4 bin 700 yıl sonra Gılgamesh’i yeniden keşif

Dosya Haberleri —

Gılgamesh

Gılgamesh

  • Yaklaşık 4 bin 700 yıl önce yazılan ve bir Sümer Destanı olan Gılgamesh Destanı’nın içeriği ile günümüz sorunlarına uyarlanmasını oyunun yazarı Mesut Alp ile konuştuk. Alp: "Gılgamesh’i salt bize öğretilen bir karakter olarak değil, keşfedilmesi gereken bir karakter olarak gördüğüm için de oyunu yazmam istenmiş olabilir."
  • "Binlerce yıl boyunca biz sürekli erkeğin yazdığı tarih üzerinden bir doğa, dünya ve toplum anlayışına sahip olduk. Erkeğin gözüyle anlatılmış bir dünyayı dinledik. Bir kadının gözüyle anlatılmış bir dünyaya hakim değiliz. Erkeğin yarattığı tarih, dünya ve tabiat algısını değiştirmek istedik."
  • "Enkidu sıtmaya yakalanıp ölür. Burada Gılgamesh yeni bir sayfa, yeni bir ufuk açıyor bize. Enkidu öldükten sonra Gılgamesh ölmek istemiyor. Ölümün insanlık tarihi boyunca bizler için bir problematik olduğunu biliyoruz. İlk tarihten beri insan ölmek istemiyor, ölüme direniyor."

BARIŞ BALSEÇER

Senaristliğini arkeolog Mesut Alp ve Mesut Arslan'ın yönetmenliğini Mesut Arslan’ın yaptığı Gılgamesh oyunu Mart ayında Bruksel KVS Flaman Kraliyet Tiyatrosu’nda sahnelendi. Yaklaşık 4 bin 700 yıl önce yazılan bir Sümer Destanı olan Gılgamesh Destanı’nın iktidar, din, insanın doğadan kopuşu, doğa üzerinde hakimiyet kurması, resmi tarihin yazılımı, erk, iktidar, kadın sorunu gibi günümüzün can yakıcı sorunlarının tümünün başlangıcı olduğunu ifade eden oyunun yazarı Mesut Alp ile Gılgamesh Destanı’nın içeriğini ve günümüz sorunlarına uyarlanması konuştuk. 

Neden Gılgamesh ve de Gılgamesh’i tekrardan yazma ihtiyacı nereden doğdu?

Aslında bu, temelde insanlığın geçmişiyle ilgili olan problemin yani bizim uzlaşamadığımız, anlayamadığımız ama deneyimler sonucu bugünü ve yarını var eden geçmişimizle olan sorunsalımızın sonucudur. Biz daha tam çözmeden, anlayamadan sürekli yeni bir oluşumun içerisine giriyoruz. Ben çoğunlukla bunu gerek Kürdistan gerekse Anadolu’daki Nasrettin Hoca’ya benzetiyorum. Kürdistan’da Xoceye Meşxur lakabıyla bilinir ki onun “eşeğe ters binme” metaforu vardır. Bu metaforu insanın zaman ve mekânla olan ilişkisine benzetiyorum. Yani yol aşılması gereken bir zaman dilimi; eşeği yapıp ettiklerimiz olarak zaman; biz ise Xoceye Meşhur yani Nasreddin Hoca’yız. İleri doğru gittikçe, arkamıza bakarak bir ilerleme deneyimi yaşıyoruz. Anı ıskalıyoruz, geleceğe bakmıyoruz. Sürekli geçmiş üzerinden bir yaşam inşa etmeye çalışıyoruz. Bir yerde bunun durması, kırılması ve anlamlandırılması gerekiyor. Yani biz geçmişi çeşitli bazı ideolojiler alanında mı, yoksa ideolojiler dışında bir alanda mı ele alacağız bilmiyorum ama geçmişle sorunumuzu çözmemiz gerekiyor. 

Size göre insanının geçmişle olan problemi neden oluştu?

Bunu tarih yazıcılığına bağlıyorum. Tarihi yazan sürekli olarak sömüren, iktidar sahibi ve savaşı kazanandır. Dolayısıyla ezilenin, sömürülenin tarihi ıskalanıyor. Dünyadaki iktidar sahipleri kendilerini tarihle ifade ederken, dışında kalanlar ise kendisini ifade edemiyor. İki kutuplu bir yaşamdan tek kutuplu bir tarih yazıcılığı sorunsalından “Mutlu veya sağlıklı bir toplum ortaya çıkar mı?” sorusu ortaya çıkıyor. Gılgamesh’i yazmayı kabul etmem biraz da “Egemenin tarih yazıcılığına” bağlı. Egemen tarih yazıcılığını savaş ve zafer üzerinden ele alıyor. Bu savaş ve zaferi elde eden de “erkek.” O zaman sorunumuz hem egemen hem de egemen erkek zihniyetiyledir. 

