Sosyalist hareketin tarihsel sorumluluğu
Forum Haberleri —

Sosyalizm
- Barış mücadelesi iktidarın iki dudağına sıkıştırılamayacak kadar toplumsal öneme sahiptir. Burada en önemli görev Türkiye sosyalist hareketine düşüyor.
- Önümüzdeki süreçte yapılması gereken işlerin başında mücadelenin ortaklaşması ve halkların sorunlarını kucaklayarak mücadelenin derinleştirilmesi geliyor.
MUSA PİROĞLU
Karl Marx, bir yerde mealen “İnsanlar yeni bir durumla karşılaştıklarında onu anlamlandırabilmek için eski yaşanmışlıkları ve deneyimlerine başvururlar. Ölüler yaşayanları yönetir” der. Belki de sözün gerçek anlamıyla, geçmiş korkuların, günün umutları üzerine çökmeye çalıştığı ve günceli belirlemeye çalıştığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Gerek küresel gerek bölgesel açıdan zamanın hızlandığı tarihin deviniminin arttığı bir dönem. Bir yanda tarihin tekrar ettiğine inandırırcasına yirminci yüzyılın başlarını andıran küresel çatışma ortamı tüm coğrafyaları etkisine alarak büyümeye devam ediyor. Dünya, Şangay-NATO blokları arasında hızla kutuplaşmaya sürüklenirken, arada kalan ülkeler taraf olmaya zorlanıyor. Lenin, “Emperyalizm” adlı eserinde “Emperyalizm dünyanın büyük güçler arasında paylaşılmasıdır. Yeni güçler ortaya çıktığında bu paylaşım yenilenecektir” demiştir.
Yeni emperyalist dönem: Kavga derinleşiyor
Çin’in yeni bir küresel güç olarak sahneye çıkmasıyla birlikte dünya yeni bir paylaşım sürecine girmiş bulunuyor. Bu paylaşım sürecine dönemsel olarak karakterini veren enerji geçiş ve büyük ticaret yollarının denetimi kavgası oluyor. ABD önderliğindeki NATO bloğu Çin’i Asya’ya sıkıştırmak, Rusya’nın enerji hegemonyasını sona erdirmek ve küresel egemenliğini devam ettirmek için; başta Hazar havzasına inmek ve büyük enerji yatakları, geçiş yolları üzerinde denetim sağlamak adına renkli devrimler, hükümet darbeleri ve vekil güçler üzerinden yürütülen iç savaş yöntemlerine başvuruyor. Gelinen noktada devlet dışı vekil güçlerinin yerini Ukrayna savaşında olduğu gibi devletlerin vekil güç haline döndürüldüğüne tanıklık ediliyor. Emperyalizm ve emperyalizmin yeniden paylaşım süreci ele alınmadan içinden geçilen konjonktürün anlaşılma şansı kalmamış bulunuyor.
Yıkılan düzen ardından belirsizlik çağı
Yeniden paylaşım sürecinin ilk ve büyük yıkımı; 2. paylaşım savaşı sonrası kurulmuş olan uluslararası hukukun işçi sınıfı ve ezilen halkların büyük mücadeleler sonucu kazanmış olduğu hakların ve uluslararası sözleşmelerin ortadan kaldırılması oldu. Dünya büyük güçlerin tarumar ettiği bir cangıla dönüşürken Ortadoğu neredeyse ateşe verildi. Başlayan Suriye iç savaşı, cihatçı çetelerin kanlı katliamları ve geldiğimiz noktada İsrail’in, Filistin halkına karşı giriştiği soykırım herkesin gözü önünde ve neredeyse büyük devletlerin açık desteğiyle yürütülmeye başlandı. Ortadoğu, bu paylaşım sürecinin ön cephesi ve ateş hattı olarak öne çıktı. Hamas ve Hizbullah’ın aldığı ağır darbelere, Esad’ın yıkılması ve Rusya’nın bölgeden çekilmesine İran’ın kolunun kanadının kırılması eşlik edince, coğrafya haritaların yeniden çizilmeye çalışıldığı, bölgesel güç mücadelesinin alev aldığı bir momente girdi.
