Sivil toplum sürecin muhatabı olmalı

Dosya Haberleri —

Ayşegül Devecioğlu

Ayşegül Devecioğlu

Barış İçin Toplumsal Girişim üyesi ve yazar Ayşegül Devecioğlu, 27 Şubat çağrısıyla başlayan sürecin nasıl toplumsallaşması gerektiğini gazetemize değerlendirdi:

  • Bugüne kadar dünyada yaşanan 40'a yakın barış sürecini biliyoruz. Sürecin başından beri söylenen şey, bunun diğer barış süreçlerine benzemediği yönünde. Süreç için komisyon bir başlangıçtır. Esas olarak toplumsal müzakere ortamı yaratmak lazım. Sivil toplum kenarda duran bir aktör olmaktan vazgeçip sürecin muhatabı olmalı.

AZİZ ORUÇ/İSTANBUL

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ardından Türkiye ve Kürdistan’da barışın toplumsallaşması için pek çok etkinlik, konferans ve halk toplantısı gerçekleştiriliyor. Barış İçin Toplumsal Girişim de bu kapsamda 22 Haziran’da İstanbul’da “Barışın Yolunu Açmak” konulu bir konferans düzenledi. Konferansa çeşitli siyasetçi, aydın ve sanatçılar katılırken, barış, demokratik toplum ve çözüm süreçlerine dair önemli değerlendirmeler yapıldı. Gazetemizin sorularını yanıtlayan Barış İçin Toplumsal Girişim üyesi ve yazar Ayşegül Devecioğlu, Kürt sorununun çözümüne dair mücadeleyi, Meclis’te kurulacak komisyondan beklentileri ve dünyadaki barış süreçlerinin deneyimlerini anlattı.

Barış İçin Toplumsal Girişim olarak İstanbul’da, "Barışın yolunu açmak" konferansı düzenlediniz. Nasıl geçti, hangi mesajlar öne çıktı? Sonuç bildirgesinin en önemli mesajları neydi?

Konferansın temel amacı Kürt sorununun ayrıntılı çözümü değil, sürecin toplumsallaşmasını sağlamak ve barış için politika önerileri geliştirmekti. Yerel ve yerinden demokrasi, öz yönetim, eşit yurttaşlık ve ana dilde yaşam gibi konuları inceden inceye masaya yatırmakla birlikte günün ihtiyaçlarına göre bir çözüm bulmaktı. Bunun için politikalar üretilmesine katkıda bulunmaktı. Günün ihtiyacı nedir? İktidarın antidemokratik uygulamaları, sayısız hukuk ihlali, CHP'li belediyelere, Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere yapılan operasyonlar ve tutuklamalar toplumda ‘Bu iktidarla barış olmaz’, yani bu koşullarda nasıl barış olabilir, fikriyatını güçlendiriyor. Dolayısıyla ne oluyor? Bu kırılma hem iktidar tarafından araçsallaştırılıyor hem de sürecin toplumsallaşmasını engelliyor ki bizim Barış İçin Toplumsal Girişim olarak birinci derecede önümüze koyduğumuz hedef bu. Yani barış talebinin toplum tarafından sahiplenmesi. Konferansta tam da bu ihtiyaca denk çok önemli mesajlar verildi. Barış sürecine CHP’nin ve bütün toplumun sahip çıkması, CHP'nin bir aktör olarak bu süreçte yer almasının önemi vurgulandı. Toplumsallaşma üzerine önemli vurgular yapıldı. Bunun araçları üzerine çalışıldı, konuşuldu. 

Biz bu konferansı aynı zamanda bildiğiniz gibi tam da ABD’nin İran’a saldırdığı bir ortamda yaptık. Önce İsrail, arkasından Amerika saldırdı. Dolayısıyla bölgemizin büyük bir savaş tehdidi altında olduğu hatta küresel bir savaş tehdidi altında olduğumuz koşullarda konuştuk. Bu sorunun bir an önce halledilmesinin, demokratik bir çözüme kavuşturulmasının, barışçıl bir çözüme kavuşturulmasının, ülkemizin bölgesel savaş hatta küresel savaş tehdidi altında kendini koruyabilmesinin tek güvencesi olduğu da önemli bir mesajdı.

