38 yıldır bitmeyen ceza

Dosya Haberleri —

Ali Aktaş

Ali Aktaş

  • Berlin ve Düsseldorf’ta yargılanan ve 15 yıllık tutsaklık ardından tahliye olan Ali Aktaş’a yönelik cezalandırma 38 yıldır kesintisiz sürüyor. Yaşadığı kenti terk etmesi yasaklanan, 21 yıldır her hafta polise imza vermek zorunda kalan Aktaş’ın 14 yaşındaki kızına da oturum verilmiyor. Almanya’da doğan Rojna’nın kimliği 3 ayda bir yenileniyor. 

DENİZ BABİR/FRANKFURT

Bir devrimci ve özgürlük hareketi filizlenmeye başladığında en 'demokratik' denilen devletlerin bile yaldızları dökülmeye başlar. Sosyal şovenler, gizli sol ulusalcılar, kapitalizmin mabedi 'demokratik' ülkeler, bilimum faşistler bir anda uydurulmuş bahanelerle birleşir. PKK'nin 1984 yılındaki atılımı sırasında, Türk devletinin Kürtlere karşı daimi müttefiki, Avrupa'nın lokomotifi Alman devleti harekete geçer. PKK davasından yargılanan Ali Aktaş 1984 yılında Almanya’da tutuklanır. Berlin Mahkemesi tarafından müebbet hapis cezası çarptırılır.  

Delil yok ama!

Tutuklanma sürecine dair konuşan Aktaş, Alman devleti, Türk devleti, sosyal şovenler, ilkel Kürt milliyetçilerinin Özgürlük Hareketi'ne karşı nasıl birleştiklerini şöyle anlatıyor: "7 Ağustos 1984 tarihinde Darmstadt Yüksek Mahkemesi'nin iddiası 'PKK’den ayrılan kişileri cezalandırma' olarak nitelendiriyordu. Fakat gerçek bu değildi. Bu süreçte tasfiyeci girişimin ortaya çıkardığı özellikle de Türk solu ve sosyal şoven dediğimiz kesimin aynı zamanda ilkel Kürt milliyetçi reformist dediğimiz çevrelerin yarattığı provokasyon ortamı sonucunda benim yakalanma durumum ortaya çıktı. Mahkeme sürecinde bu kişiler ifade verdiler. Onların söylem ve yalanları üzerine yargılandım. Böylece tutuklanmamı da sağlamış oldular. Mahkeme başkanı şunu söyledi, 'evet yeterli delil yok ama Ali Aktaş’ın bu suçu işlediğine kanaat getiriyorum' dedi. 22 yaşındaydım ve müebbet cezası aldım."

Olof Palme olayı plandı!

Fakat daha sonra Olof Palme cinayetiyle beraber yeni bir süreç başlıyor. Bu süreç Avrupa genelinde PKK Merkez Komite üyelerinin de aralarında olduğu 16 kişi ani bir baskınla tutuklanarak Düsseldorf davasına giden bir sürece evriliyor. Burada da benzer şekilde, yalan şahitler üzerine kurgulanmış bir mahkeme gerçekleşir. O süreci anlatan Aktaş, "PKK’yi bitirmemiz gerekir diyen uluslararası güçler, Olof Palme olayı ile beraber Düsseldorf sürecini başlattılar. İsveç savcısı 2000’lerde ölen Olof Palme katilini 2020’de açıklıyor. Peki sormazlar mı 20 yıl boyunca neredeydiniz? Çok ilginçtir Olof Palme eşiyle beraber saat 23:00 sıralarında sinemadan çıkarken koruması yok ve tek başına sinemaya gidiyor ve katlediliyor. Tabi katledilmesi sonrası hemen İsveç polis şefi Hans Holmer PKK'nin üzerine atıyor. Olof Palme olayı PKK’ye karşı başlatılacak sürecin planlandığı andır" diyor.