Bundan dolayı günümüzden yaklaşık 4 bin 700 yıl önce yazılmış olan bir destanın tekrardan yorumlanması, bugüne yansımalarının doğru şekilde anlatılması ve anlaşılması gerekiyordu. Yaklaşık iki yıl önce tiyatro yönetmeni Mesut Aslan bu fikirle bana geldi. Bir oyun yazmak istediğini ve benden bir manifesto yazmamı istedi. Bana, benim Gılgamesh’imin kim olduğunu sordu. Bu soru üzerine ben de manifestomu yazdım. Oyunu yazmaya karar verdik. Aslında danışman olarak sürece dahil olup senaryo yazarı olarak devam ettim. Mesut ile senaryoyu yazdık. Arkeoloji disiplininden geliyor olmam yönetmen tarafından bir tercih meselesiydi. Öte taraftan Gılgamesh’i salt bize öğretilen bir karakter olarak değil, keşfedilmesi gereken bir karakter olarak gördüğüm için de oyunu yazmam istenmiş olabilir diye düşünüyorum.

Mesut Alp

Peki siz Gılgamesh’i nasıl ele aldınız? Sizin için Gılgamesh kimdir veya sizin Gılgamesh’iniz kim? 

Açıkçası bu sorunun cevabını, mitolojiye bakış açımı anlatarak cevaplamam gerekiyor. Bana göre mitoloji boşluklardan müteşekkil metinler zinciridir. Çünkü çok masif, dolu şekilde öyküler, masallar anlatılırsa, o öyküler, masallar ortaya çıktığı dönemin şartlarıyla var olur ve yok olur. Çünkü hiçbir dönem ve kültür -sonrasındaki dönemler ve hem deminde başka kültürler için- bu masif, dolgun metinlerin arasında kendilerini ifade etme alanları yaratamazlar. Bu ifade alanlarının var olması için boşlukların olması gerekiyor. Bunu iki tarafın diyaloğu olarak da görebiliriz. Birbirinin burnunun dibine girmiş iki insanın, birbirine iki söz söylemesi mümkün değildir. Sözün söylenmesi için tarafların birer adım geriye gitmesi gerekir. Savaşlardaki barış anlaşmalarının temeli de böyle değil mi! Herkes amasız bir adım geri gider ki ortada bir müzakere alanı oluşsun. Mitolojiler de biraz o boşluğu yaratarak yazılan metinlerdir. Bunun en güzel örneklerinden birisi örneğin Newroz mitosudur. Her ne kadar tarihsel bir gerçeklik olarak ele alsak da, biraz daha farklı boyutunun olduğunu söylemem gerekiyor. Newroz mitosunun bazı varyasyonlarında Demirci Kawa’nın 7 çocuğunun olduğu söylenir. Ve yedincisinde Dehaq’a karşı geldiği söylenilir. Ama ilk altı çocuğunun neden Dehaq’a teslim edildiğini sorgulamaz. Mitolojide Dehaq’ın yerel bir diktatör veya sömürgeci bir dış katil veya diktatör olduğu yine söylenmez. Çünkü Dehaq’ın her dönemde kişiliği, karakteri ve kökeni farklı olacaktır. 

Bugün özgürlük ve bağımsızlık savaşı veren Kürtler için Dehaq, sömürgecidir. Ama yarın kurulacak bir Kürdistan’da Dehaq bir diktatör olarak da karşımıza çıkabilir. Şu anda Anadolu veya Türkiye halklarının yüzleştiği şey biraz buna benziyor. Bundan dolayı mitoloji boşluk bırakır ki, her dönem kendisine göre o karakteri uyarlayabilsin. Bu anlamda hangi mitos olursa olsun, bu boşlukları bırakarak yazılır ve hafızalarımıza aktarılır. Gılgamesh’in yaklaşık 4 bin 700 yıl önce yazılıp bugün yaşıyor olmasının temel sebebi de budur. 

Destanın iki ana karakteri olan Gılgamesh ve Enkidu birer erkek. Yazdığın ve sahnelenen oyunda bu iki karakterin kadına dönüştüğünü izledik. 

