Babam ‘denizin anahtarını’ getirecek sanıyordum
Dosya Haberleri —

DENIZ GULUNAY
- “Babam bizi denize götürmezdi, ben de hep gitmek için ısrar ederdim. O da bana, ‘Denizin anahtarı arkadaşımda, alınca sizi götüreceğim’ demişti. Annem bize uzunca bir süre babamın kaybolduğunu söylemedi, ben de babamın denizin anahtarını almaya gittiğini sanıyordum.”
ERDOĞAN ZAMUR
LUZERN
Hasan Gülünay, evli ve dört çocuk babasıydı. 20 Temmuz 1992 tarihinde İstanbul Tarabya’daki evinden işe gitmek üzere çıktı ve bir daha geri dönmedi. Birsen Gülünay, eşinin eve gelmemesi üzerine önce kendi ailesine haber verdi. Ardından 2 gün sonra Sultanahmet Başsavcılığına başvuruda bulundu. Birsen Gülünay, eşi Hasan için “gözaltında olabilir” şüphesiyle Gayrettepe’deki Emniyet Şubesine başvurdu ancak kendisine Hasan’ın gözaltında olmadığı bilgisi verildi. O günden beri kendisinden haber alınmadı. Gülünay ailesinin açtığı dava, 2012 yılında zaman aşımı gerekçesiyle düşürüldü.
Hasan Gülünay zorla kaybedildiğinde henüz 7 yaşında olan kızı Deniz Gülünay ise bugün Türkiye’deki davaları nedeniyle İsviçre’nin Luzern kendinde yaşıyor. Daha önce Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi İnsanları’nın eylemlerinden tanıdığım Deniz’le bu kez koronavirüs dolayısıyla çoğu dükkanın kapalı olduğu Luzern’de, göl kıyısında buluşup uzunca sohbet ettik.
Dört yıldır mülteci
Deniz, kendisini, “kayıp yakını, kayıp bir babanın kızı, kayıplar mücadelesini sürdüren devrimci, sosyalist bir kadın” olarak tanımlıyor. Ailesinde dört kardeşin ikincisi; ondan küçük iki kardeşi daha var. Üniversiteye başlamış ama bitirememiş; üç yıl kadar gazetecilik yapmış. Dört yıldır ise İsviçre’deki mülteci kamplarında yaşıyor.
Devrimciliği babasından öğrendi
Deniz, devrimciliği babasından öğrendiğini belirterek, “Devrimcileri çok küçük yaştan beri tanıyorum, çünkü babamın arkadaşları devrimciydi. Onun için devrimcilere karşı bir sempatim vardı ve onları çok seviyordum. Bize gelip gidiyorlardı” diyor.
Mücadeleye ilk olarak babasının intikamını almak için başladığını belirten Deniz, devam ediyor: “Bu mücadeleye ilk adım attığımda ‘İşte ben mücadeleye katılacağım, babamı kaybedenleri öldüreceğim’ diyordum ancak büyüdüğümde, ideolojik olarak geliştikçe, vurup öldürerek intikam alamayacağımı öğrendim. Babam Kaypakkayacıydı, ben de onun yolunda devam ettim. Lise döneminde mücadele ettim. Cumartesi Annelerinin mücadelesinde hep yer aldım. Üniversiteye gittim ama bitiremedim.”
‘Cumartesi Anneleri politikleştirdi’
Annesinin zaman içinde devrimci bir kadına dönüşümünü ise Deniz, şöyle tanımlıyor: “Annem, babam kaybedildikten sonra devrimci bir kadına dönüştü. İlk olarak Hasan Ocak’ın ailesinin başını çektiği Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’ndaki eylemlerine aktif olarak katıldı. O meydanda mücadeleye başladı, ideolojik olarak geliştikçe mücadelenin daha çok içine girdi. Üç defa tutuklanarak cezaevinde girdi, işkencede beli kırıldı”.
