43 yıllık mücadele: Bana bir gün gibi geliyor 

Dosya Haberleri —

.

.

  • 1949 yılında Kayseri'de dünyaya gelen Muharrem Aral, 43 yıldan beri sürdürdüğü devrim ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi hayatını gazetemize anlattı.
  • “Bir an olsun yoruldum ya da yeter gibi bir his gelişmedi. Hizmet etmek benim için büyük bir onurdur. Tarihten silinmeye çalışılan bir halkın özgür yaşamı elde etmesine giden bütün yolları zorlamak gerekir.”

“Bu şekilde yüzlerce insan katıldı. Örneğin, Binevş Agal, Zeki Şengali, Engin Sincer, Kasım Engin gibi çok değerli arkadaşlar, kültür bünyesinde çalışmalara katıldılar. Kürdistan’a ve mücadeleye çok yoğun bir ilgi vardı.”

DENİZ BABİR

Kayseri’de 1949 yılında doğan Muharrem Aral, ilk ve ortaokulu burada okur. Liseyi bitirdikten sonra 1972’de Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin tiyatro bölümünden mezun olur. Üniversite sonrası sanatsal faaliyetlere başlayan Aral, Kayseri’ye dönerek Anadolu Sanat Tiyatrosu adı altında bir grup oluşturur ve eğitici bir çocuk tiyatrosu ile işe başlar. Daha sonra ise yetişkinlere yönelik oyunlar hazırlar. Nikolay Gogol’ın “Bir Delinin Hatıra Defteri”nin ülke koşullarına uyarlayarak tek başına oynar. Bu oyunu 200’den çok defa sergiler, ancak her gittikleri yerde gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kalır. 1973 yılında Ankara Şereflikoçhisar’da bir hafta gözaltına alınır. O dönemden kalma işkence izleri hâlâ vücudunda mevcut olan Aral, daha sonra Dersim, Antep ve Hatay gibi birçok şehirde oyununu sergilemeye devam eder. Şereflikoçhisar’da devam eden davasından dolayı 2 yıl 4 ay hapis cezası alır. Sanatsal çalışmaların zorlaşmasıyla birlikte, Ağustos 1976 yılında Avrupa’ya geçmek zorunda kalır. 

Şehit Mizgin ve Sefkan ile tanışır 
Avrupa’ya ilk gittiği zamanlar örgütü bilmeyen Aral, ülkeye gidip gelenlerin olmasıyla birlikte Apocuların varlığından haberdar olur. Daha sonra 1978’de Hilvan, Siverek direnişlerinin basına yansımasıyla birlikte bu süreci takip eder. 1978’de bir grup arkadaş aracılığıyla hareket ile tanışır. Bu süreçte Manifesto Kitabı üzerinden hem eğitim alıp hem de eğitim veren Aral, zamanla Almanya’nın Köln kentine geçer ve sanat çalışmalarına burada devam eder. 
İlk kültür çalışmalarına birkaç kişi ile başlayan Aral, 1979-1980 arası geceler düzenlemeye başlar. Şehit Sefkan’ın 1982 yılında çalışmalara katılmasıyla birlikte onunla tanışan Aral, aynı dönemde Şehit Mizgin ile de çalışmalarda bulunur. Bir süre Şehit Sefkan ile çalışma yürütür. 

Konsolosluk eyleminde yaralandı
1981’de Amed Cezaevi'ndeki işkence ve Kürt halkı üzerindeki tutuklama ve baskılara karşı Berlin Türk Konsolosluğu'nda protesto eyleminde kafasına vurulan dipçikle yaralanır. Hastaneye kaldırılan Aral, daha sonra verilen hapis cezalarına karşılık para ödemek durumunda kalır.
O süreçte Türkiye cezaevlerinde açlık grevleri vardır. Türk devletinin baskısını protesto etmek için 80 kişi ile birlikte Berlin’de tanınmış bir kilisede işgal eylemi yaparlar. Bu eylem nedeniyle kendisine verilen 3 ay hapis cezası tekrar para cezasına dönüştürülür. 

‘Çok inançlı ve yetenekliydiler’
Şehit Mizgin ile 1987 yılına kadar birlikte çalışma yürüten Aral, “Ülkeden gelen arkadaşlarda, özellikle Sefkan ve Mizgin hevalde mücadele ruhunu görüyorduk. Çok inançlı, çok bağlı ve yetenekliydiler. Örneğin Sefkan hevalin çok yönlü özellikleri vardı. Hem resim hem de müzik yapıyordu. Ayrıca kitleye hitap etme gücü çok gelişkindi” diye anlatıyor. 