Umut dalgası üzerindeki kara bulutlar
Kürt Özgürlük Hareketi’nin başlattığı demokratik barış süreci ve buna eşlik eden yeni yapılanma çizgisi tam bu noktada bir umut kaynağı olarak devreye girdi. Devlet Bahçeli’nin çağrısı ile gün yüzüne çıkan ve başlayan süreç, barış umudunun büyümesi kadar beraberinde pek çok korku ve kaygıyı da getirdi. Kimi insanlar yeni süreci 2013-15 deneyimi üzerinden okumaya ve anlamlandırmaya çalıştılar. 7 Haziran-1 Kasım seçimlerine giden süreçte yaşanan katliam dizgisi ve iktidarın bu katliam dizgisi üzerinden kendini devam ettirme çabası ve bunda başarıya ulaşması bugünkü sürece de güvensizliğin oluşmasını ve temkinli yaklaşımı tetikledi. Buna eş olarak yürütülen barış sürecinin, iktidarın Türkiye yakasında CHP’li belediyeler üzerinden tüm demokratik muhalefete ve emek güçlerine HDP’li belediyelere yapılan kayyum operasyonlarıyla benzeşen saldırı dalgası ve otoriterleşme eğilimi eklenince soru işaretleri çoğaldı. Ve elbette sürecin başarıyla sonuçlanmasına yönelik umut dalgası üzerinde kara bulutlar da çoğaldı.
İki ayrı cephede yükseliş
Ülke neredeyse iki büyük dalgayla kavruluyor. Bir yanda yarım yüzyıla damgasını vurmuş Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeni bir momente geçtiğini açıklayarak başlattığı barış süreci ve doğrudan Devlet Bahçeli üzerinden muhatap bulması; öte yandan 19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrası Saraçhane’de başlayan ve ülkenin tümüne yayılan, otoriterleşmeye karşı mücadelenin tetiklediği büyük politizasyon ve onun beslediği kitlesel eylemler. Bir yanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin önderlik ettiği barış mücadelesi, öbür yanda devletin tüm zoruna ve saldırılarına rağmen geri çekilmeyen CHP’nin yönlendirdiği iktidar karşıtı bir mücadele. Bu ikisinin ortasında, bu ikisine de güç verecek ve yan yana gelme koşullarını yaratacak, ancak henüz iki mücadelenin de kapsayıp kucaklayamadığı, toplumu kasıp kavuran derin yoksulluk.
Yükselen çığlık: Derin yoksulluk
Türkiye halkları tarihin en travmatik yoksullaşmasını, en ağır sosyal çürümesini ve adalet duygusunun topyekün çökmesi durumunu birlikte yaşıyor. Bir ekonomik kriz değil ama bir yoksulluk krizi bütün coğrafyayı kasıp kavuruyor. İnsanlar gündelik yaşamını sürdüremez hale gelirken, teorik olarak devlet çöküyor, sokaklar uyuşturucu ve çetelere teslim ediliyor. Kitleler siyasetle kendi yaşamsal çelişkileri ve deneyimleri üzerinden temas kurarlar.
İki mücadele de toplumla buluşmalı
Gerek barış mücadelesinin toplumsallaşması gerekse iktidarı karşısına alan demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşması ancak bu siyasi taleplerin insanların gündelik çelişkileri ile sentezlenerek anlatılması ile mümkün olacaktır. Ne yazık ki henüz Kürt halkının yürüttüğü barış mücadelesi ile Türkiye yakasında yükselen otoriterleşme karşıtı mücadele ortak kanallarda buluşamamışken bu her iki mücadele de toplumun temel sorunlarına değmeyi başaramamış bulunuyor. Önümüzdeki süreçte yapılması gereken işlerin başında iki ayrı başlık altında giden mücadelelerin ortaklaşması ve ortaklaşan mücadelenin halkların sorunlarını kucaklayarak derinleştirilmesi geliyor.