‘Denizin anahtarı’
Babası kaybedildiğinde 7 yaşında olan Deniz Gülünay, o döneme ilişkin olarak yaşanan travmanın hafızasını sildiğini belirtiyor: “Babam kaybolduğunda ben 7 yaşındaydım. Sadece 7 yaşına kadar olan anılarımı biriktirdim, ondan sonrası zaten yok. Çok fazla şey hatırlamıyorum; yaşadığım travmadan kaynaklı birçok hatıra silindi. Babam çok iyi saz çalardı, şarkı söylerdi bize. Söylediği bir şarkı vardı, hep onu hatırlıyorum. Bir de ‘Denizin Anahtarı’ diye bir hikaye var. Babam bizi denize götürmezdi, ben de hep gitmek için ısrar ederdim. O da bana, ‘Denizin anahtarı arkadaşımda, alınca sizi götüreceğim’ demişti. Annem bize uzunca bir süre babamın kaybolduğunu söylemedi, ben de babamın denizin anahtarını almaya gittiğini sanıyordum. İşte aklımda kalan bir bu, bir de sürekli olarak söylediği ‘Büyü de Baban Sana’ şarkısı”.
Polisle ilk tanışma: ‘Çocuk olmayı bıraktım’
Diğer kayıp yakınlarıyla birlikte Galatasaray Meydanı’na oturduğunda çok küçük olduğunu anlatan Deniz, devam ediyor: “Hatta bana oyun gibi geliyordu. O meydanda oturuyorum, elimizde fotoğraflar var, bir sürü fotoğrafçı bizi çekiyor. Elimde oyuncağımla Galatasaray’a oynamaya gidiyordum. O dönem, daha sonra polis tarafından katledilen gazeteci Metin Göktepe ile tanışmıştım. Her eylemde bana çikolata getirirdi; benimle sohbet eder, oyunlar oynardı.”
Deniz, 10 yaşındayken ilk gözaltısını da yaşamış ve o anısı hep aklının bir köşesinde kalmış. “O gün polis saldırmış, herkes gözaltına alınmıştı. Ben 10 yaşındayken annemlerle birlikte gözaltına alındım” diyor. “Polisle ilk olarak o zaman yüz yüze geldim” diyen Deniz, arabadaki herkesin dövüldüğünü, dövülenlerin içinde annesinin de olduğunu belirtiyor ve devam ediyor: “Herkesi dövdüler ama ben küçük olduğum için dayak yemedim. Polis şiddetini ilk orada gördüm ve 10 yaşından sonra artık çocuk olmayı bıraktım. Buranın bir oyun yeri olmadığının, kaybolan babam için mücadele etmem gerektiğinin farkına vardım. Buraya babamı aramaya geliyordum, ona göre davranmalıydım. O zaman polislerin iyi olmadığını da anlamıştım.”
‘Kemikleri bulmak yeter mi?’
Deniz, on yaşındaki bir çocuğa çok ağır bir yük yüklendiğini belirtiyor ve bütün Cumartesi Ailelerinin yaşadığı travmayı kendinden örnek vererek anlatıyor: “Sevdiğiniz insanlar ortadan kayboluyor, hiç kimse yardımcı olmuyor. Onun dağa gitmiş olabileceği, örgütün öldürmüş olabileceği, kaçmış olabileceği gibi bir sürü şey söyleniyor. Bu, ailelerde bir travma yaratıyor. Kayıp yakını olmak, hiç geçmeyen bir yara gibi sürekli kanıyor. Onun bir tedavisi yok maalesef. Kemikleri bulunca ne olacak, rahat edecek miyiz, onu da bilmiyorum. Evet, bir mezarımız olacak, herkes bir mezara sahip olmak ister. O mezarın başında oturmak, bir çiçek götürmek ve hatta orada oturup ağlamak bile çok iyi geliyor ama devamında bir hesaplaşma olmadıkça, ‘Evet kemikleri bulduk ama bu kemiklerin hesabını nasıl soracağız’ diye kendime soruyorum. İşte bunun cevabı yok.”
Hep eksik oturuyoruz o meydanda
Deniz, Galatasaray Meydanı’nın 700. haftadan sonra Cumartesi Annelerine kapatılmasına tepki gösteriyor; meydanın artık kayıplar mücadelesinde önemli bir simge olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Galatasaray, kaybettiğimiz yakınlarımızın sesi olduğumuz alan. Devlet onları kaybettiği için yarım kalan bir mücadeleleri var. Bu yarım kalmış mücadelenin devamını aileler olarak biz Galatasaray Meydanı’nda sürdürüyoruz. Kayıp yakınlarının hepsi, hep eksik oturuyor o meydanda. Biz, bütün aileler, tam olarak tanımlayamadığımız bir duygu yaşıyoruz. Bir aile gibi olduk. Birbirimize sarılarak o boşluğu dolduruyoruz. Birliğin, dostluğun en güzel yaşandığı yerdir Galatasaray” diyor.