Yaşamı birlikte örgütlediler 
O süreçte ortak yaşamı birlikte örgütlediklerinden söz eden Aral, komün yaşamına ilişkin şunları söylüyor: “Bütün sorunlarımızı o birliktelik çerçevesinde çözebiliyorduk. Daha sonra şubeler açmaya başladık. Komün yaşamın çok yönlü bir yararı vardı. Arkadaşlar arası ilişki ve yoldaşına değer verme kültürü vardı. Biri bir gün gelmediğinde boşluğu ve eksikliği hemen belli oluyordu. O dönem Hunerkom’u böyle ayakta tutmaya ve geliştirmeye çok çaba sarfettik. 
Sahnelere çıktığımızda tiyatronun kitle üzerinde nasıl bir etki yaptığını görüyorduk. Kitle, kendi savaş gerçekliğini ve tarihsel acıların getirdiği o gerçeği daha yakından görmeye başlıyordu. Müzik için de bu böyleydi. Kürt kültürü ve melodilerini onlara ulaştırma ve onlarda yarattığı duygu çok önemliydi. Böylece kitlemiz kültürünü yaşıyor ve geçmişini anımsıyordu. 
O dönem derneklerde bu çalışmaları yaparken kitleyi de çalışmaya dahil ederek sanatçı yetiştiriyor, eğitiyorduk. Çok yoğun çalışıyorduk. Üst üste yaptığımız gecelerde uyumuyorduk. O geceden o geceye hep koşuşturuyorduk. Çünkü inanç, bağlılık vardı. Bir amaç uğruna yaptığımızın bilincindeydik. Bu bize yetiyordu.” 

'Sanat çalışmalarından etkilendiler'
Çok fazla derneğin olmaması nedeniyle ihtiyaç doğrultusunda Köln, Hamburg, Münih ve Berlin gibi önemli yerlerde kurumlar açarlar. O süreçte birçok kişinin çalışmalardan etkilendiğini ve çalışmalara katıldığını ifade eden Aral, “Bu şekilde yüzlerce insan katıldı. Örneğin, Binevş Agal, Zeki Şengali, Engin Sincer, Kasım Engin gibi çok değerli arkadaşlar, kültür bünyesinde çalışmalara katıldılar. Kürdistan’a ve mücadeleye yoğun bir ilgi katılım vardı. Buradaki sanatsal çalışmaların özü onlara bir ruh kazandırma, ülke gerçekliği ile bütünleştirmeye çalışmaktı. Sanatsal çalışmaların da özü oydu” diye belirtiyor. 

‘Bütün yükü o aileler sırtlardı’
Almanya dışında da şubelerinin olduğunu sözlerine ekleyen Aral, “Serxwebûn ilk çıktığında yurtseverlerimiz okuyor ve gelip bize gelişmeleri aktarıyordu. Bu kadar yoğun bir ilgi ve Kürdistan davasına bağlılık vardı. Bu ruh, kolektif ortak komün yaşamı örgütlemeden geliyordu. Sanatın toplum üzerindeki etkisinden tutalım, Kürdistan davasına kattığı kazanımlara kadar öyleydi. İlk Avrupa örgütlememizde az sayıda, sınırlı aile vardı. Bütün yükümüzü hep onlar sırtlardı. Bu da büyük bir fedakârlıktı” diye ifade ediyor. 

Kürtçe’den uzaklaşıldı 
40 yıl önceki nesillerin Kürtçe etrafında toplandığını, ana dillerini bildiğini söyleyen Aral, şimdiki neslin Almanca dışında neredeyse dil bilmediği konusunda eleştiride bulunuyor. Yeni neslin neredeyse kültüründen yoksun yaşadığını belirten Aral, “Bu anlamda bu gençlerin ülke ve değerleriyle bir an önce buluşması noktasında hepimize büyük görevler düşüyor” diyor. 

'Buradaki yaşamı tiyatrolaştır'
“Kürt hareketinin önünü alma ve geriletme temelinde Avrupa’nın temel bir yaklaşımı da bu yıllar içinde gelişti” diyen Aral,  konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Bu yıllarda Düsseldorf Davası süreci vardı. Aynı zamanda bu davada yargılanan Kürdistan Komitesi üyesi Hüseyin Çelebi arkadaş da yargılanan 20 arkadaş arasındaydı. Abbas heval ve Fuat heval bu davada uzun dönem tutuklu kaldılar. O zaman iki duruşmaya katıldım. İlk duruşmaya gittiğimde Fuat hevalin bana seslenişini hiç unutmuyorum. ‘Heval, buradaki yaşamımızı tiyatrolaştır’ dedi. Kafesler içerisinde arkadaşlarımızı yargılamaya çalışıyorlardı. Almanya devletinin buradaki amacı, ‘Biz PKK’ye bir şey demiyoruz, fakat Önderliği reddedin’ biçimindeydi. Burada da anlaşılıyordu ki, Alman devleti örgütü beyninden vurmak istiyordu. Fakat arkadaşların tutumu ve direnişi sonucunda orada mahkûm olan partimiz değil, Alman devletinin kendisi oldu. 
Bu uzun bir süreç ve bir başına önemli bir araştırma konusudur. Burada anlatmak istediğim temel husus şudur; hareket olarak giderek büyüyor ve dev bir kitleye dönüşüyoruz. Her gün yeni katılımlar ve gelişmeler Alman ve Türk devlet yetkililerini endişelendiriyordu. Saldırılarda bu konsept çerçevesinde geliştirilmek istendi. Günümüzde de devam ediyor.”

