Türkiye'de dönüşümün işareti yok

Dosya Haberleri —

Çiğdem Kılıçgün Uçar

Çiğdem Kılıçgün Uçar

Demokratik Bölgeler Partisi'nin Eşbaşkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar güncel gelişmeleri gazetemize değerlendirdi:

  • Üçüncü Dünya Savaşı'nda farklı olan bir şey var, her şey çok belirsiz. Her şey inanılmaz bir belirsizlikle yürütülüyor. Ukrayna-Rusya savaşı ne zaman başladı? Bugün kim hangi konumda? Bir savaş olduğu bilgisi var ama detaylara inme konusunda günbegün değişen taraflılık halleri, günbegün değişen yöntemler ister istemez savaşı hem normalleştiriyor hem takibini ve onunla mücadeleyi zorlaştırıyor.
  • Toplumun, özellikle de politik bir halk olarak Kürtlerin Cumhur İttifakı'nın dünden bugüne pratiklerine dair hafızası çok güçlü. Hem AKP'nin hem MHP'nin Türkiye'nin temel meselelerine dair hakkaniyetten uzak pratikler sergilediği unutulmadı. Bu hafıza, bugünkü siyasi tutum ve söylemlere bakıldığında herhangi bir demokratik değişimin, somut bir adımın, olumlu bir dönüşümün olmayacağına işaret ediyor.
  • Nêçîrvan Barzanî'nin bir açıklamasını takip ettim, "Tek hükümet, Tek ordu" söylemini kullanıyor. Bunu YNK'yi kapsayacak şekilde mi söyleyip söylemediğini bilemiyoruz ama bu söylemlerin AKP söylemi olduğu o kadar belli ki. Dolayısıyla AKP oradaki seçimlere fikriyle zikriyle müdahil ve Türkiye'nin yararına olacak şekilde sonuçlanmasını istiyor. Ama bu öyle bir sonuç çıkacağı anlamına gelmez.

 

MIHEME PORGEBOL

Ortadoğu'da günden güne büyüyen savaş birçok denklemin yeniden kurulmasına, birçok hesabın yeniden yapılmasına neden oluyor. Son olarak İsrail'in düzenlediği suikastlara cevaben İran'ın gerçekleştirdiği misilleme saldırı ve akabinde İsrail'in Lübnan'ı işgal saldırılarıyla iyice hararetlenen savaşın seyrine göre bölge devletleri de hem iç hem de dış politikalarını yeniden masaya yatırıyor. Bu devletlerin başında Türkiye geliyor. Bir yandan Kürdistan'da işgal saldırılarını aralıksız sürdüren Türk devleti, yeni dönem politikalarına ilişkin ilk ipuçlarını meclis açılış töreninde verdi. Dört işgalci devletin baskısı altında Üçüncü Dünya Savaşı'nı karşılayan Kürtler ise bir yandan KDP'nin işbirlikçi tutumu nedeniyle bu savaşta güvenli bir pozisyon kurmakta zorlanıyor. İşte biz de bütün bunları Demokratik Bölgeler Partisi'nin nasıl okuduğunu merak edip partinin eş genel başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar'a sorduk:

Ortadoğu merkezli savaş günden güne şiddetini arttırarak yayılıyor. Bütün dünya buradaki savaşa göre diken üstünde ve siyasetini belirlemeye çalışıyor. Demokratik Bölgeler Partisi, en çok da bölgemizin dinamiklerini etkileyen bu gündemi nasıl okuyor?

Küresel siyaseti belirleyen iki ana etken vardır. Bunlardan ilki güvenlik politikaları, ki bu savaş demektir çünkü, dünya çapında güvenlik algısı savaş yöntemleri üzerine kuruludur. Güvenlik, savaş yöntemleriyle oluşturulan bir şey olarak tasarlanmış. Oysa güvenlikten kastettiğimiz şey aslında devletlerin kendi güvenliğidir. Bir diğer etken ise enerji politikaları. Özellikle enerji koridorları üzerinden devletler arasında başlayan kısmi yan yana gelişler ve kısmi ayrı duruşlar, belli ki yeni dönemin yol haritasını belirleyecek.

Küresel siyasetin savaşa odaklandığı kesin. Üçüncü Dünya Savaşı da dediğimiz bu savaşı en yakından hissedenler biziz. Bu yüzden küresel siyasetlerin bir sonucu olarak büyüyen savaşlar meselesi bizim ana gündemlerimizin başında geliyor. Üçüncü Dünya Savaşı'nda farklı olan bir şey var, her şey çok belirsiz.  Her şey inanılmaz bir belirsizlikle yürütülüyor. Ukrayna-Rusya savaşı ne zaman başladı? Bugün kim hangi konumda? Bir savaş olduğu bilgisi var ama detaylara inme konusunda günbegün değişen taraflılık halleri, günbegün değişen yöntemler ister istemez savaşı hem normalleştiriyor hem takibini ve onunla mücadeleyi zorlaştırıyor.

