Akademi değersizleştirildi

Dosya Haberleri —

Akademi/Çizim: Burcu Mayıs

Akademi/Çizim: Burcu Mayıs

İçeriden insanların akademiye dair neler söyleyebileceğini merak ettik. Akademisyenlerle mektuplaştık.

  • "Hayır, ben hayalperest değildim. Çizdiğim yol bir düş değildi. İyi niyetli ve azimliydim, bu bir hata değildi. Utanması gerekenler de ben ve benim gibiler değiliz. Hayatını akademik alana göre düzenlemiş, doktorasını tamamlamış ama akademik kadroya alınmamış 1000’i aşkın kişi var bu ülkede. Bu bizim utancımız değil, bu ülkenin utancıdır."

MİHEME PORGEBOL

Bilgi, tarihin tüm evrelerinde insan toplumları için en büyük güç ve ilerleme aracı olmuştur. Her ne kadar yaşamsallaşmadığı müddetçe birey ve toplumun yaşam standartlarına doğrudan etkisi olamasa da bilginin varlığı açtığı duygusal ve düşünsel yeni pencerelerle hem birey için hem de toplum için kendini gerçekleştirebilmenin en önemli aracıdır. Birey ve toplumlar için geleceğe bakmanın anahtarıdır. Bu bağlamda bilgi, yaşamın sürekliliğine dair umut biriktirir. İnsan uygarlığının maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarına yanıt verir bir pozisyonda duran bilgi, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin de birincil anahtarıdır. İnsan uygarlığının maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarına yanıt verir bir pozisyonda duran bilgi, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin de birincil anahtarıdır. Bizi talep ve beklentilerimiz doğrultusunda devinim içerisinde tutar. Kendimizi gerçekleştirebilme yeterliliği sağlar. Varlığını gerçekleştirmek gerçek anlamda bir özgürlüğe, yani insanın yaşam pratikleri içerisinde maddi ve manevi tatminine tekabül eder. Dolayısıyla burada kilit noktada olan bilgi, özgürlük istenciyle dolu insanın hem maddi hem de manevi temel ihtiyaçlarından biridir. Tarih boyunca toplumların örgütlenme pratiklerine baktığımızda bilgi üretiminde akademilerin kaçınılmaz, yadsınamaz rol üstlendiğini görürüz. 

Bilgi üretme

Oysa tarih boyunca her şey gibi bilgiyi de zapturapt altında tutmaya çalışan egemenler, akademileri kontrol altında tutma eğilimindedirler. Günümüzde bilgiyi manipüle edip tüketen kapitalist modernist sistemler de, akademiyi zapturapt altına alıp bilgi üretimini kısıtlıyor hatta engelleyebiliyor. Türkiye'de iktidara geldiğinden beri her alanda çürümeye sebep olan AKP de, en büyük savaşlarından birini akademiye açtı. Oysa hala akademide yer alıp geleceğe umutla bakmamızın en güçlü enstrümanı olan bilgiyi ezilenin ihtiyaçları doğrultusunda üretmeye çalışanlar da var. Biz de mevcut akademinin durumuna bu insanların gözünden bakmak istedik. İçeriden insanların akademiye dair neler söyleyebileceğini merak ettik. Akademilerde bilgi üretmeye devam eden farklı kimlik ve alanlardan akademisyenlerle mektuplaştık. 7 mektuptan oluşacak olan bu dizide akademinin genel durumu, akademisyenlerin tanıklıkları, egemenlerin bilgi üzerindeki tahakküm politikaları ve tüm bunların akademisyenlerin yaşamlarına etkisine odaklanacağız. Bu çerçevede dizinin ilk mektubunda "Akademiye giriş ve imkânlar"ı ele alacağız. 

Yeni Özgür Politika okuyucularına,

Merhabalar, öncelikle bu kadar değerli bir çalışma başlattığınız için kendi adıma gazetenize teşekkürü borç bilirim. Akademi, bilgi üretiminin merkezi olması gerekirken bugünkü geldiği noktada maalesef bu misyonun önemi silinmiş, akademi ve bilgi üretimi değersizleştirilmiştir. Bu nedenle alanda daha çok çalışma yapılmalı, akademinin önünü açacak inceleme ve eleştiriler hızlandırılmalıdır diye düşünüyorum. Ben sizlere, akademiye girememenin hikâyesini elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.

Hayallerim vardı

Yaklaşık on beş yıllık üniversite eğitim hayatının doktora tezi aşamasında olan biriyim. Hem alanımı çok sevdiğim hem de bilgi üretip eleştirel yaklaşıma ağırlık vermek istediğim için henüz lisans eğitimime başlarken bile akademik sahada ilerlemek istediğimi biliyordum. Hedefim belliydi, akademisyen olup bilgiyi çoğaltmak ve kendimi güncel tutmak niyetindeydim. Sürekli alanıma dair üretimler yapmak ve üretim yapacak gençlerin eğitimlerini destekleyip onların düşüncelerini açmak hayalleri kuruyordum. Fakat işler, o zamanlar hayalini kurduğum gibi ilerlemiyormuş. Bunu anlamam uzun zamanımı aldı, belki de çok geç dediğim bir zamandayım şimdi.

