Ya Başkan Apo’yla birlikte ya da hiçbir şey
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Kürt halkıyla birlikte barış ve demokrasinin hakim olduğu ülkede Kürt sorununu çözme yoluna mı gidecek, yoksa bir kere daha çözümsüzlük yoluna mı? Bu ikilem aynı zamanda “ya Kürt sorunu çözülecek ya da Türkiye çözülecek” ikilemidir. Tarihin en kritik dönemindeyiz.
İmralı’ya giden avukat heyetinden yapılan açıklamalarda, Başkan Apo’nun “siyaset kurumu” ile ilgili uyarıları önem taşıyor. DEM Parti dışında, haklarını yemeyelim, Bahçeli ve kimi MHP yöneticilerinin de söz planındaki kimi açıklamaları dışında, seçmenin yüzde seksenini temsil eden partiler, TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"na katıldıkları halde bu Komisyon’u pozitif değerlendiren neredeyse tek kelime etmiyor. Konuyu ele aldıklarında ise, Komisyon’un “ara dönem"in gerektirdiği demokratik yasalarla ilgili çalışma yapmasından değil, demokrasiye “ön koşul” olarak Rojava Özerk Yönetimi’nin silahsızlanmasından başka tek laf etmiyorlar.
QSD’nin Şara yönetimiyle yaptığı mutabakat gereği, Özerk Yönetim’e ait silahlı güçlerin Suriye ordusu ile entegre olması, bu anlamda Özerk Yönetim’in, kendi asayişi ve öz savunması dışında silahsızlanması son derecede karmaşık bir dizi aşamadan sonra gerçekleşebilecektir. Şara yönetiminin şu andaki çizgisi ise böyle bir silahsızlanmayı imkansız kılmaktadır.
Durum böyle olunca Özerk Yönetim’in silahsızlanmasını içinden geçilen süreç bağlamında atılması gereken demokratik adımların “ön şartı” haline getirmek, “Rojava silahsızlanmazsa demokrasi yönünde adım atmayacağız” anlamına gelir. Bu silahsızlandırma hedefi gerçekleşmeyeceğine göre TBMM Komisyonu da kimbilir ne kadar bir zaman boyunca, şimdi olduğu gibi patinaj yapmaya, treni sallamaya, demokratik adımları “çıkmaz ayın son gününe” kadar ertelemeye devam eder.
Bununla birlikte şu aralar kimi olumlu gelişmeler olmuyor değil. Mesela Komisyon Başkanı Kurtulmuş’un “hızlanmadan” söz etmesi, niyet bakımından olumludur. Yıllar sonra ilk avukat heyetinin İmralı’ya gitmesi, avukatların ifadesiyle İmralı kapısının azıcık da olsa aralanması olarak yorumlanabilir. Ama en önemli gelişme, DEM Parti’nin ısrarlı talepleri, MHP yönetiminin bu taleplere olumlu yaklaşması, hatta Erdoğan’ın başdanışmanlarından Mehmet Uçum’un Saray adına yaktığı yeşil ışık sonucunda Komisyon’dan “az sayıda” bir heyetin Başkan Apo’yla konuşmak üzere İmralı’ya gideceğine dair haberlerdir.
Geçtiğimiz Şubat ayında Başkan Apo’nun yaptığı tarihi açıklamadan bu yana olumlu gelişmeler şimdilik bunlardan ibarettir ve elbette hepsi de önemlidir.
Ancak, yeniden başa dönersek, barışın ve demokratik adımların “toplumsallaşması” ile ilgili en küçük bir ilerleme, DEM Parti dışındaki partilerin konuyu halkın gündemi haline getirmemesinden dolayı gerçekleşmemiştir. Kürt kamuoyu, Şubat ayından bu yana Başkan Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısına eylemli olarak destek vermiştir, ama Türk kamuoyu neredeyse olan bitenden habersiz olduğu gibi, sesi en fazla çıkan “süreç karşıtı” Türk ulusalcılarının ve Kürt düşmanlarının etkisi altındadır. Türk kamuoyu, Komisyon’un adını bile doğru dürüst bilmemekte, yapılanları “Terörsüz Türkiye” ismiyle, yani PKK’nin ortadan kaldırılması olarak algılamaktadır. AKP’li medyayı geçelim, hatta CHP’ye yakın medyada, örneğin kimi ulusalcı TV’lerde ve mesela Cumhuriyet Gazetesi’nin manşet ve haberlerinde Başkan Apo’ya “terörist başı”etiketiyle hakaret edilmektedir.