 

 

Bu süreç toplumsal olarak nasıl örülebilir, neler yapılabilir? 

Toplumsallaşma önünde ciddi bir barikat var. Az önce de ifade ettim: Bu iktidarla barış olur mu? Bu kadar operasyon ve hukuksuzluk varken aynı anda barış olur mu? Bu gerçekten toplumsallaşmanın önünde büyük bir engel. Aynı zamanda ideolojik bir engel. Çünkü şu konuda yeterince argüman üretilmediğini düşünüyorum. Sonuçta barış demokrasinin yolunu açacak, demokrasi de barışının yolunu açacak. Bu süreçte bir kenarda durup ‘bu iktidarla barış olmaz’ demek, bence özellikle bu toplumsallaşmada öne çıkması beklenen sivil toplum grupları, sol muhalif partiler açısından aslında hiçbir şey yapmamak demek. Yani hiçbir şey söylememek ve kenara çekilip bütün süreci, yani ülkemizin geleceğini ilgilendiren bir süreci tamamen iktidarın inisiyatifine bırakmak demek. Dolayısıyla bizim her şeyden önce bu körleşmeden kurtulmamız gerek. Yani sürece müdahil olmak, bütün demokrasi güçlerinin şu anda birinci derecede sorumluluğudur. Ülkemizin geleceği söz konusu, önümüze geçmiş tarihi bir fırsat var. 27 Şubat'ta Abdullah Öcalan tarafından yapılan Demokratik Toplum Çağrısı, ardından PKK'nin 12. Kongresi’ni yaparak kendini feshetmesi gibi çok önemli bir fırsatla karşı karşıyayız, üstelik bölgesel konjonktür de çok uygun. Yani bu böyle kenarda durulacak bir süreç değil. Herkesin bütün varlığı ile bu sürecin içinde durması gerekir. Yani belki CHP'nin de öncülük edeceği halk toplantıları tarzı şeyler, Gültan Kışanak'ın önerdiği küçük toplumsal müzakere grupları gibi şeyleri örmek, toplum içinde çalışmalar yapmak, bunun araçlarını yaratmak, bunun yollarını aramak gerekiyor.

 

 

Meclis’te bir komisyon kurulacak ve Meclis’teki partiler de yer alacak. Sizce bu komisyonun kurulması yeterli bir adım mı? Farklı hangi kanallar oluşturulabilir?

Meclis’te bir komisyonun kurulması Kürt tarafından gelen önemli bir talep. Abdullah Öcalan'ın çağrısı ve PKK'nin mücadele araçları, yöntemlerini değiştireceğine yönelik kararıyla birlikte, bu süreçte aşağı yukarı iktidar tarafından gelen tek somut adım bir komisyon kurulması meselesi. Yani o bloktan gelen tek somut adım. Şimdi dolayısıyla bunu önemsemek gerektir. Çünkü biz zaten başından beri bu sürecin toplumsallaşmasının önemli olduğunu söylüyoruz. Bir tanesi de Meclis’tir. Demokratik Toplum Çağrısı da buna işaret ediyordu. Meclis önemli bir müzakere yeridir, bu toplumsal uzlaşmanın Meclis’teki komisyonda da hayat bulması gerekiyor.

Komisyonun nasıl kurulacağı da önemlidir. Biz, Barış İçin Toplumsal Girişim olarak her şeyden önce temsilde bir eşitlik ya da adaleti gözeterek kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Yani iktidar çoğunluğunun orada olacağı, diğerlerinin etkisiz figürlere dönüşeceği bir yapının çok işlevsel olmayacağı kanaatindeyiz. İkinci olarak kararlarının nitelikli çoğunlukla alınması gerektiği, yani çoğunlukla değil, salt çoğunlukla değil, nitelikli çoğunlukla alınması gerektiği kanaatindeyiz. Üçüncü olarak hem bakış açısı hem de temsil açısından cinsiyet eşitliği gözetilmeli. Dördüncü olarak da mutlaka sürece sivil toplumun katkısını sağlayacak araçların yaratılması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu önerilerimizi AKP ve MHP dahil, Meclis’teki ve Meclis dışındaki tüm siyasi partilere ilettik. Komisyonun nasıl olması gerektiği sonuç bildirgemizde de yer aldı.