Kayıp yakınlarından hiç kopmadı
Deniz, sürgündeyken de kayıp yakınlarıyla diyalogunu hiç yitirmemiş. İsviçre’de ailelere fazla destek olamadığını ama yüreğinin her zaman onlarla olduğunu söylüyor. Her hafta Cuma gününden başlayarak yaptığı duyurularla onların sesi olmaya çalışıyor. “Paylaşım yapıyorum, burada 600’üncü ve 700’üncü hafta için etkinlik yaptık, kayıp yakınlarıyla hiç kopmadık ama onlar için çok fazla bir şey de yapamıyorum. Orada olamamanın, onlarla mücadele edememenin acısını yaşıyorum” diyor.
3 dava, 4 yakalama
Deniz’in hakkında 3 ayrı dava var, 4 defa da yakalama kararı çıkarılmış. İstanbul’da gözaltına alınan Deniz’in arkadaşlarına polis, Deniz’in fotoğraflarının da olduğu bir dosya gösteriyor ve hatta “bilgi vermeleri halinde ekonomik destek sunabileceklerini” söylüyor; sözün kısası, muhbirlik teklif ediyor. Deniz gözaltına alınmamış ama dosyada o da yer alıyor. O süreçte telefonunun bir yıl boyunca dinlendiği, uzun süre fiziki takibe maruz kaldığı da dosyalarla birlikte ortaya çıkmış. Deniz, “Evden çıkınca sürekli takip ediliyordum. Avukatım yurtdışına çıkmamı söyledi, çünkü bir keresinde beni zorla kaçırmak istediler, son anda kurtuldum” diye anlatıyor. Deniz hakkında “örgüt üyeliği”, “örgüt propagandası” ve “İsimsizler Hareketi” adlı Twitter grubuna dahil olduğu isnatlarıyla açılan davalar, hâlâ devam ediyor.
‘Polisleri bekliyorum’
İsviçre’ye gelmek, Cumartesi Ailelerinden ve sevdiklerinden ayrılmak, Deniz’i çok zorlamış; İsviçre’ye uzun süre adapte olamamış. Hep bir gün geri gideceğini düşünmüş ama hakkında peş peşe davalar açılıp yakalama kararları çıkarılınca İsviçre’de kalmak, bir zorunluluk hâline gelmiş. Deniz, yurtdışında olmak ile ilgili duygularını şöyle özetliyor: “İlk geldiğimde içimde, ’Korktum, kaçtım, geldim’ gibi bir his uyandı. Orada kalıp her şeye rağmen mücadeleye devam edebilirdim. Yurtdışına çıkarken de aslında gerçekten korkmadım; annemin benimle ilgili çok korkusu vardı, benim de babam gibi kaçırılıp kaybedilebileceğimi düşünüyordu. Annemin ısrarı ile buraya geldim. Bir anıyı hiç unutamıyorum. Bir gece uyandığımda annemin pencere önünde oturmuş, dışarıyı seyrettiğini gördüm. ‘Neye bakıyorsun’ diye sordum, ‘Polisleri bekliyorum’ dedi. Yurtdışına en çok da annem daha fazla üzülmesin diye geldim.”
‘Mültecilikte Kürtleri anladım’
Mülteciliğin zor olduğunu da söyleyen Deniz, bu süreci şöyle anlatıyor: “İlk kampa gittim, kendimi ifade edemedim. Bunu yaşayınca Kürt hareketini de daha iyi anladım; Kürtlerin dil mücadelesini daha iyi bilince çıkardım. Sana bir soru soruyorlar, anlayamıyorsun, cevap veremiyorsun, bu benim için çok zordu.”