Sınavları kovaladım

Türkiye’de akademik sahaya bir araştırmacı veya öğretim üyesi olarak alınabilmenin sağlam bir zemini hiçbir zaman kurulamadı. Düzen ve şartlar sürekli değişti, adaylar kendilerini değişikliklere adapte etmek zorunda bırakıldı. Bu değişiklikler kimi zaman birilerinin çıkarına olurken kimi zaman birileri haksızlığa uğradı ama hiçbir zaman son on yıldaki haksızlıklar yaşanmadı diye düşünüyorum. Maalesef ben de bu dönemde önüne akademi hedefi koymuş biriyim. Henüz lisansta iken ALES, KPDS, ÜDS (daha sonra bunlar birleşip YDS oldular) gibi sınavları kovalamaya giriştim. Lisansüstü eğitime başlayabilmek için bu sınavlardan yüksek puanlar almak şart. Sınavlarda inanılmaz bir rekabet ortamı doğuyor doğal olarak ve siz de bu ortama kapılmak zorunda kalıyorsunuz. Başka şansınız yok çünkü. Ne kadar yüksek puan, o kadar iyi bir lisansüstü fırsatı. Genelde sizin eleştirel düşünce kabiliyetinize, yeni bilgiler üretebilme kapasitenize değil sınav notunuza bakılır ve düşünceniz ne kadar sabit olursa olsun sınavlarınız yüksekse kabul alırsınız (mülakatların işlerliğine biraz sonra değineceğim). 

Kriterler gözardı edildi

Ben de sınavlara çok çalışıp iyi puanlar aldım ve yüksek lisans eğitimime başladım. Artık ilk ciddi adımı atmıştım ve heyecanlıydım. Bir yandan da araştırmacı olarak akademiye girebilmenin koşullarını öğrenmeye çalışıyordum. Daha öncesinde merkezi atama vardı ve ben yüksek lisansa başlarken ÖYP denen sistemi getirdiler. ÖYP’nin problemi şuydu: Az önce bahsettiğim kriterler tamamen gözardı edildi ve akademiye alınacak kişinin sadece sınav puanlarına bakıldı. Ben hiçbir zaman ÖYP denemedim, şu anda da denemediğim için pişman değilim. Ama bu sistemle atananlar tanıdım. Aynı alanda olup benim kadar başarılı olmadığını açıkça bildiğim insanlar ALES ve yabancı dil puanlarını çok yüksek tutabildikleri için akademisyenliğe hak kazandılar. Tabii burada bir fırsatçılıktan bahsetmiyorum -ki kendileri de daha sonra mağdur oldular. Bense eğitimime devam ettim. Zannettim ki çok çalışırsam, kendimi geliştirirsem, çok okuyup araştırırsam mutlaka olur. Yine bir yanılgı içinde olduğumu doktora aşamasında yaşadıklarımda anlayacaktım.

Umudum bitti

Çalışmaya ve kendimi geliştirmeye devam ederken doktora ders aşamasını bitirip tez aşamasına geçtim ve akademik kadro arayışlarım bu dönemde hızlandı. ÖYP kalkmıştı, eski sistem geri gelmişti. Sınavlara girip çıkmaya devam ediyordum, notlarım da çok iyiydi. Artık çalışıp gelir elde etmenin zorunluluğu ve kendimi odakladığım hedefin gerekliliğiyle alanımda akademik kadro aramaya başladım. Ancak alanıma yönelik kadro açılmıyordu. Şöyle örnek verebilirim ki iki yılda üç veya dört araştırma görevlisi kadrosu açılıyordu. Bu kadar az kadro ilanı olmasının bir sebebinin elbette devlet politikası olduğunu sonradan anladım. Gelenekçi, sorgulamayan, eleştirmeyen bir yaklaşımla kadrolara ağırlık veriliyordu. Farklı bakış açılarının yürütülmesi gerektiği alanlara müthiş bir ilgisizlik vardı. Açılan bu az sayıdaki kadrolara da ben giremiyordum çünkü herkesin tahmin edeceği üzere isme özel ilanlar açılıyordu. Bu ne demek? 