Tam da anlatmak istediğim şeye geliyoruz. Binlerce yıl boyunca biz sürekli erkeğin yazdığı tarih üzerinden bir doğa, dünya ve toplum anlayışına sahip olduk. Erkeğin gözüyle anlatılmış bir dünyayı dinledik. Bir kadının gözüyle anlatılmış bir dünyaya hakim değiliz. Şu örneği vereyim. Sömürgeci Britanya İmparatorluğu Avusturalya’ya gittiğinde donanma komutanı James Cook çölün haritasını çizer.  Büyük kumulu sıcak bir çöl olarak tarif eder ve harita olarak bembeyaz bir kağıt koyar önüne. Oysa aynı bölge Avustralya yerlileri Aborjinler tarafından da haritalanmıştır. Aborjinler haritalarına aynı bölgede yaşayan hayvan topluluklarının, bitki çeşitliliğinin, yağış rejimlerinin, su kaynaklarının, yeryüzü şekillerinin hepsini çok farklı ve inanılmaz güzel renklerle işlemişlerdir. Demem o ki erkeğin yarattığı bakış açısı, bugünkü toplumu var etmeye başladı. Bundan dolayı biz tüm canlıları, şeyleri insanın tüketmesi gereken mubah canlılar olarak görmeye başladık.  

Oyunu yazarken buna karşı çıkmak ve eleştirmek istedim. Oyunun yazımına başladığımız ilk andan itibaren karakterlerden birisinin mutlaka kadın olması gerektiğini düşüyorduk. Eleştirirken de Gılgamesh ve Enkidu’yu kadın oyunculara oynatmak fikri, oyunun yönetmeni Mesut Arslan’dan geldi. Kadın artık kendi sesiyle, bedeniyle erkeği eleştiren bir tavırla Gılgamesh’i anlatmaya başladı. Kadın bunları anlatınca, biz rahatsız olmaya başladık. Erkeğin anlatımı doğru gelmemeye başladı. Bu ilk eleştirilerimizden birisidir. Kadınları ana karakter olarak ele almamızdaki temel amaç buydu. Yani erkeğin yarattığı tarih, dünya ve tabiat algısını değiştirmek istedik. 

İkinci eleştirimizde ise kadının zamanla olan ilişkisini biraz ortaya koymak istedik. Avcı toplayıcılık dönemi ava giden bir erkek topluluğunun zaman algısıyla; köyde kalıp bitkileri evcilleştiren, çanak-çömlek yapan, sepet ören, bitkileri hasat eden, bitkilerden aromalar elde eden kadının ve kadın topluluğunun zaman algısını ortaya koymak istedik. 

Gılgamesh Oyunu

Sahne tasarımdan kostüme günümüzün en önemli problemi olan ekolojik yıkıma vurgu vardı. Gılgamesh Destanı’nda insanın doğadan kopuşu nasıl ele alınıyor?

Oyunun manifestosunda da belirttiğim gibi Gılgamesh Destanı’nda insan-doğa ilişkisinin çok farklı ele alındığını düşünüyorum. Gılgamesh sürekli, kent duvarlarından söz eder. Bu kent duvarlarına kurban ettiği başka bir dış dünyadan bahseder. Çünkü Kent Devrimi’ne kadar gerek köyler gerek diğer yerleşkelerin doğadan keskin çizgilerle ayrılması söz konusu değildir. Daha organik bir yapıya sahip, daha yatay bir mimari söz konusudur. Yerleşke-doğa ormanla, nehirle ve dağla daha iç içeydi. Bunun en güzel örneklerini Kürdistan coğrafyasındaki köylerde görebiliriz. Yani kent sınırı ile köy sınırının çok bariz şekilde farklı olduğunu görüyoruz. Kent daha keskin, acımasız, beton ve soğuktur. Köy ise daha doğaya uygundur, dağın eteğine yerleşir. Evin yarısı kayanın parçası olabilir, toprağın altına girebilir. Gılgamesh Destanı’nın yazıldığı dönem Kent Devrimi’nin de gerçekleştiği dönemdir. İnsanın devasa topluluklar şeklinde aynı sınırlar içerisinde yaşadığı bir döneme denk gelir. Örneğin Uruk nüfusunun o dönem, 50-60 bin olduğu söylenir. Gılgamesh o alanın yarattığı bir karakterdir. Aç gözlü, megaloman, yetinmeyen... Duvarların içerisine hükmetmekle de yetinmeyip kendi varlığını her gün birileri veya bir yerlere ispat etme kaygısı, korkusuyla yaşayan birisi. Bu kaygı ve korkuları halka, “kendisinin üçte iki tanrı, üçte bir insan olduğunu söyleyerek” yayıyor. Bu söylem kendisinden sonraki tüm kraliyet soy ağaçlarının veya kraliyet kanının kutsal sayılmasının da arketipi olacaktır. 

