Soykırım sürüyor, hesabı sorulmadı

Kadın Haberleri —

.

.

  • “Soykırım devam ediyor. Daha dün bir Êzîdî kadın 10 ay boyunca bir IŞİD’linin evinde esir tutulmuş ve kadının ailesinin topladığı fidyeyle kurtarılmış. Başkentinde bir kadın işkence görüyor, esir tutuluyor ve devletten ses seda yok.”

DAİŞ çetelerinin 3 Ağustos 2014 yılında Şengal’e yönelik gerçekleştirdiği soykırımın üzerinden altı yıl geçti. Yaklaşık 500 bin nüfuslu alanda, soykırım nedeniyle yüzbinlerce Êzîdî topraklarını terk etmek zorunda kaldı. Binlercesi ise ya katledildi, ya kaçırıldı ya da göç yollarında açlık ve susuzluktan yaşamını yitirdi. DAİŞ’in esir aldığı ve çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 3 bin Êzîdî’nin ise akıbeti bilinmiyor.
Yöneticiliğini üstlendiği Soykırım Belgeleme Projesi’yle hem hukuki sürece katkıda bulunmak hem de soykırıma dair tanık beyanlarının yer aldığı bir arşiv oluşturmak amacıyla çalışmalar yürüten hukukçu, araştırmacı Güley Bor, Jinnews muhabiri Gülistan Azak’a sürece dair tanıklığını ve soykırımın akıbetine dair hukuki süreci anlattı.

Esaretten kurtulanlara saygı gösterilmiyor

Güley Bor, DAİŞ çetelerinin esaretinden kurtarılan kadınların yaşadığı travma ve bu kadınlara yönelik toplumsal baskılarla ilgili muhabirin sorusuna şu yanıtı verdi: “Bildiğiniz gibi 6 binden fazla Êzîdî kaçırıldı. Soykırımın ilk günlerinde zorla Müslümanlaştırma ve cinsel şiddet haberleri geldikçe kadınlar başlangıçta aileleri tarafından reddedildi. Fakat Êzîdîlerin dini lideri Baba Şeyh Eylül, IŞİD tarafından kaçırılan erkek, kadın, çocuk herkesin saf Êzîdî olduğunu beyan edince halkın tavrı çoğunlukla değişti. Çok sayıda Êzîdî, hayatta kalan aileleri ve toplumları tarafından desteklendiğini söylüyor. Öte yandan dışlama hiç yok da diyemeyiz. Pek çok hayatta kalan kadın, kendilerine “namuslarını kaybetmiş” gibi davranıldığını söylüyor. Biri, halkın kendilerini kabul ettiğini ama onlara saygı duymadığını söylemişti.
  
Halk adalete inanmıyor

Şengal’de yerinden edilenlerin çoğunun Duhok çevresindeki kamplarda, kötü koşullarda ve yanıbaşlarında cereyan eden DAİŞ tehlikesi altında yaşadığına dikkat çeken Bor, halkın halen adaletin tecelli edeceğine dair inancının olmadığını aktardı. Bu koşullarda belgeleme çalışmasının zorluklarından bahseden Bor, şöyle devam etti: “Her şey olup bittikten sonra da halk ne tek bir IŞİD’linin tutuklandığını görüyor ne Şengal’in mayınlardan temizlendiğini. Bu şartlar altında adalete hiçbir inancı kalmamış durumda. Önceliği yemek, barınak, ısıtıcı. Ya da başka ülkeye gitmek istiyor, çünkü kendini kesinlikle güvende hissetmiyor, dolayısıyla önceliği belgeleme çalışması olmuyor. Bu anlamıyla devam eden bir soykırımdan söz ediyoruz. Kendileri çok sayıda ihlale maruz kalmışlar ama öte yandan anne baba, kardeş, çocuk veya kuzenleri halen kayıp. Dolayısıyla öncelikleri kendilerinin maruz kaldığı ihlaller değil, esaret altında tutulan yakınlarını kurtarmak için gereken fidye miktarını toplamak oluyor. Bu nedenlerle belgelemeye de inançları yok.
Belgeleme çalışmalarının soykırım mağduru Nadya Murad’ın 2018’de Nobel Barış Ödülünü almasıyla birlikte hız kazandığını belirten Bor, bu çalışmaların hem adalete ilişkin süreci beslediğini hem de oldukça kapsamlı bir arşive dönüştüğünü aktardı.