Herhangi bir üniversitenin yüksek mevkideki birinin tanıdığı, tanıdığının çocuğu akademik alana girebilsin diye göstermelik bir kadro ilanı açılır, göstermelik sınavlar yapılır, bizim gibiler şehir dışından bin bir emekle o sınava giderler, sonuçlar açıklanır ve ne hikmetse sınavda beş on dakika durmuş birisi kadroyu almıştır. Biz de emekleri tekrar yüklenip döneriz eski yerimize. Bazen kalkıp sınava gitmenize bile gerek yoktur çünkü açılan ilanda “gerekli şartlar” kısmında öyle bir koşul vardır ki anlarsınız, birine açılmıştır o ilan. Uzun bir sürem bu şekilde geçti. Çalışınca olmayacağını artık kabullendim, kabullenmek de kolay değildi. Akademide kimsem yoktu, hâlâ da yok, çalışmaya devam ettim ama artık ne kadro ilanlarını takip ediyorum ne de bana haber verilen ilanlara başvuruyorum. Umudum da isteğim de bitti artık. Şahit olunanlardan sonra insanda ne heves kalıyor ne de enerji. 

Çizdiğim yol bir düş değildi

Kendimi birey olarak ve alanımdaki birikim olarak getirdiğim noktadan asla pişman değilim. Elbette daha çok yolum var ama artık kendimi geliştirme yolumu akademide çizmiyorum maalesef. Kendimi hayalperest olarak niteleyip geçmişte kendime çok kızdığım da oldu ama şimdi dönüp baktığımda şunu diyorum: Hayır, ben hayalperest değildim. Çizdiğim yol bir düş değildi. İyi niyetli ve azimliydim, bu bir hata değildi. Utanması gerekenler de ben ve benim gibiler değiliz. Hayatını akademik alana göre düzenlemiş, doktorasını tamamlamış ama akademik kadroya alınmamış 1000’i aşkın kişi var bu ülkede. Bu bizim utancımız değil, bu ülkenin utancıdır. 

* * *

Not 1: Bu seriye mektup yazan akademisyenlerin mevcut durumları göz önünde bulundurularak güvenlikleri öncelenmiştir. Kendilerine ve kimliklerine dair herhangi bir ipucuya dahi yer verilmemeye özen gösterilmiştir.

Not 2: Haberde kullandığımız çizimi Burcu Mayıs yaptı.

* * *

 

İstatistiklerle Türkiye Akademisi

Yükseköğretim Kurulu'nun güncel istatistiklerine göre Türkiye'de 207 üniversite aktif olarak eğitim ve öğretim veriyor. Üniversitelerin çoğu İstanbul, Ankara ve İzmir'de yer alıyor. Küçük şehirlerdeki üniversiteler her anlamda adaletsiz yatırım ve imkanlara sahipken üç büyük metropoldeki üniversiteler görece daha geniş imkanlara sahip. Özellikle küçük şehirlerdeki üniversitelerin en büyük sorunlarının başında öğretim elemanı yetersizliği geliyor. Fakülte, enstitü, yüksekokul, meslek yüksekokulları ve araştırma uygulama merkezlerinin toplam sayısı 8 bin 47 iken üniversitelerde aktif olarak eğitim veren toplam bölüm sayısı ise 19 bin 172. 

 

Türkiye üniversitelerinde okuyan öğrenci sayıları şöyle:

 

Önlisans Erkek Öğrenci: 1 milyon 505 bin 909

Önlisans Kadın Öğrenci: 1milyon 608 bin 714

Toplam: 3 milyon 114 bin 623

 

Lisans Erkek Öğrenci: 2 milyon 452 bin 128

Lisans Kadın Öğrenci:2 milyon 224 bin 529

Toplam: 4 milyon 676 bin 657

 

Yüksek lisans Erkek Öğrenci: 177 bin 977

Yüksek lisans Kadın Öğrenci: 165 bin 592

Toplam: 343 bin 569

 

Doktora Erkek Öğrenci: 55 bin 558

Doktora Kadın Öğrenci: 50 bin 590

Toplam: 106 bin 148

 

Genel Toplam Erkek: 4 milyon 191 bin 572

Genel Toplam Kadın: 4 milyon 49 bin 425

Genel Toplam: 8 milyon 24 bin 997

 

Türkiye üniversitelerinde görev yapan öğretim elemanlarının sayıları şöyle:

 

Erkek Profesör: 21 bin 487

Kadın Profesör: 10 bin 692

Toplam: 32 bin 179 

 

Erkek Doçent: 12 bin 44

Kadın Doçent: 8 bin 91

Toplam: 20 bin 135

 

Erkek Doktor Ö. Ü.: 22 bin 547

Kadın Doktor Ö. Ü.: 18 bin 944

Toplam: 41 bin 491

 

Erkek Öğretim Görevlisi: 18 bin 891

Kadın Öğretim Görevlisi: 19 bin 486

Toplam: 38 bin 377

 

Erkek Araştırma Görevlisi: 25 bin 160

Kadın Araştırma Görevlisi: 27 bin 269

Toplam: 52 bin 429

 

Erkek Genel Toplam: 100 bin 129

Kadın Genel Toplam: 84 bin 482

Genel Toplam: 184 bin 611

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.