 Diğer taraftan Enkidu karakteri de var...Enkidu Kent Devrimi sonrası nasıl bir değişim veya dönüşümü tarif ediyor?

Tanrıların yarattığı, birilerinden doğmamış, göbek deliği olmayan ve Fırat Nehri’ndeki sazlıklara atılmış bir karakter Enkidu. Ceylanlarla su içen, aslanlarla avlanan, yaban eşekleriyle otlayan, balıklarla yüzen, avcıların kurduğu tuzakları kıran, bozan doğayla bütünleşik biri aynı zamanda. Belki de bir yerde -bilinçli ya da bilinçsiz- metaforik olarak Gılgamesh Destanı bize Homo Sapiens ile Neandertal’in karşılaşmasını da söylüyor olabilir. Neandertal’in de kendisine göre handikapları var ama doğaya daha uygun. Biz yani insan türü bazı araştırmalara göre yaklaşık 2 milyon yıldır “yok edici” olarak dünyada yaşıyoruz. İnsan bu dünyanın üretim aracı değil. Bu dünyayı güçlü bir şekilde domine ediyoruz. Ama Neandertal ile Homo-Sapiens’i karşılaştırdığımızda, Neandertal biraz daha doğa bütünleşik yaşıyor gibi görünüyor. Neticede destanda Gılgamesh, Enkidu’ya rahibe gönderir. Rahibeyle 6 gece 7 gündüzlük birliktelik sonrasında doğa ve hayvanla konuşan Enkidu, doğadan ve hayvandan uzaklaşıp “insana” dönüşür. İnsana dönüşümündeki en büyük adım ise çobanlarla içtiği bira ve yediği ekmekle gerçekleşir. Yani doğada saf halde bulunmayan, maya özlü iki tane gıdayla tamamen insanlaşıyor. Bu bize aynı zamanda “anı ıskalama” metaforunu da anlatıyor olabilir. Çünkü biz sürekli hayatı mayalayarak, anı dondurarak, “yarın döner bakarım veya yarın tüketirim” mantığıyla yaşamaya başladık. Doğadaki hiçbir canlının “difrizi” yoktur. Hiç bir canlı o an yemeyeceği bir canlıyı öldürüp, bir kenara saklamaz. En fazla bir veya iki gün bekletir. Bitkileri çürütüp farklı bir formasyonla “geleceğe aktarma kaygısı” onu insanlaştıran şeydir. Enkidu bu bencillikle karşılaştığında aslında “insan” oluyor. Yani Neandertal’i orda kaybediyoruz. Doğa kent insanına, kent tipolojisine yenik düşüyor. Bence Gılgamesh Destanı’nda bir Neandertal ve bir Homo Sapiens vardı. 

Homo Sapiens’in bu yok ediciliğinin, barbar oluşunun temelinde ne yatıyor peki?

Bence Homo Sapiens’in bu kadar barbar olmasının özünde, öleceğini bilmesi geliyor. Yani Neandertal de öleceğini biliyor ama bunun için geliştirdiği derinlikli bir felsefesi yok. Ama Gılgamesh Destanı’ndaki Homo Sapiens öldüğünü bildiğini için, buna farklı cevaplar arıyor. Bu farklı cevaplar arayışı karşımıza iktidar, din ve daha bir çok anlam veremediğimiz karmaşık toplumsal yapının inşası olarak çıkıyor. 

Gılgamesh Oyunu

Gılgamesh-Enkidu ilişkisinde insanın hangi yönüne vurgu yapılmıştır? Din ve inanç vurgusu ve iktidar-din ilişkisi nasıl ele alınıyor?

Oyunda Gılgamesh’i bu yönüyle şöyle ele aldık. Gılgamesh gördüğü rüyalarla geleceğini bildiği Enkidu’ya hazırdır. Onu kendi kontrolüne almak istiyor aslında. Burada Gılgamesh’in doğayı tamamen kendi kontrolüne almak istediğini görüyoruz. Tanrılarla bir iletişim kanalı açıyor. Bu da iktidarın dini kullanım biçimine iyi bir örnektir. Çünkü inanç, her insanın bireysel olarak gerçekleştirip sahip olabileceği bir şeydir. Yani herhangi bir şeye inanabilir insan. Ama inancı din gibi bir kuruma dönüştürmek, bireylerin değil iktidarların temel hedefidir. 