Sadece Kürt halkının talebi değil
Burada en önemli görev Türkiye sosyalist hareketine düşüyor. Sosyalist hareket, Kürt halkının barış mücadelesiyle Türkiye’deki emek ve demokrasi mücadelesinin bağlantısını kurmak göreviyle yüz yüze bulunuyor. Ne yazık ki ana gövdesi barış mücadelesine mesafeli duran, iktidar karşıtı mücadelede ise neredeyse CHP’ye eklemlenmiş bir görüntü sunan sosyalist hareketin bu görevi başarmakta zorlandığı görülüyor. Kabul etmek gerekir ki barışın olmadığı bir coğrafyada demokratik bir yönelimin filizlenmesi mümkün olmadığı gibi otoriter bir yönetim altında da barışın gerçekleşme şansı yoktur. Bu noktada gerek sosyalistler ve gerekse demokrasi güçleri Türkiye işçi sınıfı ve demokratik kamuoyuna bu bağlamı anlatmakla görevlidir. Barış mücadelesi yalnızca Kürt halkının talebi değildir, bu ülkenin demokratikleşmesin temel gereklerinden birisidir. Savaşın durması sadece silahın susması değil, savaşın yol açtığı ekonomik ve sosyal yıkımın ortadan kaldırılmasıdır.
Barış, yoksulluk ve çürümeye de cevap
Savaşa karşı barışı savunmak demek aynı zamanda yaşanmakta olan yoksulluğa ve toplumsal çürümeye itiraz etmek anlamına da gelir. Sosyalistler bir yanda iktidar karşıtı yükselen toplumsal hareketi yönlendirmek öte yandan bu toplumsal hareket ile barış mücadelesi arasında bağlantıyı kurmak görevi ile yüz yüzedirler. Barış mücadelesi iktidarın iki dudağına sıkıştırılamayacak kadar toplumsal öneme sahiptir. Kürt halkının ve onun sözcülerinin Türkiye’de toplumsal muhataplarını ortaya çıkarma görevi sosyalistlere aittir bunun başarılması sosyalist hareketin sistem içi unsurlara eklemlenmiş bir görüntüden kurtulup toplumsal harekete adres olarak öne çıkmasının da ön koşuludur. Aynı ön koşul barış talebinin demokrasi mücadelesi ile birlikte yürütülmesini de gerektirmektedir.
Otoriterliğe karşı birlik zamanı
İktidarın Türkiye yakasında artan otoriterleşme eğilimi CHP’li belediyeler üzerinden tüm toplumu hedef alan baskı politikaları ve şiddet görüntüleri Erdoğan’ın da sürece 2013-15 deneyimi üzerinden yaklaştığı izlenimini uyandırmaktadır. Ortaya çıkan görüntü Erdoğan’ın yeni bir 7 Haziran yaşamak istemediği ve mutlak suretle kendi geleceğini garanti altına almak istediği şeklindedir. Türk ve Kürt halklarının sürece kaygıyla yaklaşmasının temel sebeplerinden birisi budur. Bu noktada barış meselesinin masadaki muhatapları dışında toplumsal bir muhataplığının oluşması Erdoğan’ı masaya oturmaya zorlayan ulusal ve uluslararası şartların bir emek ve barış bloğu üzerinden güçlendirilmesi ve Erdoğan’ın masada oturmaya zorlanması gerekmektedir. Erdoğan Kürt halkı ile demokratik bir barışı imzaladığı bir coğrafyada eski otoriterliğini yürütemeyeceğinin farkındadır. Emek, demokrasi ve barış güçleri barışı mümkün kılan mücadeleyi güçlendirerek aslında Erdoğan’ın otoriter yönelimlerine de son vermiş olacaktır. Ölülerin ve geçmiş korkularının yön verdiği dünyada barışa, yaşama ve umuda yol vermek için harekete geçme zamanı.















