Yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç var

Dosya Haberleri —

Rémy Pagani

Rémy Pagani

  • Avrupa Özgürlük ve Barış Platformu adına Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunmak üzere Türkiye'ye gelen Cenevre eski Belediye Başkanı Rémy Pagani, “Kürt sorunu artık sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunudur. Kürtler dünyanın dört bir yanında mülteci konumuna düştüyse, bu meseleye küresel düzeyde yaklaşmak zorundayız” dedi.
  • Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat çağrısına dikkat çeken Pagani, "Bu süreç çok fazla umut ve geleceğe dair bir bakışla kurulmuş. Ancak aynı zamanda oldukça hassas. Biz bu hassasiyetin farkındayız ve Cenevre Sözleşmesi’nin önerdiği gibi üçüncü bir müzakere tarafıyla devam edilmesinin süreci güvence altına alabileceğine inanıyoruz" ifadelerini kullandı. 
  • Dünyadan örnekler veren Pagani, "Kolombiya sürecinde de benzer tartışmalar yaşanmıştı. Bugün hem Öcalan’ın hem de Türkiye’deki sürecin böyle bir dahiliyete ihtiyacı olduğunu ve Cenevre’den bir garantör tarafın ortaya çıkabileceğine inanıyorum. Biz Cenevre’de demokratik sürecin bir parçası olabilecek yasal ve toplumsal zeminlere sahibiz ve katkı da sunabiliriz" dedi.

ERDOĞAN ALAYUMAT / İSTANBUL

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın İmralı adasında yoğun tecrit altında Kürt ve Türkiye halkları için yürüttüğü Demokratik Toplum çalışması kapsamında Kürt hareketi tarafından tarihi adımlar atılıyor. Ancak Türk devleti tarafından da beklenen adımlar sürüncemede bırakılıyor. Türk devletinin bu yaklaşımına rağmen Kürt halkı ve Türkiye halkları, Öcalan'a duydukları güvenden dolayı umudunu koruyor. Kürt sorununu bölgesel değil, küresel bir mesele olarak tanımlayan Cenevre eski Belediye Başkanı Rémy Pagani, barış için İsviçre’ye garantörlük çağrısı yaptı. Avrupa Özgürlük ve Barış Platformu adına Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunmak ve bir dizi temas yürütmek üzere Türkiye’ye gelen uluslararası heyette yer alan Pagani, Yeni Özgür Politika Gazetesi’nin sorularını yanıtladı. 

Cenevre barış müzakerelerine ev sahipliği yapmış bir şehir. Sizce Kürt meselesi uluslararası barış müzakerelerine taşınmalı mı?

Öncelikle, ben konfederasyondan oluşan bir ülkeden geliyorum. Bunun büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. İsviçre 26 kantondan oluşuyor ve benim bulunduğum kanton, azınlıkların yoğunlukta olduğu bir yer. Bu açıdan, Abdullah Öcalan’ın önerdiği modele benzer bir deneyimi yaşıyorum ve bunun ne kadar gerçekçi ve önemli olduğunu da görüyorum. Türkiye’ye geldiğimiz ilk günde yaptığımız tartışmalarda, kantonun tüm parçalarının ve bileşenlerinin ortaya koyduğu Cenevre Sözleşmesi’nin, tüm tarafların katkı sunabileceği bir zemin sağladığını gördük. Bizler, demokratik sürecin parçası olabilecek yasal bir çerçeveye sahibiz. Bu çerçevenin ne kadar gerekli olduğunu düşünüyor ve önceki toplantılarımızda da dile getiriyorum. Hem burada hem de Cenevre’de bu tür müzakere kanallarının kurulması gerektiğini savunuyorum. Bu sürecin bir parçası olmak istediğimi belirtiyor ve bunu dile getirmeye devam ediyorum. Kolombiya sürecinde de benzer tartışmalar yaşanmıştı. Bugün hem Öcalan’ın hem de Türkiye’deki sürecin böyle bir dahiliyete ihtiyacı olduğunu ve Cenevre’den bir garantör tarafın ortaya çıkabileceğine inanıyorum. Biz Cenevre’de demokratik sürecin bir parçası olabilecek yasal ve toplumsal zeminlere sahibiz. Böyle bir katkıyı Türkiye için de sunabiliriz. 