Almanya'nın rolü

Bu dava ile birlikte Avrupa’daki Kürt kitlesi PKK'siz ve öncüsüz bırakılacaktı. Aktaş, sözlerine şöyle devam ediyor: "ABD’nin başında Reagen, İngiltere’de Margeret Thatcher, Almanya’da Helmut Kohl hükümeti vardı. Bir de İran-Irak savaşı vardı. Afganistan’da bataklığa saplanmış bir Rusya vardı ve Sovyetler Birliği'nin başında Gorbaçov vardı. 16 Mart 1988’de Halepçe Katliamı ve Enfal gerçekleştirilmişti. 1991’de 1. Körfez Savaşı başlıyor. 1990’lara doğru sosyalist blok dağılıyor SSCB çöküyor. Ekim 1990’da Almanya resmen birleşiyor. Doğu Almanya 250 bin kalaşnikof silahı, Leopard tankları, termal silahlar, güdümlü füzeleri TC’ye hibe ediyor. Kürt köy ve kentleri bu silahlarla yıkıldı. Ortadoğu’da faaliyet sahası olan bir örgütü, özgürlük hareketini yargılamaya ve terörizmle damgalamaya kalktı. Alman denletinin Türklerle çok eskiye dayanan ilişkilerinde Kürtler hep zarar görmüştür. Bu ilişkilerin tarihi 1840’lara uzanır. Rusya-Osmanlı I. Dünya Savaşı'na ittifakla girdiler. II. Dünya Savaşı'nda beraberdir. Hitler M. Kemal için 'hocamdır' dedi. Yahudi Soykırımı'nı yaparken, Ermeni Soykırımı'nı örnek almıştı. Öyle ki, 1987 yazında Köln emniyetinden bir grup uzman polis TC.’ye gidip cezaevlerinde pişmanlık gösteren PKK’lilerle görüştü. 24 Mart 88’de TC. İçişleri Bakanı M. Kalemli FAC Bakan Zimermann ile görüştüğü gün A. Haydar Kaytan arkadaşı tutukladılar."

16 kişi tutuklandı

Tasfiyenin devreye koyulduğunu söyleyen Aktaş, "Bu süreçte Ali Haydar Kaytan ve Duran Kalkan arkadaşlar da bu tasfiyeci sürece tam da müdahaleye gelirken Alman devletinin yönelimi gelişti. İşte PKK’ye yönelim bu konsept temelinde geliştirildi ve Düsseldorf süreci başladı. Yani Olof Palme ile başaramadıklarını Düsseldorf davasıyla başarmak istediler. Almanya’nın 1987 ve 1988 başına kadarki yaptıkları ev baskınlarında ilkin 22 kişi sonra bu sayı 16 arkadaşın tutuklanmasıyla sonuçlanıyor. Fakat mahkeme açıldığı zamana kadar bu arkadaşlar tutuklu kaldılar. Ama Düsseldorf davası esasen PKK önder kadroları diyeceğimiz Ali Haydar ve Duran Kalkan arkadaş şahsında açıldı. Yargılamaya konu edilen suçlar hiçbir zaman Düsseldorf Mahkemesi'nde gündeme getirilmedi. Daha çok gündem haline getirilen PKK çizgisi oldu. Mesela Alman Başsavcısı Rebmann’nın hazırlamış olduğu bir iddianame vardı. İnanın iddianame TC’nin Amed Zindanları'nda direnen arkadaşlara karşı hazırladığı iddianamenin aynısıydı. Şöyleydi, ‘PKK Türkiye’nin Güney Doğu’sunun bir parçasını koparıp Marksist-Lenisist Komünist bir Kürt devleti kurmak peşindedir’ diyordu. İddianamede 'PKK bir kadro partisidir, PKK Stalinist bir partidir' gibi şeyler içeriyordu" diyor.

Tasfiye planı

PKK ile ilgisi olmayan, aslında PKK’nin karşı olduğu hatta PKK’nin bize karşı işlenmiş olaylar, bize zarar verenler olaylar dediği olaylardan dolayı Alman devleti PKK’yi yargılıyordur. Yargılama sırasında yaşananları hatırlatan Aktaş, şöyle devam ediyor: "Başsavcı Rabmenn şunu söyledi, 'Ali Çetiner olmasaydı, biz bu davayı açamazdık' dedi. Çok yapma ve suni suçlar yarattılar. Ali Çetiner’i özel olarak İsveç’ten getirdiler. Ali Çetiner İsveç’te SAPO denetimindeydi. Ali Çetiner için özel bir af yasası çıkardılar. BND, SAPO, MİT, PKK karşıtı Kürt ve Türk solcuların girişimiyle bu kişi İsveç’ten Almanya’ya getirildi. Düsseldorf’taki avukatlar Önderlik sahasına gittiklerinde Önderliğin avukatlara, 'Biz bu kişiyi 1985’de bir grubun başında Mardin'e gönderdik, bu grubunu dağıtıyor ve esrarengiz bir şekilde Avrupa'da çıkıyor' dediğini sonradan öğreniyorum. Almanya, Ali Çetiner’e 'işleyebildiğin kadar suç işle, ne kadar cinayete talimat vermişsen ver, seni biz cezalandırmayacağız. Sen yeter ki Düsseldorf’a gel PKK’lilere karşı şahitlik yap' diyor."