Bu belirsizlik hali çok fazla savaşın olmasından kaynaklı bizim takip gücümüzün yetmeyişinden mi kaynaklanıyor yoksa bilinçli ve sistemsel yaratılan bir şey mi?

Sistemsel bir şey. Savaşlar meydanlarda çarpışılan, başlangıcı ve bitişi yüksek oranda belli olan, kazanan ve kaybedenin yüksek oranda açık olduğu şeylerdi. Oysa bugün, sanki savaşın olmadığı bir ortam tahayyül edilmesin diye sistematik bir şekilde zamana yayılıyor ve böylece savaş normalleştiriliyor. Yani, insanları savaş bölgesinde yaşamaya ve bu savaşın getirisini götürüsünü kabullenmeye zorlayan sistematik bir akıl var. Örneğin Ukrayna-Rusya savaşında dün Ukrayna'dan taraf siyaset izleyen devletler yeri geldiğinde Rusya'nın yanında konumlanabiliyor. Yaratılan bu belirsizlik içerisinde herkes bir denge yakalamaya çalışıyor. Bu denge yakalama arzusu da sistemin yaşadığı krizden bağımsız değil. Ciddi bir sistem krizi var. Savaş da bu krizi aşmanın tek seçeneğiymiş gibi sunuluyor.

 

Savaşın çapının genişlemesiyle beraber Türkiye iç siyasetinde de bir hareketlilik oluştu. CHP ve AKP arasındaki temaslardan tutalım, Devlet Bahçeli'nin açıklamalarına kadar... Türkiye iç siyasetindeki gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Cumhur İttifakının toplamı için söyleyeyim, ciddi bir değişim-dönüşümü sağlayabilecek herhangi bir emare yok. Ne ekonomik ne politik ne hukuki hiçbir emare var. Ama ben son seçimlerin Cumhur İttifakı üzerinde bir etki yarattığını düşünenlerdenim. Özellikle CHP açısından yerel seçimlerde açığa çıkan tabloya bakmakta fayda var. İktidarın siyasetsizliği, Türkiye'deki seçmenleri önemli oranda CHP'ye yöneltti. Aslında bu, toplumun CHP'ye verdiği bir şanstı ve CHP'nin bu şansı değerlendirme potansiyeli günden güne azalıyor.

Nasıl azalıyor, biraz açar mısınız?

Toplum, iktidarın siyasetinden rahatsızlığını ifade edip iktidarın karşısında ve onun politik tercihinin dışında bir siyaset ve politik ortam istediği için CHP'ye oy verdi. Bugün geldiğimiz aşamada toplumun bu teveccühüne rağmen CHP, iktidarın karşısında bir siyaset kuramıyor. AKP ve MHP'nin başını çektiği Cumhur İttifakının çizdiği bir hat var. İşte Cumhur İttifakı normalleşmeyi herkesin, özellikle de CHP'nin o hatta gelmesiyle tanımlıyor.

CHP bunu niye kabul ediyor?

Güzel soru, CHP'ye sormak lazım. (Gülüyor) Birçok başlık var. Örneğin CHP'nin bu imkânı değerlendiremediğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye siyasi geleneği açısından CHP siyasetinin ana hattı yüz yıldır bildiği, yüz yıldır tanıklık ettiği temel sorunlardan kaçmak oldu. Özgür Özel'le bunun değişeceğine dair emareler verilmiş olsa bile geldiğimiz aşamada, özellikle meclisin açıldığı zaman dilimi içerisinde gerçekleşen tutum bunun böyle olmadığını ve olmayacağını gösteriyor. CHP'nin başkanlık sistemine ikna olduğunun işaretleri var. Çünkü Özgür Özel yerel seçimden itibaren ısrarla kendisinin ve partisinin iktidar olması üzerinden bir siyaset yaptı. Bu elbette ki bir siyasi partinin temel haklarından birisi ama CHP tarafından arzulanan bu iktidarın nasıl bir iktidar olduğuna dair içi doldurulmuş bir şey yok. Bu durum ister istemez CHP ve Özgür Özel'in cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine ya da başkanlık sistemi dediğimiz sisteme ikna olduğunu ve biraz bu yönde bir siyaset kurguladığını düşündürüyor. Dışarıya yansıyanın bu olduğunu söylemek mümkün ama politik tutumları da ne yazık ki yansıyan bu fotoğrafla çok paralel.