Yapayalnız bir kuzeyli

Kültür/Sanat Haberleri —

Dag Solstad/foto:wikipedia

Dag Solstad/foto:wikipedia

  • Kuzey Avrupa edebiyatı son dönemlerde epey popüler. Erlend Loe, Per Petterson, Ingvar Ambjornsen gibi yazarlar Türkiye’de epey sevildi. Dag Solstad da onlardan biri. Solstad’ın “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap” adlı romanı edebi kurgunun sosyolojik yapıyı göz önüne sermesi açısından oldukça etkileyici bir eser.

BİLGE AKSU

Geçenlerde Twitter üzerinde patlayan bir tartışma vardı. Bir genç, İsveçli arkadaşında misafirmiş. Arkadaşının odasında birlikte vakit geçirirlerken, ev sahibi çocuk ona odada beklemesini söyleyip ortadan kaybolmuş. Bir süre sonra misafir gencimiz neler olduğunu merak edip bakınca bu İsveçli ailenin yemek yemekte olduğunu görmüş. Evde bir misafir olmasına rağmen, İsveç kültüründe yemek ikramı olmadığından onu çağırmamışlar. Zavallı misafirimiz bunu şaşkınlık içinde Twitter’a yazdıktan sonra, dünyanın çok çeşitli bölgelerinden bir sürü insan bu tartışmaya dahil oldu elbette. Kuzey Avrupa insanlarının kendilerini savunmalarına, diğer ülke insanlarının ise bu tavrı eleştirmelerine şahit olduk. Bu durumu ciddiye alıp evrimsel ve antropolojik açılardan yorumlayanlar, dünyanın orta kuşağı olarak bilinen ve Akdeniz ikliminin büyük kısmını kapsadığı bölgelerde yemek ikramının son derece doğal olduğunu, bu bölgelerde tarih boyunca bolluk ve bereketin sürdüğünü belirttiler. Kuzey Avrupa gibi ülkelerde ise yiyecek bulmak büyük uğraşlar gerektiriyordu ve dolayısıyla herkesin kendini öncelemesi oldukça normaldi. (Knut Hamsun’un Açlık kitabını hatırladık mı?)

Norveçli yazar Dag Solstad’ın bu yıl Türkçeye çevrilen “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap” adlı eserini okurken bu tartışma yeni yeni sönümleniyordu. Eğer ki kuzey Avrupa ülkelerinin yemek ikramı konusundaki tutumlarını Twitter’da görmesem yine de bu kitapta dikkatimi çeken bazı ayrıntıları tespit edebilir miydim bilmiyorum. Güzel bir tesadüf oldu. 

Dag Solstad, aslında uzun yıllardır yazarlık kariyerini sürdüren biri. Fakat Türkçeye çevrilmesi epey geç oldu. İlk olarak, 2018 yılında Mahcubiyet ve Haysiyet çevrildi. Ardından her yıl bir başka kitabı. Bu yıl çevrilen son kitabıyla birlikte, Türkçede dört kitaba ulaştı bu yazar. 

Kuzey Avrupa edebiyatı son dönemlerde epey popüler. Erlend Loe, Per Petterson, Ingvar Ambjornsen gibi yazarlar Türkiye’de epey sevildi. Dag Solstad da onlardan biri. Ben kendisini henüz bu kitabıyla tanıdığım için, şimdilik külliyatıyla ilgili yorum yapamayacağım. Ama On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap’ta dikkat çeken bazı unsurları öne çıkarmadan da edemeyeceğim. 

Son derece kısa bir roman öncelikle bu. 50 yaşlarında bir bürokrat olan Bjorn Hansen, günün birinde ani bir kararla ailesini terk edip yasak aşkını sürdürmek için yola çıkıyor. Turid Lammers adlı sevgilisinin peşinden, Norveç’in orta kesiminde yer alan ufak bir şehre geliyor. Bir vergi dairesinde müdürlük pozisyonunun açık olduğunu görünce başvuru yapıyor ve işe giriyor. Artık geride bıraktığı karısı ve oğlu hayatının hiçbir yerinde yok. Yıllar böyle geçip giderken, Turid Lammers’ın tiyatro topluluğuna katılıp orada sosyalleşmek ve kendini tatmin etmek için çaba harcıyor kahramanımız. Şehirde tanıdığı bir iki insan da olmuş ve onlarla vakit geçiriyor. Günün birinde sevgilisi Turid onu terk edince, zihninde bir şeyler değişmeye başlıyor. Yakın arkadaşı Doktor Schiotz ile birlikte, kafasında epey yer tutan o büyük fikrini uygulamayı tasarlıyor. ‘Büyük red’ adını verdiği bu fikir riskli ve tehlikeli. Fakat göze alacak kadar da bunalmış durumda Hansen. Doktoru ikna edip hazırlık sürecine girişecekleri sırada yıllardır görmediği oğlu Peter’den bir mektup alınca işler sarpa sarıyor onun için. 20 yaşına gelmiş Peter, askerlikten sonra üniversite okumaya karar vermiş ve babasının bulunduğu Kongsberg şehrine gelip bir süre onda misafir olmayı istiyor. Mektubu büyük bir sevinçle karşılayan Bjorn Hansen için bu, neredeyse hayata dönüş anlamına geliyor. Büyük red adlı planını rafa kaldırıyor ve yıllardır görüşmediği oğlunu ağırlamak için evinin bütün düzenini değiştiriyor. 