Yani sorunun bölgesel değil, küresel bir nitelik kazandığını mı düşünüyorsunuz?

Bu konuda biz de uzun süre tartışmalar yürüttük. Kürt meselesinin temeli, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarında, sömürgeciler tarafından hem Kürt halkının hem de Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve bu parçaların farklı ülkelere bırakılmasıdır. Burada önemli olan yalnızca ülkenin değil, halkın da bölünmüş olmasıdır. Bu, çok ciddi ve temel bir meseledir. Bu nedenle, Öcalan’ın politik aklını çok önemsiyorum. Hem birlikte mücadeleyle bir araya gelme fikrini savunuyor hem de sömürgeciliğe karşı güçlü bir direniş ve başkaldırı mücadelesinden söz ediyor. Benzer bir örnek, Filistin’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşandı. Onlar da aynı şekilde mücadele etmeye devam ediyor. Öcalan’ın fikirlerinin bu anlamda etkili olduğunu düşünüyorum. Kürt sorununun ve bu sorunun küresel etkilerinin artık herkes farkında. Bu farkındalıktan kaçmak mümkün değil. Kürtlerin maruz kaldığı sömürü nedeniyle dünyanın pek çok yerinde Kürt mülteciler ve göçmenler bulunuyor ve biz onlarla birlikte yaşıyoruz. Artık kimse bu sorunu görmezden gelemez.

 

 

Sizce Öcalan’ın tutulduğu koşullar evrensel insan hakları standartlarına uygun mu?

Öcalan’ın tutulduğu koşullar başlı başına bir hukuksuzluk örneğidir. Herhangi bir yasa ya da uluslararası sözleşmeyle bağdaşmıyor; tam anlamıyla bir skandaldır. Nelson Mandela’nın bile tutsaklığının son on yılında koşullarında ciddi iyileştirmeler yapılmıştı. Ancak Öcalan için böyle bir durum bile söz konusu değil.

Öcalan’ın sunduğu Demokratik Konfederalizm fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm önerisinin çok temel ve kapsamlı bir çözüm modeli olduğunu düşünüyorum. Bu sistem yalnızca Kürt halkının yaşadığı sorunları değil, aynı zamanda sömürgecilikten kurtulma ve halkların yeniden bir araya gelmesi açısından da bir çözüm sunuyor. Ortadoğu’da gerçek bir barış alanı açabilecek bir modeldir. Çünkü kendi kendini yönetebilen, öz yönetime sahip halklar birbirleriyle savaşmaz. Savaş gereksiz hale gelir. Başkaları tarafından yönetilmenin yarattığı adaletsizlik duygusu, savaşların temel nedenidir. Örneğin, Ukrayna’da savaş başlamadan önce Rusların Rusça konuşması yasaklanmıştı. Bu da savaşı körükleyen önemli bir faktör olmuştu. Ancak kendi kendini yöneten halklar için savaş bir seçenek olmaktan çıkar; çünkü insanlar kendilerini ifade edebilir ve sorunlarını diyalog ve müzakere yoluyla çözebilirler.

 

 

 

Öcalan’la görüşmek için yaptığınız bu ziyaretin Cenevre gibi bir barış merkezinden gelen biri olarak sizin için nasıl bir anlamı var?