Kamuoyu araştırmalarında “çözüme destek” diye ifade edilen Kürt halkının eğilimi dışındaki rakamlar barış ve demokrasiye değil, “Terörsüz Türkiye” diye tanıtılan hedefe verilen desteği yansıtmaktadır.
Bütün bunlar Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Türk kamuoyunda barış ve demokrasi hedeflerinin “toplumsallaşmadığını” gösteriyor. Söz konusu süreç Kürt halkıyla Türk halkı arasında barışma sürecine dönüşmüyor, devletin Başkan Öcalan’la şeffaf olmayan müzakereleriyle ve Komisyon’un haber bile olmayan “dinleme seanslarıyla” sınırlı kalıyor.
İşte bu durum, “Barış ve Demokratik Toplum Süreci"ni tehdit eden en olumsuz durumdur. Kürt kamuoyunun Başkan Apo’yu koşulsuz desteklemesi, süreci güvenceye almaz. İktidar tek bir kararla Komisyon’u, geçen çözüm süreçlerinde olduğu gibi dağıttığında Türk kamuoyundan birkaç cılız ses dışında nefes bile çıkmaz.
Denebilir ki, bu süreç devlet politikası olarak gündeme gelmiştir. Bir an için bu teze katılsak ve sürecin garantisini “devletin kararlılığında” görme yanlışını yapsak bile şu anda var olan cılız gelişmelerden bir adım ileri adımlar atıldığı gün, İyi Parti’nin, Zafer Partisi’nin, CHP içindeki aşırı ulusalcı kliğin, bunlara katılmaya hazır AKP’deki, MHP’deki, diğer partilerdeki fraksiyonların, ve en önemlisi “norm dışı devletin” Türk kamuoyunu atılan olumlu adımlara karşı hangi ölçüde etkileyeceğini tahmin bile edemeyiz.
Barış ve demokratikleşmenin Kürdistan’da toplumsallaşmış olmasına rağmen Türkiye’de toplumsallaşmaktan uzak oluşu aşılması gereken en önemli tehlikedir.
Tehlikenin aşılmasında CHP’nin Özel yönetimine en büyük sorumluluk düşüyor. Tüm engellemelere ve kışkırtmalara rağmen Özgür Özel yönetiminin TBMM Komisyonu’na katılması, CHP’nin geniş tabanında kimi ön yargıları zayıflatmış, bu zayıflamaya DEM Parti’nin “yargı darbesine” karşı CHP’yle dayanışma içinde olması katkıda bulunmuştur. CHP çevreleri ve seçmenleri ilk seçimde DEM Parti’yle “Türkiye ittifakı” içinde ilişkilenmeye hazırdır. Bütün bunlar, Özgür Özel yönetiminin “Barış ve Demokratik Toplum Süreci"ni açık-seçik sahiplenmesi için koşulların elverişli olduğunu gösteriyor.
Bu yazı yayınlandığı gün CHP Eyüp ilçesinde “Filistin mitingi”ni yapmış olacaktır. Netanyahu iktidarına karşı öfkenin büyüklüğü görülecektir. Milyonların alanlara aktığı bu aktüel durumda CHP, Türk halkına “ya 'Barış ve Demokratik Toplum' hedefine Kürt halkıyla birlikte ulaşacak ve Türkiye’yi İsrail ve ABD’nin müdahalelerinden birlikte kurtaracağız, ya da bu hedefe ulaşmamız Erdoğan tarafından engellenir ve Kürt halkı İsrail’den medet ummaya itilirse Türkiye’nin geleceğini karartacağız” diyerek inisiyatif alırsa, barış ve demokrasi Türk halkının desteğiyle işte o zaman toplumsallaşmış olacaktır.
Çok açık: Türk halkı bir kere daha Kürt halkından yüz çevirirse, bu halk, kendi uzun vadeli geleceğini tehlikeye atacak olsa da var olan alternatiflere yönelmek zorunda kalacaktır. Herkes Kürt halkının alternatifsiz olmadığını bilmelidir.
CHP Türkiye’nin geleceğinde rolünü nasıl oynayacak? Kürt halkıyla birlikte barış ve demokrasinin hakim olduğu ülkede Kürt sorununu çözme yoluna mı gidecek, yoksa bir kere daha çözümsüzlük yoluna mı?
Bu ikilem aynı zamanda “ya Kürt sorunu çözülecek ya da Türkiye çözülecek” ikilemidir. Tarihin en kritik dönemindeyiz. Ortadoğu’da savaş sürüyor ve sınırlar yeniden çiziliyor. Herkes tarihi sorumluluğunun bilincinde olmalıdır.
