AKP devlet oldu, özgürce öldürüyor

Dosya Haberleri —

İHD Eşbaşkanı Eren Keskin

İHD Eşbaşkanı Eren Keskin

  • “Bugünkü AKP ilk dönemlerindeki Avrupa Birlikçi siyaset izleyen AKP değil. AKP devlet oldu. O nedenle iki dönemini ayrı değerlendirmek gerekiyor. Evet bir zamanlar söylüyordu faili meçhulleri bitirdiğini, “Beyaz Toroslar dönemi bitti” diyorlardı ama şimdi Beyaz Torosların âlâsı var. Özgürce öldürüyorlar. Tamamen devletin tetikçilerini korumak üzerine kurulu bir yargı sistemi var.”

Dosya: ÖLÜM İKTİDARI -2- MIHEME PORGEBOL

Yargısız İnfazlar: 1809

Cezaevlerinde ve Gözaltında Ölümler: 1266

Faili Meçhuller: 518

Resmi Hata ve İhmal Sonucu Ölümler: 1160

Suikast ve Saldırılar: 758

Askeri Çatışmalar ve İşgal Sonucu Ölümler: 8642

Mayın vb. Patlayıcı Sonucu Ölümler: 331

Şüpheli Asker ve Polis Ölümleri: 493

Namus ve Nefret Cinayetleri: 480

Şüpheli Ölümler: 1031

Diğer: 2793

TOPLAM: 19210

Yukarıdaki veriler, İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2002-2022 yılları arasında tuttuğu raporların karşılaştırmalı incelemesi sonucu ortaya çıktı. Ancak bu kategorileri biraz açmak gerektiği aşikâr. Örneğin “Yargısız İnfaz” derken ne kastedildiği belirtilmezse, içinde bulunduğumuz manipülasyon ve inkâr çağında durumun vehameti de yeterince anlaşılamaz. Bu başlık altında dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle devlet güçleri tarafından işlenen cinayetler, silah kullanma yetkisinin ihlali sonucu gerçekleşen cinayetler, köy korucuları tarafından işlenen cinayetler, sınır bölgelerinde işlenen cinayetler, toplumsal gösterilerdeki saldırılar sonucu veya sokağa çıkma yasakları sırasında işlenen cinayetlerin incelendiğini belirtmek devletin bu ölümlerdeki dahlini gözler önüne serecektir. Daha somut bir ifadeyle; Şerzan Kurt, Dilek Doğan ve Kemal Kurkut’un katli bu başlık altında incelendi.

Bir diğer başlık olan “Resmi Hata ve İhmal Sonucu Ölümler” başlığı altında ise devletin ve devlet temsiliyeti barındıran kişilerin bilerek veya bilmeyerek sebebiyet verdiği ölümler incelendi. Askeri araç çarpmaları, nereden geldiği belli olmayan kurşunlar, devletin sorumsuzluğu; gıda, gaz ve çeşitli sıvılarla zehirlenme sonucu ölenler bu grupta incelendi. Yine daha somut bir örnek olması açısından; Gerekli önlemler alınmadığı ve yasalar askıya alındığı için bir ölüm çukuruna dönüşen Murat Nehri’nde can veren Aydın Tutkal’ın ölümü bu başlık altında incelendi.

Suikast ve saldırılar...

Yine açıklanması gereken “Suikast ve Saldırılar” başlığı altında hedef gözetilerek katledilen siyasi parti, sendika ve dernek yöneticileri; gazeteciler, eğitimciler ve öğrencilerin ölümü incelendi. Bu bağlamda incelenen ölümlerin dikkat çekici yönü şu: 2013 Newroz’unda başlayan diyalog sürecinde bütün kategorilerdeki ölüm oranlarında düşüş yaşanırken suikast ve saldırılar artarak sürdü. İncelenen bu raporlardan görüyoruz ki her ne kadar diyalog sürecinde hemen hemen bütün başlıklar altında ölümler azalsa da suikast ve saldırılar hiç dinmiyor. Bu da devletin diyalog sürecinde bütün barış ihtimallerine rağmen öldürmekten veya ölüme alan açmaktan geri durmadığını gösteriyor.

Savaş sermayeleri...

İşte tüm bu ölümleri, gerekçelerini ve nelerden besleniyor olabileceğini ömrünü insan hakları mücadelesine adayan İHD Eşbaşkanı Eren Keskin ile konuştuk. Keskin, “Ben Türk devletinin bu savaşçı politikayı her dönemde desteklemesinin arkasında savaş rantları olduğunu düşünüyorum. AKP de savaş politikalarından müthiş bir rant sağladı. Hem silah kaçakçılığıyla hem de uyuşturucuyla zenginleştiler. Bu devlette Türklük damarı her zaman daha yüksek olmuştur ama ilk defa İslamcılar AKP döneminde güç oldular. Müthiş bir sermaye gücüne sahip oldular. İktidarın ekonomik gücü savaşçı politikaları tetikliyor. Buna karşı gerçekten bir barış hareketi olmadığı için de savaş devam ediyor. Mesela hiç beğenmedikleri, sürekli laf söyledikleri İsrail'de bile Türkiye’dekinden çok daha güçlü bir barış hareketi var” diyor.