‘Bütün kurumlara yöneldiler’
Alman devletinin Düsseldorf süreci boşa çıkarılınca bu sefer 1993’de PKK’ye yasak getirerek ya da bu gerekçeyi öne sürerek bütün kurumlara yönelmeye başladığını dile getiren Aral, “Özelliklede Bavyera Eyaleti'nde bunu daha acımasızca yapmaya çalıştı. ‘Eğer Münih ve Stuttgart örgütlemesini tasfiye edersek Almanya’da PKK’yi bitiririz’ diyordu. Bu bölgedeki derneklerimiz sürekli basılıyordu ve çalışan arkadaşlara dönük çok feci bir baskı söz konusuydu. 
19 Mart 1994’de Augsburg’da binlerce insanın katılacağı Newroz gecesi vardı. Alman polisi yolları tuttu ve kapattılar. Otobanlarda çok yönelimler oldu. Kitleye çok şiddetli bir saldırı oldu ve çatışma ortamı yaratıldı. 200’ün üzerinde arkadaşımız yaralandı. Aynı zamanda polislerden de çok yaralananlar oldu. İlk yasağı ve engeli burada yapmak istediler. Karşılarında beklenmedik bir direniş sergilenince, bu keyfi yasakları kitlemizin kabul etmesinin mümkün olmadığını yakından gördüler. Bu yasak ve engelleri Augsburg’da başarmış olsalardı bunu bütün Almanya’da yaşan Kürtlere uygulayacaklardı” diye anlatıyor. 

‘Büyük bir direniş vardı’
Bu süreçte Ronahi ve Bêrivan’ın “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri kapsamında gösterdiği direnişten söz eden Aral, “Ronahi'yi çok yakından tanıyorum. Kendisi küçük yaştan beri İsviçre-Bassel Hünerkom kültür şubemizin bir çalışanıydı. Alman devletinin yasak kararına karşı inanılmaz düzeyde bir tepkisi vardı. Buna benzer bir direnişi Müslüm arkadaş da yaptı. Kürtler adeta yasağın üzerine yürüdü. Ronahi ve Bêrivan şehit oldular. Cenazelerine binler katıldı ve uğurladı. Korku yoktu, inanılmaz düzeyde bir öfke ve direniş vardı. Zaten o döneme baktığımızda, Kürdistan’daki savaş konsepti ve Almanya’nın PKK yasağı eş zamanlı gelişiyor” ifadelerini kullanıyor. 

Hewler Katliamı’na tanık oldu
11 yıla yakın ülkede kalan Aral, Hewlêr ve Süleymaniye başta olmak üzere Önderlik Sahası’nda kalır. Hewler Katliamı’na tanık olan Aral, bu katliamda 65 kişinin şahadete ulaştığını belirtiyor. Katledilenlerin birçoğunu tanıyan Aral, “16 Mayıs 1997’de katledilenlerin arasında çok yakından tanıdığım Salih, Hêlin ve Çiçek arkadaşlar da vardı. Bu sıralarda Hewlêr’den Sülaymaniye’ye geçmiştim. Bu süreçten önce Hozan Serhat ile beraber Önderlik Sahası'ndaydık. Sonra ben Hewlêr'e, Serhat heval da Süleymaniye’ye geçti. Daha sonra Serhat heval de Hewlêr’e kültür çalışmalarına geldi. 


'Sadece sanatçı değil savaşçı ruhu vardı'
O dönem Kêla Dize yakınlarında 19 Mart 1997'de bir Newroz kutlaması yapacaktık. Ben ve Serhat heval sahne hazırlığını yapıyorduk. Fakat o dönem KDP ile ilişkiler çok gergindi. KDP peşmergelerinin bize doğru gelişlerini gördük. Peşmergeler sonra silahlarını bize doğrulttular. Bu sırada Serhat heval belinde bir ondörtlü taşıyordu. Hemen silahı çıkardı ve mermiyi namluya verdi. KDP peşmergeleri ‘Newroz hazırlığı yapamazsınız’ dediler. O zaman KDP ile görüşmeler yapılıyordu. Eğer KDP yapın dese yapacağız ve bunun cevabını bekliyorduk. Heval Serhat sadece bir sanatçı değildi, aynı zamanda bir savaşçı ruhu vardı. Halkı için yeri geldiğinde sanatıyla konuşur, yeri geldiğinde de mevzide savaşırdı” diye ifade ediyor. 

