Unutulmasınlar: Geliyê Tiyarê
Kültür/Sanat Haberleri —
- Nupelda Engin katliamdan sağ kurtulanlardan. Hayatta geride kalan olmak hep zordur. Büyük bir zafer kutlamasının arefesinde yasa boğulmuş bir yürek için çok daha zor. O yüzden de “Yazmanın onlarla yaşamak olduğunu, onlardan öğrenmeyi sürdürmek olduğunu anladım. Yazmasaydım birçok şeyi unutacaktım” diyor.
Dağlarda yaşam ile ölüm aynı paralellikte ilerliyordu. Binlerce genç bir halka biçilen kefeni yırtma mücadelesi veriyordu. Bir halkın yeniden var olabilme çabasını bu gençler sırtlıyordu. İşte bir halk; böylesi bir çağdaydı! Kürt’ün çağı buydu; kölelikle özgürlük arasındaki amansız kavga!”
Bu sözler dört ciltlik ‘Unutulmasınlar’ serisinin ilk cildi olan ‘Geliyê Tiyarê’ adlı kitaptan. Nûpelda Engin tarafından kaleme alınan kitap, Newaya Jin gazetesinin katkılarıyla Meyman Yayınları tarafından basıldı. Nûpelda Engin aynı zamanda 2011 ‘Geliyê Tiyarê’ Katliamı’nda yaralı kurtulan gerillalardan.
İnsan, olay, mekan ve zaman dilimlerinin gerçeğe dayalı olduğu ’Geliyê Tiyarê’ (Unutulmasınlar -I-) kitabı, şehit düşen gerillaların günlüklerinden, üzerlerine yazılan yazılardan, onları tanıyanların anlatımlarından ve kısmi de olsa aile bireylerine ulaşılarak hazırlanmış. İlk ciltte birçok gerillaya atıf yapılsa da romanın odağında Medya Ronahi, Roza Semsûr ve Gever Feraşîn’in hayat hikayeleri var.
36 yiğit Kurdistan gerillası
Takvimler 2011 yılının Ekim ayının 21-22’sini gösterdiğinde büyük bir cenkten zaferle çıkmış 36 yiğit Kürdistan gerillası Geliyê Tiyarê’den tarihe not düşülecek başarılarını kutlamak için dağların derinliklerine ilerliyordu. İşgalci Türk ordusuna öyle bir darbe vurmuşlardı ki yıllar boyunca gururla anlatacakları büyük bir hikayenin yazarlarıydılar artık.
Türk ordusu bozguna uğramıştı. Bunu, henüz hayatlarının baharındaki Kürdistan devrimcileri başarmıştı. Çelê’de “Şehit Çiçek Devrimci Harekatı” adını verdikleri eylemler serisinde arkadaşlarının, dağlarının, taşlarının, tarihlerinin, toplumlarının intikamlarını almışlardı. Eylemler sırasında şehit düşen yedi gerillanın acısını yaşasalar da onların hayallerinin de artık taşıyıcıları olduklarını biliyorlardı.
Mesele, ‘ölmek’ değildi
Hüzün ve gururun iç içe geçtiği bu duygularla ilerlerken çılgına dönmüş işgalci ordunun topları sağlarına sollarına düşmeye başladı. İşgalci ordu, NATO’nun tüm imkanlarını kullanarak gerillaların yerini tespit etmiş, imha saldırısı başlatmıştı. Hiçbir ahlaki kuralı tanımayan işgalci ordu, kimyasal silahlar kullanarak adeta taş üstünde taş bırakmamıştı. Oysa ki gerillalar göğüs göğüse savaşta galip gelmiş, tüm mevzilerini düşürmüştü düşmanının. Bu orantısız savaşın haklı tarafında olan onlar için mesele, hiçbir zaman ‘ölmek’ olmamıştı. Zira tarih boyu korkuyu ve ölümü öldürerek yürümüşlerdi işgalcilerin mevzilerine. Hangi mirasın varisleri olduklarını biliyorlardı. Son yolcuları olmadıklarını da…
Yazmasaydım unutacaktım
Dağı taşı yakan kimyasal bombardımanda yaralı kurtulan gerillalar da olmuştu. İşte kitabın yazarı Nupelda Engin de katliamdan sağ kurtulanlardan. Hayatta geride kalan olmak hep zordur. Büyük bir zafer kutlamasının arefesinde yasa boğulmuş bir yürek için çok daha zor. O yüzden de yazar “Yazmanın onlarla yaşamak olduğunu, onlardan öğrenmeyi sürdürmek olduğunu anladım. Yazmasaydım birçok şeyi unutacaktım, ‘Geliyê Tiyarê’ içimde bir onulmaz acı, dokunulamaz bir yara olarak kalacaktı sadece” diyor.
Nupelda bu duygularla giriştiği yoldaşlarını tarihe mal etme yolculuğunu dört ciltte okura sunmuş.
Medya Ronahi (İpek Çiçek)
Kitabın atfedildiği gerillalardan Medya, bir Serhad kızıdır. Orada doğup, zozanlarında büyür. Dağlarında çobanlık yapıp, doğayla bir olmayı öğrenir. Serhad’ın soğuğu, henüz doğar doğmaz onun iliklerine işlediğinden Zagroslar’ın dondurucu soğuğunda ‘ay’ bile demez.