İHD ve TİHV verileri bize daha çok savaş ortamına dair veriler sunuyor. Kürt nefretini görebiliyoruz bu verilerde. Devletin öldürmediği tek bir gün yok. Veriler bize AKP döneminde 19 bin 210 yaşam hakkı ihlali olduğunu söylüyor. Kaldı ki bu rakam günden güne artıyor. Bu kadar ölüm ne anlama geliyor?

Ben, devletin yani sistemin cumhuriyetin başından bu yana aslında hiç değişmediğini düşünüyorum. Ama AKP iktidara geldiğinde şöyle bir fark oldu: Eskiden hükümetler hep güçsüzdü. Militarist aklın güçlü olduğu dönemde devleti askerler yönetiyordu. Hükümetler her zaman onların talimatlarıyla çalışıyordu ama özellikle iktidarının son on yılında, yani AKP zihniyeti gerçekten bir iktidar olduğunda, yani derin devletle uzlaşınca her şey değişti. İş çok daha korkutucu boyutlara vardı. Eskiden askerler bile “biz yapmadık” derlerdi değil mi? İşkenceyi reddederlerdi ama artık devlet açık açık “Biz yapıyoruz” diyor. Bence AKP döneminin en korkunç yanı bu.

  • “Türk devletinin savaşçı politikayı her dönemde desteklemesinin arkasında savaş rantları olduğunu düşünüyorum. AKP de savaş politikalarından müthiş bir rant sağladı. Hem silah kaçakçılığıyla hem de uyuşturucuyla zenginleştiler. İktidarın ekonomik gücü savaşçı politikaları tetikliyor. Buna karşı gerçekten bir barış hareketi olmadığı için de savaş devam ediyor.”

Bunu biraz açar mısınız?

Örneğin AKP’nin İçişleri Bakanı Türkiye'nin iç hukukuna, uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde, hiç sıkılmadan rahatça “yakalarsanız lime lime edin”, “talimatı ben verdim” diyebiliyor. Bu dönemin gerek ölümler gerekse de işkenceler açısından en korkutucu yanı bu. Açıktan savunabiliyorlar yaptıklarını. Bu da şiddetin genel olarak artmasına ve topluma yayılmasına neden oluyor. Bu yaklaşımın kadın cinayetlerindeki artışta çok büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Demek istediğim, devletin şiddeti bu kadar kutsayıp savunması AKP döneminde oldu. Asıl korkutucu olan bu.

Bunun etkilerinin sadece ölüm ve işkence oranlarının artmasıyla kendini göstermediğini de düşünüyorum. Bu savunma halinin diğer etkileri hakkında ne söylenebilir?

Örneğin insanlar hak arama konusunda çok daha endişeliler artık. Bu yönde gözlemimiz var. Biz o zamanlar da şikâyet ediyorduk ama 90’larda ifade özgürlüğü açısından daha rahatmışız. Ya da mahkemelere baktığımızda, “DGM'ler daha iyiymiş” diyor herkes. O zamanlarda konuşacak bir hâkim, bir savcı bile olsa bulabiliyordun. Ama hakimler ve savcılar konuşmaya korkuyorlar. Yani her şeyiyle tek adama bağlı olan bir sistem hak arama bilincini de yavaşlatıyor. Yoksa cumhuriyetten bu yana, hatta cumhuriyet öncesinden beri soykırımcı İttihatçı bir sistem var. AKP, İttihatçılıktan gelmeyen tek partiydi ama geldiğimiz aşamada İttihatçıların şahı oldu.

Her şeyin kayıt altına alınabildiği bir çağdayız ama insanlar herhangi bir yargılamaya tabi tutulmadan öldürülebiliyor. 2022 yılındaki verilerinize baktığımızda en az 15 yargısız infaz görüyoruz. Bu çağda bu durum ne anlama geliyor?

Şu anlama geliyor: Özgürce öldürüyorlar. Elbette devlet açısından bu her zaman aynıydı ama artık katletmenin korunaklı olduğunu biliyorlar, ki biliyorsun, bunun yasasını da çıkarttılar. Örneğin Cizre’de yaşananlarla ilgili hiçbir şekilde dava bile açamıyorsunuz. Tamamen devletin tetikçilerini korumak üzerine kurulu bir yargı sistemi var. Çok özgür hissediyorlar. Bu tamamen cezasızlık politikasının egemen olmasıyla ilgili. Ceza almayacaklarını bildikleri için ölümler de artıyor. Hiçbir şekilde sorgulanmayacaklarını, ceza almayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu nedenle de fütursuzca öldürüyorlar.

Döneminde 518 faili meçhul cinayet işlenen AKP aynı zamanda “Faili meçhulleri bitirdik” de diyebiliyor.

