüşmelerde, Esad rejiminin etkisinin azaldığı bu dönemde, yeni bir çözüm ve barış penceresinin açıldığına dikkat çekildi. Ancak Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların saldırıları sürdükçe bu fırsatın kalıcı bir sürece dönüşmesi oldukça zor.
Özerk Yönetim’in AP’den temel beklentisi, diplomatik tanınma yönünde somut adımlar atılması ve Türkiye üzerindeki siyasi baskının artırılmasıydı. Ayrıca, yapılacak insani ve ekonomik yardımların yalnızca belirli bölgelere değil, Rojava’yı da kapsayacak şekilde adil ve dengeli biçimde dağıtılması gerektiğinin altı çizildi.
Ziyaretiniz sırasında halkın, yerel ve bölgesel yetkililerin dile getirdiği temel kaygılar nelerdi? Bu sorunların çözümünde Avrupa Birliği’nden ne tür beklentiler vardı?
Görüşmelerimizde öne çıkan en temel mesele, Türkiye’de gerçek bir barış sürecinin başlayabilmesi için gerekli koşulların oluşmasıydı. Özellikle Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrının bir diyalog sürecine evrilebilmesi için zaman oldukça kritik. Bu noktada inisiyatif tamamen Erdoğan hükümetine düşüyor. Kürt halkına yönelik ciddi, samimi ve çözüm odaklı adımlar atılması gerektiği çok net bir şekilde ifade edildi.
Bölgedeki gelişmeler aynı zamanda Suriye’deki durumu da doğrudan etkiliyor. Şam’daki yeni yönetim daha çoğulcu bir Suriye inşa etmeli. Farklı etnik kimliklerin ve inanç topluluklarının bir arada, barış içinde yaşadığı bir model Avrupa’dan da destek görmeli.
Görüştüğümüz yerel yetkililer ve sivil toplum temsilcileri Avrupa Birliği’nden en çok, bu siyasi vizyona aktif destek sunmasını ve Türkiye’nin bölgeye yönelik dış müdahalelerine karşı daha net ve kararlı bir tutum almasını beklediklerini vurguladılar.
Suriye Geçici Hükümeti tarafından hazırlanan anayasa taslağı merkeziyetçi bir devlet yapısını yeniden kurmayı hedefliyor. Kürtler, Dürziler, Aleviler’e yönelik tehditler sürüyor? Bu başlıklar ziyaretiniz sırasında gündeme geldi mi?
Evet, bu konular özellikle Rojava’daki görüşmelerimizde oldukça detaylı biçimde gündeme geldi. Şam’daki merkezi hükümetin yaklaşımına yönelik ciddi kaygılar var. Özellikle Alevilere ve Dürzilere yönelik saldırılara, yeni merkezi hükümete bağlı milis grupların karıştığına dair ciddi iddialar paylaşıldı. Bu nedenle anayasa yapım sürecinin yalnızca Suriye iç dinamiklerine bırakılmaması, uluslararası siyasi baskının da bu sürece eşlik etmesi gerektiği açık.
Rojava’dan bakıldığında ise beklentiler oldukça net: Kültürel ve inançsal anlamda çoğulcu bir Suriye’nin inşa edilmesi ve doğrudan demokrasiye dayalı bir yönetim modelinin anayasal güvence altına alınması. Kürt bölgelerinde özyönetimin tanınması, kadın-erkek eşitliğinin anayasa düzeyinde açıkça yer alması gibi talepler öncelikli başlıklar arasında yer alıyor. Bu taleplerin arka planında Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm perspektifinin etkisi çok belirgin. Görüşmelerde doğrudan ismi sıkça anılmasa da Öcalan’ın önerdiği demokratik konfederalizm fikrinin, özellikle Rojava’daki özyönetim modelinin temelini oluşturduğu birçok kişi tarafından açıkça dile getirildi.
Şam’daki yeni yönetimin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye’nin geleceği açısından sizce ne tür tehditler ve fırsatlar söz konusu?
Şam’daki yeni hükümetin nasıl bir yol izleyeceği kritik önem taşıyor. Alevilere yönelik katliamlar ve Dürzi halkına karşı işlenen cinayetler büyük bir endişe yaratmış durumda. Bu saldırılara yeni merkezi hükümete bağlı milislerin de karıştığına dair ciddi iddialar bulunuyor.