Medya’nın o genç yaşında dağlara yürümesine Viyan Soran’ın sözleri vesile olmuş. “Sanki şimdiye kadar kördüm ve doktorum heval Viyan oldu” sözleri onun için yaşam manifestosu olur.
Medya’nın kendi dilinden sevgiyi, ilk aşkını, sonraki büyük aşkını, özgürlüğü, evreni anlama çabasını yazar arkadaşı Nupelda “Serhah’ın heyecanı, yılmaz coşkusu” sözleriyle kayda geçmiş. Sevgiyi içinde epey sorgulayan Medya çokça benzetme yapmış. Bazen eylem öncesi çekilen govend’e benzetmiş sevgiyi, bazen küçük bir çocuğun elinde direnmek için fırlattığı taşa. Bazen uçan kuşa-uçma eyleminin kendisine, bazen dağa, bazen de özgürlüğe… En naif tanımlaması ise “Sevgi bir çiçeğe yaşam hakkının tanınmasıdır” olmuş. Bir günlüğünün ismini “Sevda Çiçeği”, diğerinin ismini ise “Sevda Kadını” koymuş.
Gülmeyi çok seven Medya, ağlamayı da yadırgamayarak gülmeye yüklediği anlamı şöyle not düşmüş günlüğüne: “Gülmeyi ne çok seviyorum. Çoğu anımda hep gülen insanlar var. İnsan ağlamaz demiyorum. Gülmek zorluklarla mücadelede insanı daha da güçlendirir. Güçlü olmayı bilen insan gülmeyi bilen insandır.”
Roza Semsûr (Suna Özdemir)
Ve Roza… Baktığı her şeye umut saçan Gergerli Roza! Fırat havzasında çocukluk ruhunu beslemiş kara gözlü kız. Ne aradığını, çocuk yaşlardan itibaren kendi kendini var etmeyi bilen Roza. Sosyalist, bilge genç bir kadın olmanın özlemiyle gerillaya katılırken adını Roza koyan. Zaten arkadaşları da onu ‘küçük bilge’ diye çağırıyormuş. Annesinin kömür gözlü, zapt edilemez Roza’sıdır o…
Roza da hem okumayı, hem de yazmayı çok seven gerillalardan. Defterine düştüğü notlardan birinde gerillayı ve gerilla olmayı şöyle tanımlamış: Gerilla olmak şu dünyadaki en güzel şey gibi geliyor bana, bir yaşam serüveni. Bir aşk halidir gerillacılık. Kendimi bulduğum, kendimi hissettiğim her şey bu yaşamda gizlenmiş, sırlanmış beni bekliyor.
Roza’ya göre “Huzur, biraz da sorumluluğunu yerine getirme duygusu ve bilinci”dir. Yoldaşlık ilişkilerinde bir huzurun olması, iki yoldaşın birbirinin varlığında huzur bulması çok önemli bir kıstas. O yüreğinin sesini dinlemesini bilen, kafasına koyduğu şeyin sonucu mutlaka alan bir gerilla. Hem geçmişi hem şimdiyi hem de geleceği düşünen olasılıkları hesaplayan Roza geride kalanlara şu temennisini bırakmış: “Güzel bir yaşamın bizden sonra yaşanmasını umut ve hayal ediyoruz”
Gever Feraşîn (Reşat Aslan)
Gever, Feraşînli bir Ağustos çocuğu. Gevda Aşireti’nden. Emekle çocuk yaşta tanışır Gever. Ağabeyinin ne silahını ne de adını yerde bırakmayanlardan. Gencecik, bakmalara doyulmayan güzellikte bir yiğit…
Yol arkadaşı Nûpelda şöyle anlatıyor O’nu:
“Gever bu toplumun çocuğuydu. Bu halk için çok şey yapabilir, çok zorluk sırtlayabilirdi. Genç, düşünceli gereğinden fazla mütevazı, destekleyici, yoldaşlarına yardım etmede insanın yüreğine serinlik katacak kadar alçakgönüllü. Yanında olmak huzur veriyordu. Sakin ve seri davranıyordu. Ama espri yapacak, gülecek bir şey bulduğunda da hiç kaçırmıyor, hem gülüyor hem de güldürüyordu. Onunla kalmak anlamlıydı. Kendini anlatmak Gever’de ne güzeldi. Gever ne güzel anlatırdı kendini… Gülümseyişiyle, bakışıyla, dokunuşuyla… Yüreğinde bir tizlik vardı; yüreğinde duyduğu seslerin içinde hüzün de vardı. Yansıması yüzüne vuruyordu. Bazı sesler içinizde çığlığa dönüşür… Acının da gülüşün de izi aynıymış; insan gülünce de ağlayınca da yüzünde aynı hatlar belirginlik kazanırmış. Belki de acıyla sevinci birbirinden ayırmak o yüzden çok zor.” KÖLN
Not: Kitabı, @Wesanen_Meyman twitter hesabından veya 0031 62 65 39 382 telefon numarasından temin etmek mümkün.