Süreç için elbette komisyon bir başlangıçtır. Esas olarak toplumsal müzakere ortamı yaratmak lazım. Toplumun bunu, birlikte nasıl yaşayacağız konusunu müzakere etmesi lazım. Barıştan ne kazanacağımızı müzakere etmesi lazım. Barışın fırsatını kaçırırsak ne kaybedeceğimizi müzakere etmesi lazım. Önümüze “terör” diye getirilen birçok sorunun ana dilden eşit yurttaşlığa yerel demokrasiye kadar nasıl aslında bütün toplum için yararlı olduğunu, hepimizi özgürleştireceğini, hepimizin hayatına refah, zenginlik, mutluluk getireceğini anlatmak lazım. Dolayısıyla Meclis Komisyonu’nun mutlaka sivil toplumun dahil olacağı birtakım araçlar yaratması lazım. Bununla da yetinilmemeli, sivil toplum kenarda duran bir aktör olmaktan vazgeçip sürecin muhatabı olmalı. Çünkü Kürt sorununun muhatabı Kürtler değil bir bütünen toplumdur.

 

 

Sürecin başarıya ulaşması için komisyonun dışında ne yapılmalı, hangi adımlar atılmalı?

Süreç bir hukuki güvenceye alınmalı ki toplum rahatça konuşabilmeli. Geçen barış sürecini anımsayacak olursak, insanlarda ‘Ben şimdi bir laf edersem başıma yarın ne gelecek? Kendimi hapiste mi bulacağım?’ kaygısı var. Bu sürecin yasal güvenceye alınması gerekir. Fikir ve ifade özgürlükleri, toplantı ve gösteri yürüyüşleri önündeki engellerin kaldırılması, basın özgürlüğünün güvenceye alınması, toplumda güven uyandıracak adımlar atılması gerekiyor. Bu da nedir? Siyasi aftır. Yasalardaki antidemokratik maddelerin ayıklanmasıdır, özellikle Terörle Mücadele Kanunu’ndaki. AİHM kuralları uyarınca, birçok şeyin yeniden ve Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca bütün yasal mevzuatın yeniden değerlendirilmesidir.

Şimdi Abdullah Öcalan bu sürecin çok önemli bir muhatabı. Yani etki gücünün ne olduğunu herkes biliyor, zaten iktidarda onu muhatap alıyor, Kürt siyasi hareketi de onu başmüzakereci olarak konumlandırıyor. Demek ki her şeyden önce bu tecridin kaldırılarak Abdullah Öcalan'ın toplumla ilişki kurmasını, çeşitli toplumsal kesimlerin temsilcileriyle görüşmesini, çeşitli siyasi partilerle görüşmesini sağlayacak bir ortam yaratmak gerekiyor. Bunun da yasal imkanları fazlasıyla var. En azından AİHM kararları gözetilse bile özgürce çalışma ve iletişim kurma koşulları sağlanabilir. Konferansımızın önemli taleplerinden bir tanesi de buydu.

Çözüm ve barış süreçlerinde dünya deneyimleri bize ne diyor? 