Cam kafeslerde yargılama

Mahkeme sürecinde yaşananlar da ilginçtir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan nasıl ki İmralı'da dava sürecinde cam kafeste tutulduysa PKK'nin öncü kadroları da batının bu 'demokratik' ülkesinde cam kafeste yargılanırlar. Mahkeme salonunda yaşananları anlatan Aktaş, "Bizleri çok tehlikeli olarak yansıtmak için mahkeme salonunu da ona uygun hazırlamışlardı. Biz mahkeme salonuna geldiğimizde mahkeme salonu bir kat yerin altında ve kaldığımız hücreler ise 3 kat yerin altındaydı. Mahkeme salonunda ve hücrelerde pencere falan yok. Bizleri mahkeme salonu içerisinde kurşun geçmez camların bulunduğu cam kafeslerin içine aldılar, ben ve diğer arkadaşlar arasında ise birer Rambo gardiyan koydular. Aynı zamanda arkamıza da birer gardiyan koydular. Asla sağa sola bakmayacaksın. Bizler mahkeme salonuna ellerimiz zincirli sol ayağa bağlı olarak giriyorduk. Dava büyük ama salon bilinçli olarak küçük yapılmış. 100 ve 120 kişiyi ancak alıyor onu da polislerle dolduruyorlardı ki, kitle içeri girmesin diye. Ama mahkeme başladığı andan bitimine kadarki süreç içerisinde sürekli kitlesel protestolar yapılıyor, herkes içeri girmek istiyordu. Alman basınından bazı dürüst çevreler gelip mahkemeyi takip ettiler. Sonrasında bu basın çevresi hakikaten öyle anlatıldıkları gibi tehlikeli değiller şeklinde bazı haberler yapmaya başladılar. O hava kısmen de olsa kırıldı ama savcı için o ilk hava çok önemliydi" diyor.

Hüseyin Çelebi heyeti altüst etti

Ali Aktaş, sözlerine şöyle devam ediyor: "Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan arkadaşın savunması daha çok Kürdistan devrim yolunun meşru olduğu ve Alman mahkemesinin emperyalizminin Türkiye ile olan ilişkilerini ortaya koyarken, burada yapılmak istenilen ve yargılanan Kürtlerdi. Amaç Kürtleri mahkemede ve özgürlük mücadelesini doğru temsil etmekti. Yine Kürdistan devrimini ve programını çok güzel ortaya koydular. Hüseyin Çelebi arkadaşa da burada değinmeden geçmemek gerekir. Hüseyin heval Almanca'ya hakimdi ve genç bir arkadaştı. İddia makamını oldukça, -mizahi bir dili vardı- alt üst ediyordu. Özellikle de Başsavcı Rebmann’ın yüzü bazen kıpkırmızı olurdu. O savcı kin kusuyordu. Mesela Ali Haydar Kaytan arkadaş kendi savunmasında bu Ali Çetiner’ler gibileri örnek göstererek Yunan filozoflarının 'insan olarak ölüp, hayvan olarak doğmak' biçiminde tespiti vardı. Mahkemede bütün çaba dünya kamuoyuna, değişik çevrelere Kürt sorununun çözüm yolu olduğunu göstermekti. Arkadaşlar bana göre bunu başardılar." 