2010 yılında Recep Tayyip Erdoğan, başbakanken, Cumartesi Anneleri'yle görüşme yaptı. Meclis'te İnsan Hakları Komisyonu kuruldu. Hatta Cemil Kırbayır'la ilgili raporda açıkça “devlet öldürmüştür” dendi. AKP’nin bir dönemi böyleydi. Ama AKP gerçek anlamda derin devletle uzlaşıp iktidar olduktan sonra bambaşka bir söyleme büründü. Artık faili meçhulle mücadele etmiyor ki, öldürmeyi açıkça savunuyor. İşkenceyi açıkça savunuyor. Örnek vermek gerekirse; MHP'yle AKP birbirlerine kavgada söylenmeyecek kadar ağır laflar söylerlerdi ama bugün yan yanalar. Bugün devletin en temel tetikçi gücü Ülkü Ocakları’dır bana göre. Teşkilat-ı Mahsusadır ve bugün AKP'yle iş birliği içinde. Öte yandan Ülkü Ocakları dışında da silahlı gruplar kurdular ve bunu açıkça kamuoyuna yansıtıyorlar. Topluma korku veriyorlar. Özetle, bugünkü AKP ilk dönemlerindeki Avrupa Birlikçi siyaset izleyen AKP değil. AKP devlet oldu. O nedenle iki dönemini ayrı değerlendirmek gerekiyor. Evet bir zamanlar söylüyordu faili meçhulleri bitirdiğini, “Beyaz Toroslar dönemi bitti” diyorlardı ama şimdi Beyaz Torosların âlâsı var.

  • “AKP’nin İçişleri Bakanı Türkiye'nin iç hukukuna, uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde, hiç sıkılmadan rahatça “yakalarsanız lime lime edin”, “talimatı ben verdim” diyebiliyor. Bu dönemin gerek ölümler gerekse de işkenceler açısından en korkutucu yanı bu. Açıktan savunabiliyorlar yaptıklarını. Bu da şiddetin genel olarak artmasına ve topluma yayılmasına neden oluyor.”

 

Verilerinizin dayandığı olaylar kapsamında ölümler en çok Kurdistan’daki savaştan kaynaklı yaşandı. 2013-2015 yılları arası malum bir diyalog süreci yaşandı ve bu süreçte çatışmalardan kaynaklı ölümler 30’a kadar düşmüş görünüyor. Bu konuda neler söylenebilir?

Türkiye'de son derece totaliter bir devlet var. Bu ülkenin tüm alanlarına yansımış durumda. Kırmızı çizgiler Kurdistan ve Kürt meselesi, Ermeni Soykırımı, Kıbrıs'taki askeri işgal... Bu meselelerde hem siyasi temsiliyetler düzeyinde hem de halk düzeyinde yüzde 80 oranında bir ittifak var. Halk da devlete benziyor. Devletin resmi ideolojisine ve onun kırmızı çizgilerine son derece bağlı. Ben sağ ve sol diye ayırmıyorum. Türkiye'de sağ da sol da İttihatçı zihniyetten besleniyor. Bazı solcuları tabii ki istisna sayabiliriz ama bence temel mesele bu konuya bakış. Onun için bu meselelerde çok kolay bir şekilde derin ittifaklar oluşabiliyor. Halk desteği var arkasında.

Bir seçim sürecinden geçiyoruz. Yeni gelebilecek olası iktidarlar bu ölümleri durdurmak için ne yapmalı? Ya da bu ölüm iktidarına karşı demokratik güçler ve demokratik kamuoyu ne yapmalı?

Ben bu konuda bizim çevre dışında hâlâ etkili bir söz söyleme gücüne sahip bir yapı göremiyorum. Şöyle ki; bu ölümler en çok nerede oluyor? Sınır dışı operasyon dedikleri operasyonlarda oluyor. Ama hâlâ meclise girmeye aday olan milletvekillerinin çok büyük bir bölümü bu operasyonları savunuyorlar. Sığınmacı politikası için de aynı şey geçerli. Mesela KCK bir çatışmasızlık süreci başlattı ama bunu hiç kimse konuşmadı bile. Ya senin çocuğun askerde ölüyor. Gencecik çocuklar ölüyor ama hiç kimse bunun önemli bir sorun olduğunu söylemiyor, “barış istiyoruz” demiyor. Örneğin, on yıllardır bu savaştan kaynaklı on binlerce insan öldü, gözaltında kaybedildi ama Türkiye işçi sınıfı bir gün bile barış için bir genel greve gitmiş değil bu coğrafyada. Barış gündemlerinde bile değil. Ama az önce dediğin gibi barış süreci denen bir süreç de yaşandı. Devlet bunu istediği veya istiyormuş gibi göründüğü için kimse çıkıp “biz barış istemiyoruz” da demedi. Kimse karşı çıkmadı. Devlet isterse oldu, istemezse olmadı. Halkın barış talebi hiç olmadı. Temel sorunlardan biri bu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.