Her sabah kalktığında halen ilk olarak Türkiye’den haberleri takip ettiğini, İsviçre’ye adapte olamadığını anlatan Deniz, “Dört yıl geçmesine rağmen halen işte bir meslek yapayım, bir şey yapayım gibi bir duyguya kapılmadım” diyor.
İltica başvurusuna ret: ‘Kaçak yaşamaya devam et!’
Deniz’in iltica süreci ise dört yıldır sonuçlanmıyor. İltica başvurusunda yaşanan ilginçlikleri Deniz, şu sözlerle anlatıyor: “İlk geldiğimde dosyalarımı verdim ama kayboldular. Kimliğim de yok. O zaman haberlerde Türk istihbaratına çalışan birinin bin civarında dosyayı çaldığını okudum. Sonra ifadeye girdim. Hiçbir belgem yoktu. Belgeleri yeniden istediler ama ilginç bir şekilde ben henüz belgeleri hazırlayamadan ret kararı verdiler. Beni en çok şaşırtan da reddin gerekçesiydi. Türkiye’de yaptığım şeyleri ‘suç olduklarını bilerek’ yaptığımı söylüyorlar ve ‘Türkiye’ye gelmeden önce 8 ay kaçak yaşamışsın, yine Türkiye’ye dönüp kaçak yaşamaya devam edebilirsin’ diyorlar. Ailemin çok güçlü olduğunu, beni polisler koruyacağını yazmışlar.”
Deniz’in iltica dosyasıyla ilgili gerekçeli karara avukatlar bile inanamamış ama Deniz, böyle çok örneğin olduğunu söylüyor. Uzun yıllar cezaevinde kalmış bir kadına da, “Git, cezaevinde yat, nasılsa alışıksın” demişler.
İsviçre’deki hayatını “monoton” sözcüğüyle tanımlayan Deniz’in “ülkeye dönüş”ü sorunca ise gözleri parlıyor ve şunları söylüyor: “Başta ailemi, arkadaşlarımı ve Cumartesi Ailelerini özlüyorum. Cumartesi eyleminden sonra oturup çay içtiğimiz bir yer vardı, orayı bile özlüyorum. Avrupa’ya çıktıktan sonra sadece selam verdiğin insanları bile özlüyorsun.”
‘Ben Hasan Gülünay, beni kaybedecekler!’
Hasan Gülünay’dan İstanbul Tarabya’daki evini 20 Temmuz 1992 günü terk etmesinden bu yana haber alınamıyor.
Sirkeci’de arzuhalcilik yapan Gülünay’ın işyerini 22 Temmuz 1992’de arayan ve kendini “Terörle Mücadele Şubesi’nden bir polis” olarak tanıtan kişi, onun gözaltında olduğunu söyledi. Ailenin başvuruları ardından ise Emniyet Müdürlüğü, Gülünay’ın 19 Temmuz 1992’de başlatılan “TKP/ML TİKKO Operasyonu” kapsamında ehliyetinin Şavşat’ta gözaltında ölen Ali Ekber Atmaca’nın üzerinde çıkması nedeniyle arandığını ama gözaltına alınmadığını söyledi.
Hasan Gülünay ile aynı anda Terörle Mücadele Şubesi’nde bulunduklarını söyleyen Erol Çam ve Yüksel Özdemir ise daha sonra, onu şubede gördüklerini ve “Ben Hasan Gülünay, beni kaybedecekler” diye bağırdığını anlattı.
Susurluk’taki “kazada” ölen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ise Hasan Gülünay’ın eşi Birsen Gülünay’a önce eşinin şubede olduğunu ve ağır işkencelerin yaralarının iyileşmesinin beklendiğini söylemiş fakat daha sonra söylediklerini inkâr etmişti.
Hasan Gülünay ile ilgili dosya, ailenin ısrarlı çabaları sonucunda 2009 yılında yeniden açıldı. Emniyet ise yine, Gülünay’ın 1992’den beri arandığını ve yakalandığına dair bir bilgi olmadığını iddia etti. Soruşturma, 31 Ekim 2012’de, 20 yıllık zaman aşımı süresi dolduğu için “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı ile kapatıldı. Birsen Gülünay’ın avukatı Gül Altay’ın itirazı da 22 Ocak 2013’te Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Dosya, şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde.