Arkamda barış güvercini, ağzımda zeytin dalı, elimde Pablo Picasso’nun barış tablosuyla geldim. Şaka bir yana, Cenevre barış ve müzakere süreçlerinin önemli merkezlerinden biridir. Bu konuda çok yetkin ve deneyimli insanlara sahibiz. Sayın Öcalan ile görüşmek için başvuruda bulunduk. Ama aslında daha kapsamlı ve ciddi bir başvurunun yapılması gerekiyor. Devletler düzeyinde müzakereyi yürütebilecek temsilcilerle yürütülecek görüşmeler çok daha etkili olurdu. Böyle bir görüşmenin hükümet tarafından kabul edilmesi ve izin verilmesi çok önemli ve etkili olurdu. Kolombiya’da da süreç, barışı destekleyen adımlar atıldıktan sonra başlamıştı. Türkiye’de de bu tür ilişkilerin kurulması süreci güçlendirecektir. Özellikle Cenevre’den gelen bir katılım, Avrupa toplumuna da güçlü bir mesaj verecektir.

Heyet olarak Öcalan’la görüşme talebiniz vardı. Bu talebiniz geri çevrilirse ne tür adımlar atmayı düşünürsünüz?

Eğer görüşme talebimiz reddedilirse ya da süreç tıkanırsa, biz yine de Kürt halkıyla dayanışma içinde olmaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Ancak burada önemli olan, barış sürecinin planlandığı şekilde ilerlemesidir. Barış süreci için en temel şartlar, hükümetin bombardımanlara son vermesi ve Kürt tutsakların serbest bırakılmasıdır. Bunlar barış görüşmelerinin ön koşullarıdır. Barış süreci bu şekilde inşa edilir. Sayın Öcalan, silahların bırakılması yönünde çağrı yaparak çok büyük bir sorumluluk aldı. Ancak bunun karşılığında bir adım atılmadığında süreç kırılgan hale gelir. Cenevre Sözleşmesi’nin tarafı olarak bu çağrıları yapmak bizim için önemlidir. Hatta diyorum ki, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan gelsin, Cenevre’de bunları konuşalım. Öncesinde normalleşme süreci başlasın. Sürecin ilerlemesi için bu tür adımlar hayati öneme sahiptir. Görüşmelerimizin ikinci gününde konsoloslarımızla bir araya geldik. İsviçre Konsolosu ile yaptığım görüşmede, İsviçre’nin bir çağrı yapması ve bu çerçeveyi ortaya koyması gerektiğini dile getirdim. Sürecin ilerlemesi için başka öneriler de sunduk.

 

PKK’nin feshi gibi radikal bir değişim, uluslararası toplumu nasıl etkiler?

 Bu tür bir çağrıyı ilk okuduğumuzda biraz korktuk ve kaygılandık. Meseleyi hemen anlayamadık. Ancak yaptığımız görüşmeler sonucunda çok kapsamlı ve ince düşünülmüş bir sürecin ortaya konduğunu gördük. Artık korkmuyoruz, süreci daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Bu süreç çok fazla umut ve geleceğe dair bir bakışla kurulmuş. Ancak aynı zamanda oldukça hassas. Biz bu hassasiyetin farkındayız ve Cenevre Sözleşmesi’nin önerdiği gibi üçüncü bir müzakere tarafıyla devam edilmesinin süreci güvence altına alabileceğine inanıyoruz. Ama ne olursa olsun, her zaman peşinden koşmamız gereken şey, barış umudu ve barış mücadelesidir.

 

 

Silah bırakmanın ardından, Kürt halkının siyasi taleplerinin karşılanması için ne tür mekanizmalar önerirsiniz?