Baba oğul ilişkisi

Bjorn Hansen, oğlunu büyük bir beklenti ve heyecanla karşılayadursun, Peter’in gençlik enerjisi ve tavırları bu ikilinin gerçek bir samimiyet kurmasının önüne geçiyor. Bjorn, 50’li yaşlarda görmüş geçirmiş bir adam ve Peter gibi ergenlikten yeni çıkmış bir gençle nasıl diyalog kurması gerektiği konusunda zorlanıyor. Bir de tabii yıllardır görüşmemiş olmaları var. Hal böyle olunca, Bjorn’ün gözünden oğlunun bocalamaları, beceriksizlikleri ve sosyal iletişim konusundaki sıkıntılarını görüyoruz uzun süre. Yazının girişinde bahsettiğim yemek paylaşma mevzuu dahi uzun uzun aktarılmış hikayede. Bjorn Hansen, oğluyla ilişkisinde o kadar bocalıyor ki, akşam yemeklerinde birlikte oturup yemelerinin mi yoksa herhangi bir kiracıyla yaşıyorcasına ayrı ayrı takılmalarının mı doğru olacağına bir türlü karar veremiyor. Yine oğlunun okulda olup bitenlerle ilgili uzun ve ‘gereksiz’ yorumları karşısında ne hissedeceğini de bilemiyor. Bir süre sonra Peter onun gözünde, ezik ve zavallı bir gence dönüşüyor. Askerdeyken onu bu şehirde okumaya ikna eden arkadaşının başka bir okula kayıt yaptırması, bir konsere giderken babasının arabasını alan Peter’in benzin masraflarını paylaşmayan arkadaşları ya da okul yemekhanesinde tek başına oturup yemek yemesi ona bunları düşündüren şeyler. Hatta Cuma geceleri tam olarak 00.35’te gece kulübünden eve dönen Peter’in, esasında kulübe dahi gitmediği ve babasını yalnız biri olmadığı konusunda kandırmaya çalıştığı gibi şüpheler de duyuyor. 

Bir batılının psikoloji draması

Solstad bu eserinde, batılı bir orta sınıf mensubunun psikolojik dramasını işlemiş. Soğuk ve karanlık bir kuzey ülkesinin gündelik yaşantısı, insan ilişkileri ve aile kavramı etkileyici şekilde sorgulanıyor. Baba-oğul teması da anlatının belirli bir kısmını domine eder vaziyette. Modern çağda dikkat çekici bir popülasyonu etkisi altına alan diğer insanlarla bağ kuramama problemi bunun en büyük sebebi. Hansen, ne 14 yıllık ilişkisine, ne etrafındaki insanlara, ne yakın gördüğü dostlarına ne de özbeöz oğluna karşı tanımlanabilir hisler taşıyor. Hiçbiri onun zihninde, o an ne hissettiği ve nasıl davranacağı hususunda ipucu yaratmıyor. Belki aşırı bir okumayla, Hansen’in yaşadığı şeyi disosiye olmanın bazı türlerine benzetebiliriz. Psikolojik bir fenomen olan disosiyasyon, kişinin olup bitenler karşısında ortaya çıkardığı bir savunma mekanizması. Genellikle travmatik yaşantılarda, gerçekleşen olayın etkisini zihinde azaltmak için, o anda orada değilmiş gibi, meydana gelen olayı sanki bir başkası yaşıyormuş gibi davranmak diyebiliriz. Hansen ise bunun alt türlerinden biri olarak da görülen derealizasyon halinde kalmış. Yani o esnada yaşanan diyalogda ona geçen hislerle ilgili bir bocalaması var. Sanki görünmez bir el, bu tarz sahnelerde ona ne yapması gerektiğini söyleyip duruyor ve deyim yerindeyse, ‘otomatik pilot’ devreye giriyor. Bunu Hansen başkalarıyla diyalog halindeyken ara ara görüyoruz. Doktor Schiotz’la sohbet ederken zihninde sürekli onun söylediklerini tartması, sorgulaması, eleştirmesi, ayıplaması gibi. Ya da oğlu Peter’la ilgili düşüncelerinde ortaya çıkan kararsızlıklarında.