Bu nedenle çok net söylemek gerekir ki, bu tür korkunç olayların bir daha yaşanmaması için siyasi baskı ve diplomatik müdahale şart. Ancak bu şekilde bölgede kalıcı bir barış zemini oluşturulabilir, ticaret ilişkileri geliştirilebilir ve sağlıklı bir yatırım ortamı yaratılabilir. Bu yatırımlar yalnızca belirli gruplara değil, Arap, Dürzi, Alevi ya da Kürt ayrımı yapılmaksızın tüm Suriye halkına eşit biçimde fayda sağlamalı.
Esad’ın devrilmesinin üzerinden 7 ay geçti ve bugün Suriye’nin geleceğine dair müzakere süreçleri yürütülüyor. Bu durum, sahada fiili bir yönetim değişikliği yaşandığını gösteriyor. Her ne kadar bu durum uluslararası alanda henüz resmi olarak tam anlamıyla kabul görmemiş olsa da, El Şara yönetimi fiilen birçok bölgede kontrolü sağlamış durumda. Bu da uluslararası toplum açısından yeni sorumluluklar ve aynı zamanda yeni fırsatlar yaratıyor.
AP’nin Suriye’ye ilişkin mevcut politikası nedir? Yaptığınız ziyaretin bu politikalara nasıl bir etkisi olmasını bekliyorsunuz?
AP’de büyük çoğunlukla kabul edilen Suriye kararında, çoğulcu bir Suriye vizyonu açıkça savunuluyor. Bu karar, gelecekteki politikamız için de temel bir referans olacak. Umuyorum ki önümüzdeki aylarda ve yıllarda, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin Avrupa hükümetleri tarafından tanınan diplomatik bir muhatap haline gelmesi sürecine anlamlı katkılar sunabiliriz.
Ziyaretinizin ardından AP’ye nasıl bir rapor sunmayı planlıyorsunuz? Gündeminizde hangi somut adımlar var?
Ziyaretimizin ardından Avrupa Parlamentosu’ndaki Kürt temsilcilerle yeniden bir görüşme turu planlıyoruz. Bu görüşmelerde, atılması gereken somut adımları birlikte değerlendireceğiz.
Şunu özellikle vurgulamak isterim: Avrupa Parlamentosu’ndaki Sol Grup olarak Kürt meselesine zaten uzun süredir aktif bir şekilde eğiliyoruz. Bu konuda çeşitli etkinlikler ve girişimler düzenledik. Ayrıca Rosa Luxemburg Vakfı’nın Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Philipp Degenhardt da bizim heyetimizin bir parçasıydı. Bu durum, yalnızca siyasi düzeyde değil, aynı zamanda sivil toplum ayağında da sürece aktif katkı sunduğumuzu gösteriyor.
Hem Sol Grup olarak hem de Rosa Luxemburg Vakfı aracılığıyla temel amacımız, Kürt meselesine yapıcı ve ilerici bir çözüm geliştirilmesine katkı sağlamak. Biz bu sorumluluğu böyle anlıyoruz. Ben de bu doğrultuda önümüzdeki dönemde daha fazla siyasi adım atmayı ve bu yapıcı çözüm için kararlılıkla çalışmayı sürdüreceğim.
Sol Grup ve Rosa Luxemburg Vakfı dışında hangi yapılarla iş birliği içindesiniz? Bu tür ziyaretlerin Avrupa genelinde daha geniş bir destek bulması için nasıl bir strateji izlemeyi planlıyorsunuz?
Rosa Luxemburg Vakfı’nın sürece dahil olması bizim açımızdan çok önemliydi. Philipp Degenhardt, vakfın Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü temsilen heyetimizde yer aldı. Bu durum, sivil toplumun da Kürt meselesine nasıl katkı sunabileceğini açık bir şekilde gösteriyor. Siyasi düzeyde olduğu kadar, vakıf ve araştırma kurumları aracılığıyla da gelecekte daha aktif bir katkı sağlama konusunda umutluyum.
Bu tür iş birlikleri sayesinde yalnızca bireysel ziyaretler değil, aynı zamanda daha kurumsal ve sürekli diplomatik temaslar da mümkün hale gelebilir. Önümüzdeki dönemde bu stratejileri Avrupa’daki diğer ilerici yapılarla da paylaşarak daha geniş bir destek ağı oluşturmayı hedefliyoruz.















