Barışın niyet ve zihniyet şartı

Medya DOZ yazdı —

  • Devlet, bütün kurumlarıyla ciddi bir iflası yaşıyor. Niyette ve zihniyette çok ciddi arızalar var. Bu durumda yüz tane barış anlaşması imzalansa yine de Kürt halkı devletin bu bozunum yaşamış aklını kabul etmez. Değiştirmek için mücadele eder, isyan eder, boykot eder. Çünkü barışın bir şartı da evvela niyetin sonra da zihniyetin değişmesi şartıdır. 

Barışın konuşulduğu bu günlerde, Türkiye, silah üretimini hızlandıran kapitalist piyasadan geri kalmamak adına son hızla silah üretiyor. Diğer yandan da savaşa doymuş Mezopotamya topraklarının barış kültünde ısrarına yüz çeviremiyor. Bu haliyle ne güncelin çıkarcı dünyasından vazgeçiyor ne de tarihsel ve barışçıl hakikatin öncülüğünü yapabiliyor. Türk devleti bu sürece hazırlıklı girmedi, hazırlıklı olsaydı barış niyetinin teorik altyapısını hazırlardı. Hazırlıklı olsaydı barışın zihniyet iklimini de hazırlardı. Bu hazırlıksızlık durumu Türk devlet tarihi ile de alakalı. İşini fetih, istila ve işgal ile hal etmeyi öğrenen aklın birden barış stratejisiyle haşir neşir olmasını beklemek zaten ham hayal olurdu. Dikkat edelim; Önder Apo barışın tarihsel ve toplumsal hakikatinden bahsederek başladı işe. Türk devletindeki iktidar cenahı ise güncel olarak savaş biterse ekonominin düzeleceğini propaganda ederek başladı. Önder Apo “Amacı aşan, fazladan bir damla kan dökmek bile cinayettir ve barış elzemdir” dedi. İktidar ise “Kadife eldivenin altındaki demir yumruk” dedi. Aradaki zihniyet farkını detaylı dile getirmeyelim, bazen tek cümle hakikati görmeye kafidir.  

Peki, özellikle AKP’nin barışa hazır olmadığını nereden anlıyoruz? Çünkü sürece tamamen maddi ve pragmatik yaklaşıyor. Oysa barış karakteri gereği çıkarcılıktan uzak olan manevi hasiyet ve haysiyeti esas alır. Pragmatik şuur tuzaklarla dolu bir şuurdur. