Bakanlık: Nefessiz bırakın!

Dosya Haberleri —

Abdulkadir Kuday

Abdulkadir Kuday

İki eli olmayan tutsak Ergin Aktaş, yol arkadaşı Abdulkadir Kuday'ın son anlarını anlattı:

  • '25 Eylül'de koğuşumuzu aramak için geldiler. Bu sırada yoldaşın (Kuday) maskesi takılı olan, çalışır durumdaki solunum cihazını da almak istediler. Sağlıkçı 'o cihazı çıkarmayın' dedi ama 'bakanlık talimatıdır' dediler. Bir gardiyan cihazı alıp koşarcasına koğuşun kapısından çıktı. Cihazı bir süre sonra getirdiler ama yoldaşın nefesini almışlardı...'
  • 'Sabah saat 08:00'de kapının açılmasıyla uyandım. Gardiyan bağırmadı, arkadaşın gözleri açıktı ama o an hiç hareket yoktu. Neredeyse bir yıl gibi bir süreydi ALS nedeniyle göz kapakları açık uyuyordu. Seslendim heval dedim… Yanına gittim. Defalarca heval dedim, biraz omuzlarından sarstım, başını göğsünün üstüne koydum, sürekli 'heval rabê' diyordum...'
  • ‘Doktor içeri girip müdahaleye başladı. Kalp masajı yapmaya başladı. Bir süre sonra sedyeyle koğuştan çıkardılar. Ben de çıktım, sedyeyi asansöre aldılar. Bu kez de arkadaşın içinde olduğu asansör düştü. Asansör kapısını çekiç benzeri bir şeyle açmaya çalışıyorlardı. Bu çürümüş sistemin başta ahlakı olmak üzere her şeyi bozuktu. Asansörü de bozuktu...’

Bir tutsağın katledilme hikayesi-2

GÜLCAN DERELİ

Abdulkadir Kuday önce hiçbir suçu olmamasına rağmen ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırıldı. Sonra yanlış teşhis konulup yanlış ameliyat yapıldı. Bu yüzden felç oldu. ALS teşhisi geç konulduğu için hastalığı ilerledi. Özel tedavi ve bakım gerektiren bu hastalıkla boğuşurken, sağlıklı tedavi görmesi engellendi. 38 kiloya kadar düşen ve yatalak olan Kuday cezaevinden hastaneye türlü eziyetlerle karşılaştı. Gaddar doktorların ölüm saçan tavırlarıyla boğuştu. Şimdilerde hastanelerde bebekleri katleden bir düzenin çürümüş kokusu her yeri sarmışken, cezaevlerinde siyasi tutsakların, özellikle de hasta tutsakların nasıl bir gaddarlıkla boğuştuğu henüz yeterince bilinmiyor. Kim bilir kaç tutsak bu sağlık sisteminin kıyıcı cenderesinde can verdi... Kuday bütün bu cezaevi-hastane zulmünün toplamı gibi... İki eli olmayan tutsak Ergin Aktaş, yoldaşı ve koğuş arkadaşı Kuday'ın son anlarını, süt kutusuna bantladığı kalemi dirseklerine bantlayıp öyle yazdı bu mektubu...

Kaçtığım sona hazırlıyordu

"Şehadetinden bir süre önce, hastane dönüşünden sonra beni iyi görmediğini, zayıfladığımı, bu tutumun fazla duygusal olduğunu söylediği bir konuşma yaptı. Uzun konuşmayı gerekli görmezdi. O gün söyledikleri beni zorladı çünkü beni hep kaçtığım sona hazırlıyordu. En kötü zamanlarıyla 'en iyi' zamanları arasında belirgin bir fark yoktu. Ben durumun fenalaştığı anları şakağından alnına uzanan küçük bir damardan anlıyordum. O damar şişip morardığında arkadaşın sağlık durumunun iyi olmadığını fark ediyor, sağlıkçıyı çağırıyordum ve o anlarda yapılan ölçümler normal çıkmıyordu…

Doktorun kurşun sözleri

"Uzun zamandan bu yana sağlık durumu iyi değildi. Ciğerleri çok zayıftı, kalbi iyi durumda değildi, midesi çok kötü haldeydi. Son bir çağrı olarak arkadaşı bir nöroloğa sevk ettirmek istedim. Aynı bölüme sevkimizi yaptırdık ki belki bizi aynı anda hastaneye götürürler diye düşündük. Yoldaş bu sevki gerekli görmüyordu ama ben istedim diye kabul etti. 11 Eylül'de aynı gün hastaneye sevkimiz çıktı. Ayrı araçlarla götürüldük, hastanede bizi aynı nezarete koydular. Biraz bekledikten sonra bina içinde bulunan fizik bölümüne götürmek için araç hazırladıklarını söylediler. Aynı araçla fizik kliniğine gittik. Yoldaşı kliniğe aldılar, ben de açık olan kapının önünde bekledim. Doktor yerinden kalkıp yoldaşın yanına geldi. Neyi olduğunu sordu, 'ALS' yanıtı aldıktan sonra tekrar yerine geçti. Dosyayı inceledikten sonra 'Bu hastaya zaten bir tedavi programı hazırlanmış, bu hastayı tekrar tekrar buraya getirip yormayın' dedi. Sonra arkadaşı iyice muayene etti. Bu muayene epey sürdü. Bizi araca aldıklarında yoldaşa 'Muayene neden bu kadar sürdü?' dedim. 'Doktor bana yapılması gereken hareketleri pratikte uygulayarak tek tek gösterdi ve bu hareketleri mutlaka yaptır yoksa kilitlenirsin' demiş. Ve 'özellikle bronşların temizlenmesi için gösterdiğim hareketleri yapmalarını sağla' demiş. Doktor gerekli hareketlerin yapılmadığını anlamıştı. Bu sevk iyi olmuştu. Hem adını AVM koyduğumuz 'Çam Sakura' hastanesinde iyi bir doktorla karşılaşmış hem de daha önce yapılmayan hareketleri yaptırtacaktık. Öyle de oldu, o hareketleri önemli oranda yapmasını sağladık ama şu ciğerlerin/bronşların temizlenmesini sağlayacak hareketleri söylememize rağmen yapmadılar.

Fizik binasından yine aynı araçla getirildiğimiz binaya geri götürüldük. Bir süre nezarette bekletildikten sonra ikimizi birlikte nöroloğa götürdüler. Klinikten içeri girerken 60 yaşlarında bir doktoru masada otururken gördüm. Bu doktorun deneyimli olduğunu ve bir şeyler yapabileceğini düşündüm. Doktor önüne konan dosyalara baktıktan sonra (bu iki veya 3 dakika sürdü) 'ALS mi' diye sordu. 'Evet' yanıtını alınca 'yapacak bir şey yok' dedi.

 

Hep yoldaşlarını düşündü

"Bu sözleri duyunca o anda daha önce kapıldığım umudun büyük oranda zayıfladığını çok güçlü bir biçimde hissettim. Yoldaşa baktım, gülerek elini 'boş ver' anlamında salladı. Doktorun o pozitifist kafasının altında buzdan bir kalp vardı. Dosyalara bakışı, arada kafasını kaldırıp sağı solu süzmesi, mimikleri… Her şeyiyle yapaydı. Bakışları rahatsız etti beni.

'Yapacak bir şey yok' cümlesi zaman geçtikçe etkisini arttırıyordu üzerimde. Yoldaşla bu konu hakkında hiç konuşmadık ama durumumu hissettiğini biliyorum… Daha sonra yoldaşı tek başına göğüs uzmanına götürdüler… Ayrı ayrı araçlarla zindana geri getirildik. Yaşama daha sıkı sarılmamız gerekiyordu. 22 Ağustos'ta Çam Sakura Hastanesi'nde yoldaşa eziyet eden o doktorun 'en fazla üç gün yaşarsın' tahminini boşa çıkarmıştık. 'Yapacak bir şey yok' diyeni de boşa çıkarmak istiyorduk. Bu süre içinde çok şey yaşadık, hepsini anlatabilmek şu durumda olanaklı değil. Kürt politik tutsaklardık, sırf bu nedenle bile cezaevinin en az imtiyazlılarıydık. ALS denilen hastalık çok iyi bir bakım ve tedavi gerektiriyordu ama burası zindandı, hep engellerle karşılaşıyor, bir şeyler hep eksik kalıyordu. Yoldaşım 38 kilo kalmıştı, nefesi kesiliyordu, neropatik ağrıları vardı, canı yanıyordu ama o hep yoldaşlarını, halkını düşünüyordu. Ben aylarca devam eden bu duruma şahitlik ettim… Kuşkusuz zorlandım ve yoldaş da kendisinden çok beni düşünüyordu. Bu son güne kadar da böyle devam etti, hep halkını, yoldaşlarını düşündü. Fazla ilgiden rahatsız oluyordu, bunu istemiyordu.

Yoldaşın nefesini kestiler

"25 Eylül'de koğuşumuzu aramak için geldiler. Cihazları arama için dışarı çıkartmak istediler. Bu sırada yoldaşın maskesi takılı olan, çalışır durumdaki solunum cihazını da almak istediler. Yoldaş bu duruma tepki gösterdi, koğuşta sorun oldu. Sağlıkçı 'o cihazı çıkarmayın' dedi ama 'bakanlık talimatıdır' dediler. O kalabalıkta bir gardiyan kuzuyu kapmış bir kurt gibi cihazı alıp koşarcasına koğuşun kapısından çıktı. Cihazı kısa sürede getirdiler ama yoldaşın nefesini almışlardı, bir insan kaç dakika soluksuz yaşayabilir? Bu olay bana daha önce Menemen'de yaşadığımız benzer bir durumu hatırlattı, bunu yoldaşla da paylaş: Bir gün adına 'hazır kuvvet' dedikleri bir grupla koğuşumuzu bastılar. Yanımda felçli bir arkadaş vardı. Bir anda koğuşa girdiler kalkanlarla, coplarla, slogan atmaya başladık. Bir taraftan da birbirimizi korumaya çalışıyoruz. Koğuşumuzu talan ettiler ve ne kadar kitap, defter varsa toplamaya başladılar. Ben de uzanıp bir yerdeki bir kitabı alıp kollarımın arasına aldım. Kitabı kolaylıkla çekip aldılar. Başka bir kitap aldım, onu da rahatça aldılar… Baskın bittikten sonra yanımdaki arkadaşla konuştuk, bizim olanı bu kadar rahat almalarını kabullenemezdik. Koğuşu tekrar toparlamak zordu, zaten yorulmuştuk. Biraz dinlendik, hatta uyuduk… Gece yarısı aniden slogan atıp kapı dövmeye başladık. Sabaha kadar durmayacak belli aralıklarla eylemimizi devam ettirecektik. Gece saat 2:00 gibi müdür ve idari memuru geldiler. Evlerinden kalkıp gelmişler. Tabi yanlarında epey gardiyan da var, uzun tartışmalar oldu. Gittiler. Biz yine başladık. Sonunda kitaplarımızı geri getirdiler ve iki hasta bakıcı yollayıp koğuşumuzu topladılar.

 

Göz kapakları açık uyuyordu

"Son zamanlarda fizik tedaviye çıkarılmada sorun yaşıyorduk. Belirlenmiş bir saatimiz vardı, biz de ona göre hazırlanıyorduk. Tam hazırlık yapmışken 'sizi öğleden sonra alacağız' diyorlardı. Birkaç kez bu sorunu yaşadık. 1 Ekim’de de aynı sorunu yaşadık. Öğle yemeği geldi, yoldaş yemeğini yedi, saat 16:00'a kadar biraz uyudu. Tabi yoldaşınki normal bir uyku değil, belli aralıklarla uyuyor ama bu aralıklar kesik kesik oluyordu. Neredeyse bir yıl gibi bir süreydi uyurken göz kapakları açık uyuyordu. Son beş ay ise göz kapaklarını hiç kapatmadı. ALS göz etrafında bulunan kasları büyük oranda işlevsizleştirmişti. Bizim normalimiz olan bir gün geçiriyorduk. O gün havalandırma saatimiz 16:00'dan 18:00'a kadardı, ben de havalandırma saatini unutmuştum. Buranın havalandırma saatleri dönüşümlü ve bir ay gibi bir süredir de kış saatine geçmişler. Yoldaş bana havalandırmaya çıkmıyor musun diye sorunca ben de zaten saat 17:00'yi geçti çıkmaya gerek yok dedim. Bunun üzerine çık bir hava al deyince ben de çıktım yaklaşık 45 dakika havalandırmada kaldım. İçeriye girdiğimde yüzü gülüyordu. Böyle gülünce mutlaka bir şey yapmıştır, etrafıma baktım, semaverin buharının üzerinde ısıtmaya bırakılmış bir tabak gördüm. Tabağın içinde yumurtanın üzerine doğranmış kaşar gördüm. Bunu kim hazırladı dedim hasta bakıcı yaptı dedi. Hasta bakıcı benden habersiz niye böyle bir şey yapsın ki dedim, ben nereden bileyim dedi. Burada sabah yemeğini akşam yemeği ile birlikte dağıtıyorlar. O günde kahvaltı için kaşar peynir gelmişti. Yoldaşın yemeği aynı, sözde diyet veriyorlar. Yoldaşa da kahvaltı için yumurta getirmişler. Yoldaş da tutturmuş ben havalandırmaya çıkar çıkmaz hasta bakıcıyı çağırmış ve kendisine böyle bir şey yapmasını rica etmiş, o da kabul etmiş. Beni de bundan dolayı havalandırmaya göndermiş. Sabah kendisi yemesi gereken yumurtayı bana yaptırmış… Asla yemeyeceğim dedim. Olur, o zaman ben de yemem dedi. Bu gibi durumları çok yaşıyorduk, arkadaş ağır hastaydı, midesi kötü durumdaydı, yoldaşa yiyebileceği bir şeyleri bulmak için çok uğraşıyorduk. Yoldaş da kendisine ayrıcalık tanındığını düşünüyor. Kendisi için temin ettiğimiz şeyleri bizim de yememizi istiyordu. Bu konuda anlaşamıyorduk. Komüne yoldaş bakardı, kantin listelerini de biz yazardık. Çünkü yoldaş kendisine ayrıca bir şeyler yazılmasına yanaşmıyordu. Zor uğraşlar sonunda kendisini belli konularda ikna etmiştik ama yoldaş yine ara yollar arıyor, bizim de kendisi için aldığımız ürünlerden yememizi sağlamaya çalışıyordu. Ama o ürünler onun ilacıydı, biz o ilaçları alamazdık. Bu konuda ve tüm yaşamda önce yoldaşlarını düşünür, kendisi için bir şeyler yapma gereği duymazdı.

Bana kitap oku dedi

"Yoldaş yemeğini yedi… Biraz radyo dinledik. TV'de haber saati gelmişti, haberlere baktık. Ben biraz temizlik yapmaya çalıştım. Kendimi yorgun hissediyordum, biraz uyumaya çalıştım olmadı. Bir kitap aldım, biraz okuduktan sonra uyku zorlamaya başladı beni. Tam uyuyacakken içeri hasta bakıcı girdi. Biraz hasta bakıcıya takıldı arkadaş, karşılıklı şakalaştılar. O akşam TRT 2'de iyi bir film çıkarsa izleye gelecektik ama baktık ki saat geçmiş. Bana biraz kitap oku dedi, kitap okuma programımızı neredeyse hiç aksamıyorduk… Ben okurken birkaç kez uyukladı, uyandı. Bu kadar yeter uyuyacağım dedi yoldaş, uyurken ben de biraz daha kitapla oyalandım. Çok sürmedi ki arkadaş yeniden uyandı. Biraz gündeme dair konuştuk, İsrail'in durmayacağını, savaşın yayılacağını söyledi. Bu sürecin pek çok yeni gelişmeye yol açacağına belirtti. Sürece dair biraz konuştuk; yoldaş konuşmakta uzun bir zamandı güçlükler yaşıyordu, bu nedenle çok uzun sohbetler yapamıyorduk.