Bu anlamda yaptığımız en önemli şeylerden biri sivil referandum inisiyatifidir. Örneğin, parlamentonun bir yasa geçirmeyi planladığı durumda halk referandum düzenleyerek bu yasayı iptal edebiliyor. Aynı şekilde yurttaşlar, yasa önerisinde ya da yasa teklifinde bulunabiliyor. Temsiliyet açısından da orantılılık büyük önem taşıyor. Örneğin, Türkiye nüfusunun yüzde 40’ını Kürtler oluşturuyorsa, meclisin de yüzde 40’ı bu temsiliyete dayanmalıdır. Ancak burada, yüzde 10’luk bir oy oranıyla temsil ediliyorsunuz ama potansiyel çok daha yüksek. Bu temsiliyetin meclise tam olarak yansımaması bir problemdir. Bu yapının mutlaka değişmesi gerekir. Ben hem milletvekili hem de belediye başkanı olarak görev yaptığım dönemde, ne zaman bir yasa taslağı hazırlasam, önce halkın onayına sundum. Halk onaylarsa yasa hayata geçerdi, onaylamazsa geçmezdi. Diyeceğim şu ki: Halk sizin kaleminizi kırabiliyorsa, işte o zaman gerçek bir demokrasiden söz edebiliriz.

Avrupa’daki kent yönetimlerinden biri olarak, Türkiye’de seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmasını ve yerlerine kayyum atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçilmişlerin, sebep ne olursa olsun, merkezi yönetim tarafından görevden alınması kelimenin tam anlamıyla bir rezalettir. Bununla ilgili ne denilebilir ki? Gerçekten bir skandaldır. Yıllar önce Türkiye’ye gerçekleştirdiğim bir ziyarette Diyarbakır’a gitmiştim. O dönem kent, eşbaşkanlık sistemiyle yönetiliyordu. Ancak eşbaşkanlardan biri olan kadın (Gültan Kışanak), seçildikten kısa süre sonra tutuklanmıştı.

Türkiye’de yalnızca belediye başkanları değil, seçilmiş milletvekilleri de dahil olmak üzere muhalif tüm siyasetçiler ciddi baskı altındalar. Türkiye’de yetki kimdeyse her şeyi o yapabiliyor. Bu kabul edilemez. Yasayı eline alan kişi kuralları koyuyor. Hukukun, kimin elinde olduğuna göre uygulanması kabul edilemez bir durumdur.

 

***

Türkiye'de her şey özelleştirilmiş

Sizce yerel yönetimlerin güçlendirilmesi Kürt sorununun çözümünde rol oynayabilir mi?

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve yetkilendirilmesi, sadece Kürt sorununun çözümü için değil, modern bir demokrasi ve toplum için de temel bir ihtiyaçtır. Herkesin kendi sözünü söyleyebileceği, karar alabileceği alanlara sahip olması çatışmaların önüne geçer.

Toplumların yaşam biçimleri açısından da merkeziyetsiz yapıların önemi büyüktür. Bir şehri yönetmek kolay değildir; çok fazla bileşeni vardır. Örneğin İstanbul’u ele alalım. Çok büyük bir şehir ve nüfusu giderek artıyor. Bir kişinin tek başına yönetmesi ne gerçekçidir ne de anlamlı. Bu, doğru bir yönetim biçimi değildir.

Cenevre’de nüfus arttıkça iller ve hatta ilçeler içinde daha küçük belediyeler kuruluyor. Böylece halkın ihtiyaçlarına daha hızlı yanıt verilebiliyor. Türkiye’ye geldiğimizde İstanbul Boğazı’nı gezdik. Sahilde çok sayıda özel işletme vardı. Bu, kentte her şeyin özelleştirildiğinin en çarpıcı göstergesi. Aynı zamanda, hem belediye hem de merkezi hükümetin şehri yönetemediğini gösteriyor. Her şeyi bir-iki kişi "karar versin" derseniz, kimse bir şey yapamaz. Hayat böyle koordine edilmez. Örneğin sadece Paris bile 20 ayrı bölgeye ayrılmış durumda ve her bölgenin kendi belediyesi var. Ancak bu bile yetersiz kalabiliyor ve daha fazla yerel belediyeye ihtiyaç duyuluyor. İstanbul gibi kentlerin yönetimi, ciddi bir halk katılımı gerektiriyor. Zaten artık tüm dünyada yerel yönetimler bu şekilde organize ediliyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.