Bugüne kadar dünyada yaşanan 40'a yakın barış sürecini bilebiliyoruz. Sürecin başından beri söylenen şey, bunun diğer barış süreçlerine, dünyadaki deneyimlere benzemediği yönünde. Çünkü biliyorsunuz orada silah bırakma artık son aşama. Güven verici adımlar, siyasi af gibi demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmasından sonra evrensel standartlarda silah bırakma gerçekleşiyor. Şimdi bizde silah bırakmayla başladı. Barış süreçleriyle bizlerden daha fazla uzmanlık ve bilgi sahibi olan akademisyenler ya da uzmanlar aslında dünyada 10 ya da 15 senedir görülen bütün barış süreçlerinin bir kalıcı barıştan ziyade negatif barış süreçleri olduğunu ve ağırlıkla silah bırakmaya indirgendiğini söylemekteler. Yani bu süreçlerin tersine dönmesi aşağı yukarı bir 10-15 sene hatta 20 senelik bir şey. Şimdi biz de benzer bir durum yaşıyoruz. Benim bu konuda söyleyeceğim şey şu, tamam bu bir negatif barış süreci. Savaşan taraflar bir karara varmışlar. Dolayısıyla bu kararın hayata geçirilmesi beklenir her şeyden önce. Bizim de bunun önünü açacak, bunu destekleyecek şeyler yapmamız. Ama negatif barış süreçlerinde zaten böyle oluyor, hiçbir güvence verilmiyor gibi bir yanılgıya da düşmemek lazım. Tam tersi bu sürecin kalıcı, adil, onurlu bir barışa ve demokrasiye evirilebilmesi için iktidarı zorlamak çok önemli. Yoksa bunun bildiğimiz barış süreçleriyle bir ilgisi yok. Evdeki hesabın çarşıya uymayacağı öyle inanılmaz çok aktörlü, dinamik, inanılmaz fırsatlarla dolu bir süreç. İrade koymak ise bizlere, bu ülkede barış isteyenlere düşüyor.

 

 

Ortadoğu’da sorunlar bu kadar iç içe geçmişken, Türkiye’de barışı güçlü sahiplenmenin önemi nedir?

Bölgedeki savaş, İsrail ve Amerika'nın bölgede sınırsız egemenlik sahibi olması çıkarları doğrultusunda yapılıyor. Bu çıkarlar da aynen duruyor. Enerji yolları, yeni maden kaynakları, yeni teknolojilere gerekli olan değerli metal değer gibi su kaynakları, yani savaşın öğeleri bu. Bunu görmezsek zaten yanılırız. Bundan kurtulmanın tek yolu var, ülke içinde demokrasiyle barışı oturtmak. Evrensel standartlarda bir demokrasi, insanların bir arada huzur içinde yaşayacakları bir barış ortamının yaratılması, bugün böyle, yarın bambaşka bir şeyle karşılaşabilecek, bir tehditle karşılaşabilecek bölgemizde, kendi güvenliğimizin tek yolu olduğu gibi, Türkiye'deki barış, İran, Suriye ve Irak’ı da çok etkileyecek. Yani Türkiye'deki barış, bölge barışını da çok etkileyecek. Dolayısıyla Türkiye'de iktidarı barışçı politikalar izlemeye, bölgedeki halklarla toprak bütünlüğüne dayalı, barışçı o halkların yaşam haklarını, kadınların, Alevilerin, Türklerin, Dürzilerin yaşam haklarını, kendi özyönetim haklarını, öz birliklerini, eşitliklerini garantiye alan, güvenceye alan barışçı bir dış politika izlemesi ve aynı zamanda kendi içinde barışı sağlamasından başka bir güvencemiz yok.

Barış isteyen çevrelere mesajınız var mı? 

Bu ülkede barış isteyen herkese seslenmek istiyorum. Çok fazla insan barış istiyor fakat bu süreçte çok daha fazla gayret, çok daha fazla zeka, çok daha fazla ortak akıl ve ortak politikalar yürütecek mekanizmalara, enerjiye ihtiyaç var. Yani biz burada ne verirsek onu alacağız. Bunu kimsenin aklından çıkartmaması lazım. Yani kimse bize barışı hediye etmeyecek. Bütün varlığıyla bu sürecin içinde olup önümüzdeki bütün fırsatları, imkanları -en ufacık bir kapıyı görecek sezgiye de sahip olarak- kullanarak, bu sürecin içinde bir kararlılıkla, inanç ve umutla var olmalıyız. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.