  • “Êzidîlerin güvenini kazanmak için öncelikle hesap verilebilirlik, adalet ve eşzamanlı olarak onarım sağlanmalı ki,  bu soykırımın açtığı yaralar ne kadar sarılabilirse o kadar sarılabilsin.”
     
     
    Soykırım suçuyla yargılama yok

Êzidîlere karşı işlenen suçların Irak’ta ’antiterörizm’ kapsamında yargılandığına ancak cinsel suçların hiçbirinin bu kapsama alınmadığına değinen Güley Bor, bunun işlenen suçların soykırım olarak tanınıp tanınmamasıyla alakalı olduğunu belirtti. Öte yandan Almanya’da ilk kez Taha Al-J adlı çetenin soykırım suçlarından yargılandığını ifade eden Bor, “Almanya’da bir mahkemede dünyadaki ilk Êzidî soykırımı yargılaması başladı. Alman mahkemesi evrensel yetki kurallarına dayanarak Taha al-J isimli Irak vatandaşını soykırımın yanı sıra insan kaçakçılığı, öldürme ve işkenceden yargılıyor. Çünkü Almanya’da savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçlarında evrensel yetki kuralları geçerli. Bu da şu demek; fiiller o ülke toprağında, o ülkenin vatandaşı tarafından ya da o ülkenin vatandaşı aleyhine işlenmiş olmasa dahi Almanya mahkemeleri yargı yetkisine sahip olacak. Evrensel yetki kurallarına sahip çok ülke var, ulusal yargıda soykırım davalarının artacağını öngörüyorum” diye konuştu.
 
Soykırım planlayıcıları da yargılanmalı

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kurduğu bir soruşturma ekibinin çalışmalarından söz eden Bor, şu bilgileri verdi: ”Bu ekip IŞİD’in işlediği savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım teşkil edebilecek fiiller hakkında delil toplama ve muhafaza etme görevine devam ediyor. Bu kapsamda hem hayatta kalanlarla görüşmeler gerçekleştiriyor, hem toplu mezarların açılması ve cenazelerin kimliklerinin tespiti için çalışıyor, hem de örneğin telefon kayıtları gibi dijital delilleri inceliyor. Bir yandan da savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırımın Irak kanunlarında tanımlanması için hükümetle beraber çalışıyor. Bu suçlar tanınmadan soruşturma ekibinin topladığı delillerin kullanılabileceği bir soykırım yargılaması olamaz Irak’ta. Dolayısıyla hala soruşturma aşamasındayız, kovuşturmaya geçilmedi. Dünyadaki ilk Êzidî soykırımı yargılaması ise bahsettiğim gibi Frankfurt’ta, Almanya’da gerçekleşiyor ancak bu sadece bir kişi. Soykırımın hem planlayıcılarının hem de uygulayıcılarının yargılanması şart.
 
Soykırım sürüyor

Êzîdî halkının soykırım sonrası çok iyi örgütlendiğini, soykırım sonrası tüm halkın kolları sıvayıp örnek sayılacak bir mücadele verdiğini dile getiren Bor, yanısıra soykırımın tekrarlanacağı endişesini de çok yüksek yaşadıklarını söyledi. Bor, son olarak şunları belirtti: 74 soykırımdan söz ediyoruz. Aralık 2018’de yaptığım bir araştırmada bir katılımcı, ninelerinden dedelerinden önceki fermanları dinlediğini, ama onların abarttığını zannettiğini ya da bunların 21’inci yüzyılda yaşanmayacağını düşündüğünü söylemişti. Ama bunlar yaşandı, 2014 senesinde bütün dünyanın gözü önünde yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Daha dün sevgili Hale Gönültaş’ın haberi vardı; Sincan’da bir Êzîdî kadın 10 ay boyunca bir IŞİD’linin evinde esir tutulmuş ve kadının ailesinin topladığı fidyeyle kurtarılmış. Başkentinde bir kadın işkence görüyor, esir tutuluyor ve devletten ses seda yok. İşte hesap verilebilirlik yok, caydırıcılık yok. Êzîdîlerin güvenini kazanmak için öncelikle hesap verilebilirlik, adalet ve eşzamanlı olarak onarım sağlanmalı ki, bu soykırımın açtığı yaralar ne kadar sarılabilirse o kadar sarılabilsin. Bu ikisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

HABER MERKEZİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.