Gılgamesh Destanı’nda iktidar-din ilişkisi belirgindir. Gılgamesh tanrılarla konuşuyor, yarı-tanrı oluyor. Tanrıların göndermiş olduğu Enkidu’yu yani tanrı Enki’nin oğlunu, çatıştıktan sonra en yakın arkadaşı haline getiriyor. Sonrasında ise Enkidu’yla birlikte doğayı öldürüyor. Doğayı öldürme metaforu bence Humbaba’nın katledilmesinden geçiyor. Bunun üzerine İştar gelip onunla evlenmek istediğinde dünya tarihinde bir ilke daha imza atılıyor. Gılgamesh, İştar’ı reddediyor. Burada da Gılgamesh “Tanrılara karşı çıkan kral veya insan tipolojisiyle” karşımıza çıkıyor. Bu insanlara “Tanrılar karşı çıkılabilir varlıklardır” motivasyonu sağlıyor. 

Nitekim tanrılar Enkidu’yu da bir sivrisinekle öldürüyorlar. Enkidu sıtmaya yakalanıp ölür. Burada Gılgamesh yeni bir sayfa, yeni bir ufuk açıyor bize. Enkidu öldükten sonra Gılgamesh ölmek istemiyor. Ölümün insanlığın ilk tarihinden beri bizler için bir problematik olduğunu biliyoruz. İlk tarihten beri insan ölmek istemiyor, ölüme direniyor.

Gılgamesh halka ve de kendisinden sonrakilere ölmeyi kabul etmemeyi de anlatıyor. Ve biz dünya tarihinde ilk kez Tevrat, İncil ve Kuran’da anlatılan Nuh Tufanı’ndan yüzlerce yıl önce yazılmış olan Gılgamesh Destanı’nda, Utnapiştim’i (Tufan Destanı) okuyoruz. Dilmun adasında yaşayan günümüzün Nuh’u o dönemin Utnapiştim’i, ölümsüzdür. Gılgamesh gider bundan ölümsüzlüğü talep eder. Ama Gılgamesh’e ölümsüzlük verilmez. Gençlik otuyla geri döner. Bu gençlik otunu da yolda bir yılan yer. Yani Gılgamesh eli boş şekilde döner. Gılgamesh hikayesi “ölümsüzlüğü arayan bir kral” hikayesi değildir. Halka “ölmeyi” öğreten bir kral hikayesidir. Çünkü bir halka ölme fikri verilmişse, ölümden sonraki yaşam fikri de verilmiştir. Dolayısıyla “ölmek” fikri ancak böyle kabul görmüştür. Burada yine altınız çizerek söyleyeyim, inanç ve din farklı iki şeydir. 

Oyunda can yakan günümüz sorunlarını binlerce yıl önceki bir destan üzerinden betimlemeniz son derece etkileyiciydi. Dekor, sahne içerisinde kullanılan materyaller, içerisinde iki insanın olduğu kapalı cam Epik anlatım...Okuyucu için bu sahne tasarımlarında neler anlattığını kısaca özetlemeniz mümkün mü?

Bu kaygılarla yarattığımız 21. yüzyıl Gılgamesh’i bizim için tarihte önemli bir ayak izini temsil ediyor. Çünkü biz mitolojideki boşlukları bugün böyle yorumladık. Çevreyi kirlettiğimizi söyledik ve yönetmen Mesut Arslan hemen hemen her sahnede plastik ve lateks kullandı. Sosyal medyanın hayatımızı domino edişini, oyun içerisine koyduğu iki kutu ve bu kutulara koyduğu iki insanla anlattı. Kutuya konulan gönüllü iki kişi çeşitli sosyal medya platformlarında odalar açarak o an izlediği oyunu kendi dilleriyle (Kürtçe, Türkçe, Flemence, Fransızca, Mandarince vb.) yorumlarıyla anlattılar. Burada bir zaman kırılımı yaşamak istedik. O an da Brüksel KVS Flaman Kraliyet Tiyatrosu’nda saat 20.00’de oynanan oyunu sohbet odalarından bazıları sabah, bazıları öğlen, bazılarıysa gecenin bir vakti dinlemiş oldu. Böylelikle zamanda bir kırılım yaratmaya çalıştık. Bunu anlatan kişi her şeyi çok net görüp duymadığı için, mitolojilerin zaman içerisinde maruz kaldığı ekleme ve çıkarmaları hızlandırılmış bir şekilde aktarmaya çalıştık. Oyun zaten Arapça ve Flemence başlıyor. Çünkü Gılgamesh yaşadığı dönemde kaleme alınmış bir kral değildir. Ölümünden yaklaşık olarak 350-400 yıl sonra kaleme alınmıştır. Bu da aslında o dönemin iktidarlarının ihtiyaç duyduğu bir proje ya da bir prototip olabileceğini de bize söylüyor. Bir Akad aktarımıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.