Açlık grevine girerler
1991-1992 sürecinde Avusturya'da kitle faaliyetinde bulunan Aral, Mayıs ayında trenle Almanya'ya geçerken komplo sonucu Avusturya polisi tarafından göz altına alınıp tutuklanır. Daha sonra kitle çalışmalarında bulunan Hasan Göksungur da (Dozer) tutuklanır. Aral ve Göksungur açlık grevine girerler. 40 güne yaklaşan açlık grevini ölüm orucuna dönüştürürler. 40 günün ardından arkadaşları onlara müdahale eder ve açlık grevini bırakmak zorunda kalırlar. 

Tutuklanıp hücreye konur
Aral, “1994’de Almanya beni Avusturya’dan istemediği için Avusturya da ‘biz üç ülke araştıracağız. Hangisi kabul ederse seni oraya vereceğiz’ dediler. Bazı Afrika ülkelerini de araştırmışlar, fakat kimse kabul etmemiş. Bu süreçte arkadaşlarım ve avukatımın uluslararası kuruluşlar üzerinde oluşturduğu baskı sonucu Almanya beni kabul etti. 1994’de Almanya’ya geçtim. En son 2007’de ülkeden dönünce Almanya’da tekrar tutuklandım ve 2 yıl Berlin’de tek bir hücrede kaldım. 2009’da tahliye oldum” diyor. 

‘Bir an olsun yorulmadım’
43 yıldır Türk sömürgeciliğine karşı mücadele eden Aral, “Bir an olsun yoruldum ya da yeter gibi bir his gelişmedi. Hizmet etmek benim için büyük bir onurdur. Tarihten silinmeye çalışılan bir halkın özgür yaşamı elde etmesine giden bütün yolları zorlamak gerekir. Bunu her insan yapabilmelidir. Geçirdiğim 43 yıl bana bir gün gibi geliyor. Sürekli hareket halinde ve mücadeleyi dolu dolu yaşıyor olmak çok farklı bir duygudur. Fakat bu çalışmayı layıkıyla yerine getirebildik mi, bilemiyorum. Ona ancak halk karar verir. Şunu daha net ifade edebilirim. Bu mücadele her şeyden önce nasıl yaşayacağımızı öğretti. Sömürgeciliğe karşı direnmenin nasıl bir şey olduğu iradesini bizde açığa çıkardı. Her şeyden önce direnmeyi öğrendik. Bu bana göre çok çok kutsal bir mirastır. Bu hareket bana kişilik kazandırdı” diye anlatıyor. 


Hafızaya kazınan anılar

Önderliği tarif etmek ve anlatmak konusunda kelimeler anlamsız kalır. Sürekli çok yönlü düşünen ve kendini her yönüyle örgütlenme ve mücadeleye kilitleyen ender bir kişilik olarak hafızama kazınmıştır.

1985’de Önderliğin Şam’da kaldığı evde kalmıştım. Perdeyi açıp gece geç saatlere kadar sokağa bakıyordu. Gelmesi gereken araba ışığı üzerinde yoğunlaşıyordu. Gözü sürekli oradaydı. Gidip geliyor ve oraya bakıyordu. Dört yıl sonra çözümlemelerde anladık ki, Lübnan’dan gelecek bazı şeylerin oradan alınması gerekiyormuş. Önderlik böyle birisiydi. Varsa yoksa mücadele ve direnişi büyütmeydi.

Temel yoğunlaşması çok farklıydı. Kendisinin yoğunlaşma alanına girmek kolay değil. İnsan erişemiyor, ama yaklaşımımız  anlamaya ve layık olmaya dönük doğru bir çaba sahibi nasıl olunur, nasıl geliştirilir şeklinde olmalıydı. Öyle de olması gerekiyor. 

1983’de de gittim ülkeye. O dönemler de çok kıt olanaklar vardı. Çay bardaklarımız tenekeydi. Cephede bir kampta eğitim görüyorduk. Orada Filistinli bir görevli vardı. ‘Yahu bu örgüt size hiç para vermiyor mu? Hep eğitim, eğitim, nereye kadar?’ diyordu. Ama etkileniyorlardı. Düşünün en kıt imkânlar ile bir şeyler yaratmak. Önderliğimiz boşuna demiyor, ‘iğne ucuyla kuyu kazmak’. Yoktan var olmak gibi bir şeydir bu.    

Önderlik paradigması Ortadoğu’da var olan bütün çelişkilerin çözülmesinde önemli bir rol oynamakla birlikte, tüm ezilen halkların ve insanlığın en büyük abidesi olmaktadır. Önderliği anlamak ve yaşamsallaştırmak hepimizin en temel görevidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.