Alman hülyası söndü

Davanın tam anlamıyla Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan üzerinden gittiğini kaydeden Aktaş, "Bu sıralarda savcı ve iddia makamı bunu hep sabote etmeye çalışıyordu. Almanya PKK’yi böyle yenemeyeceğini aslında anladı. Bunu fiziki olarak yapmanın kanaatine vardı ve 1993’te PKK yasağını da bu çerçevede getirerek uygulamaya koydu. Hani çok canavar olarak lanse ettikleri bu mahkemede 4 arkadaşı bırakmak zorunda kaldılar. O cam kafesler arkasındaki arkadaşlar daha sonra cam kafesler önüne alındı. İşte avukatlarla, savcılarla aynı bölümde durdular. Yani o Alman hülyası, kurgusu çok kısa süre içerisinde boşa çıktı ve söndü" diyor.

15 yıl süren tecrit 

Tutukluluk süreci boyunca tecritte tutulduğunu söyleyen Aktaş, "Bu cezaevinde daha sonra biz iki arkadaş kaldık. Ben ve Hasan Hayri Güler. Ben iki müebbet almıştım. Fakat o süreçte Almanya’da çıkan bir yasaya göre aynı süreç içerisinde ve aynı amaçla devam eden işlenmiş suçlarsa müebbet hapisleri birleştirilebiliniyordu. Ben öyle bir haktan yararlanarak tek müebbet yattım. 15 yıl üç buçuk ay cezaevinde kaldım. Yattığım 15 yıl boyunca cezaevinin idaresinin geliştirdiği provokasyon gibi yaklaşımlarına hiçbir zaman gelmedim. Bazen sizi bir saat dışarı çıkartıyorlar sonra hücreye geri geliyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki, her taraf dağıtılmış. Halbuki düzenli bir oda bırakıyorsunuz fakat sonrasında geliyorsunuz hiçbir şey bıraktığınız gibi durmuyor. Bu sürekli olan bir durumdu. Bir şeyi yapmak istiyorsanız açık açık yapın dedim. Bu konuşmadan sonra artık yapmadılar. Fakat sık sık hücrem değiştiriliyordu. Nedeni ise pencereden pencereye bile olsa ilişki kurmayayım diye. Altı ayda bir hücrem değiştirilirdi. 7 Ağustos 1984’te Hessen eyaletinde ilk tutuklandığımda Darmstadt Cezaevi'ne götürülmüştüm. Sonra Wuppertal, Düsseldorf, Frankfurt, Kassel ve Schwalmstadt’taki cezaevlerinde kaldım" diye belirtiyor.  

Çizimlerim ile yaşıyordum

Cezaevindeki zamanını okuyarak ve resim çizerek geçiren Aktaş, "Çok sayıda tablo çizdim ve bazılarını dışarı yolladım. Ama çizimlerim ile yaşıyordum. Genelde Hareketi, Kurdistan'ı, şehitleri ve Önderliği çizerdim. Her bir süreci ayrı bir kategoride ve dönemin ruhuna özgü çizimler yapmaya çalıştım. Daha sonra dışarı çıktığımda bazı resimlerimi duvarlarda asılı olarak buldum. Bazılarının da gönderdiğim ilk gün gibi rulo halinde hiç açılmadığını gördüm. Onları tekrardan toplayarak düzelttim, bir arşiv haline getirdim. Aslında cezaevinde yaptığım bu çizimlerle kendimi bir gerilla alanına, bir şahadet anına, bir köy alanına götürüyordum. Bu arada 1997 süreciyle beraber çıkıncaya kadar haftada bir Özgür Politika’ya yazmışlığım var. Sonra 3 ayrı kitap yazdım" diyor.

Savcı 3 kitap taslağını imha etti

Aktaş, cezaevi bilirkişi raporlarının iyi yönde yaptığı değerlendirmeler sonucunda Kasım 1999 yılında Düsseldorf Mahkemesi tarafından şartlı olarak tahliye edilir. Tahliyesinin ardından yaşadıklarını anlatan Aktaş, "2000’li yılların sonuna kadar Almanya’da izinle dolaşabiliyordum. Sonra Mannheim’de bir seminer verdim. O sıralarda seminer yerine polis baskını oldu ve kitap çalışmalarına el konuldu. Savcı o çalışmalarımı imha etti. Maalesef o çalışmalarım öylece gitti. Biri kadın sorunu üzerine, biri PKK’nin yeni paradigması üzerineydi, diğeri de tarihten günümüze sanatla ilgiliydi. Bu süreç 2001’lerde Mannheim’deki dernekte oldu. 