Büyük red adlı planı

“Oğlunun ağzından anlatılan öyküde oğlunu pek sevmemişti. Her ne kadar ona sempati duymaya çalıştıysa da başaramamıştı. Zaman zaman Bjorn Hansen’in aklına şu tür garip ifadeler takılıyordu: ‘Peter benim yemeğimi yiyor, eh, helali hoş olsun.’ Neden böyle düşünüyordu? Kendi oğlu hakkında? (…)Bunun nedeni Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu’na devam eden Peter’in bir öğrenci odasına taşınmak yerine babasının evinde kalmayı tercih etmesiydi. ”

Bjorn Hansen, oğlunun yanına taşınması sayesinde ilk bakışta hayata dönmüş ve büyük reddini rafa kaldırmış görünse de, devam eden süreçte 20 yaşındaki oğlunun bütün davranışlarını, tıpkı diğer insanlarda yaptığı gibi sorgulamaya başlamış ve duruma yabancılaşmış bir halde. Gündelik meseleleri ele alış biçiminde somutlaşıyor bu durum.

“Peter akşamları genellikle odasına çekiliyordu. Televizyonda izlenecek bir şey olduğu zaman salona geliyor, televizyonu açmak için babasından izin istiyordu. (…)Zaman zaman aynı masaya oturup kahvaltı etseler de oğlu genellikle ekmek dilimleriyle kahvesini alıp odasına gidiyor, (…)Babası erken kalkmışsa kahveyi hazırlıyor ve oğlu gelene dek kahvaltı masasına oturmuş oluyordu, oğlu ise ya kahvaltılık tabağını hazırlayıp masaya geliyor ya da odasına girip kayboluyordu. Ancak yiyecekler ortaktı, Bjorn Hansen aynı evde oturup aynı buzdolabını, aynı ocağı kullandıklarına göre her ikisinin de ayrı ayrı ekmek, süt vesaire satın almasının, hatta iki ayrı kahve pişirme kabı kullanmalarının pratik olmadığını söylemiş, Peter de sesini çıkarmamıştı.”

Etkileyici bir roman

Bjorn Hansen, yine de oğlu Peter onunla yaşamaya devam ederken büyük reddini uygulamaya koymuyor. Noel tatilinden sonra sömestr de gelince Peter önce annesinin evine gidiyor, geri dönünce de babasından ayrı bir daireye taşınmayı düşünüyor. Bu hiç konuşulmasa dahi, Bjorn tarafından da biliniyor. Akabinde planını uygulamayı başaran Bjorn Hansen’in oğluyla neredeyse hiç görüşmemesi, görüştüklerinde planı üzerinden kazandığı paranın küçük bir kısmını ona verdiğinde Peter’in yalnızca mutlu olduğunu ve geri kalan kısmıyla ilgili herhangi bir merak duymadığını düşünmesi de oldukça acıklı. Ama aynı zamanda karakterimizin ruh haline ve tasarımına son derede uygun. Hatta bu tehlikeli planda ona yardım eden Doktor Schiotz’la ilgili düşünceleri oldukça değişken ve karanlık. Ama okumamış olanlar için büyük red adlı planın sürprizini bozmamak adına, buraya uygun düşecek alıntıları koymamayı tercih ediyorum.

Dag Solstad’ın son çevrilen kitabının bende yarattığı hisler bunlar. Dediğim gibi, bir kısmı aşırı okuma içeriyor olabilir. Fakat Kuzey Avrupa’yla ilgili gündelik yaşamın bazı noktaları biz ortadoğuluları şaşırtmışken bu kitaba denk gelmek tuhaf bir tesadüftü. Bizimki gibi manevi bağlara gereğinden fazla önem atfedilen kültürlerde bu olup bitenlerin açıklaması neredeyse yok. Edebi kurgunun sosyolojik yapıyı göz önüne sermesi açısından oldukça etkileyici bir eser On Birinci Kitap, On Sekizinci Roman.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.