Bulunduğun kenti terk edemezsin!

Sonra beni Karlsruhe'deki mahkemeye çıkarttılar. Böylece yeniden bir dava daha açıldı. Hakim bana, 'Sana bilerek 4 yıl tecil süreci veriyorum ve 6 ay ceza veriyorum, çünkü 7 ay verirsem sen müebbet cezanın bir bütününü yatarsın. Ama özel olarak bunu veriyorum ki, bu sana karşı sürekli bir tehdit olarak kalsın diye' dedi. Savcı bu cezayla böylece bir şeyler yapmayayım diye beni oturduğum yere bağladı ve Almanya’yı gezmemi de yasakladı" diye anlatıyor.

21 yıldır her hafta imza veriyorum

Sadece polis izni ile hareket edebildiğini söyleyen Aktaş, sözlerine söyle devam ediyor: "2001’den bu yana haftada bir kere imza atıyorum. Üç yıl önce Almanya’da dolaşma izni verdiler fakat bir yerde kalırsam adres bildirmek şartıyla bu mümkündür. Ayrıca yıllardır çalışmama müsaade edilmiyor. Oturumum yok. Hep, 'seni yurt dışı yapacağız' diyorlar ve bu tehditle şu an yaşıyorum. Fakat 1983’te Fransa’da oturumum vardı ve beni oraya verin diyorum, yapmadılar. Dolayısıyla oradaki haklarım da bir nevi öldü. Ben 2001’de Karlsruhe'deki mahkemede ifade verirken bana yeniden bir iltica hakkım doğmuştu ve o zaman ilticaya tekrardan başvurmuştum. İlk yıllarımda bir Türk pasaportuyla Almanya’ya geldiğim için onlar da Türkiye’den geldiğimi düşünerek beni hep Türkiye’ye vermek istediler."

Kızımın oturumu yok

Cezaevinden çıktıktan sonra 2006’da evlendiğini ve çocuğu olduğunu söyleyen Aktaş, "Şu an 14 yaşında Rojna adında bir kızım var. Fakat onun da benden dolayı oturumu yok. Bu durum da siyasidir. Çünkü kızıma oturum verdiklerinde doğal olarak burada kalmamı sağlar diye verilmiyor. Kızıma oturum vermeleri için bana diyorlar geldiğin ülkeye gideceksin ve kendini oradaki nüfusa kaydedeceksin ve oradan alacağın pasaportla buraya geleceksin ve biz senin kimliğini tespit edeceğiz, ancak öyle kızına oturum veririz diyorlar. Bunu yapmam durumunda geçen hafta içerisinde bana gönderilen bir mektupta para cezası verilecek diyor. Şu an kızımın kimliği 3 ayda bir yenileniyor. Yani normal mülteci kimliği kapsamında devam ediyor" diyor. 

* * * 

Mücadele sınırları aştı

Cezaevinde geçen yılların kendisi için hiç kolay olmadığını söyleyen Ali Aktaş, şöyle devam ediyor: "Bir Kürt olarak benim önümü tutma, bastırma, özgürlük mücadelesinin, siyasetin dışına itme, teslim alma ve iradesiz kılma çabası olarak geçti. Belki en verimli olabileceğim bir süreci benden çaldılar. Zaten amaçları da buydu. Ama bu süreç bende bir kırılma yaratmadı, tam tersi daha da bağlanmayı bir ihtiyaç olarak gördüm. Çünkü beni diri tutan bir mücadele vardı dışarıda. Biz cezaevlerinde de yaşamı yaratacak bir hareketin geleneğinden geliyoruz. Bunu onlar da gördüler. Düsseldorf Mahkemesi'nin daha başlamadan bir hafta öncesinde kitlesel eylemler oldu. Yine o mahkemelere onbinlerce insan geliyordu. O mahkeme süreci boyunca Almanya’nın bütün kentlerinden insanlar birbirleriyle yarışır gibi otobüslerle mahkeme önlerine geliyordu. Artık Avrupa'da, dünyada bir PKK rüzgarı esiyor. Bütün çevreler Öcalan ne diyor, ne yazıyor ona bakarak kendi yaşamını belirliyor. Bu mücadele bizi o eski ulusal sınırlara hapseden boyutu aştı."

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.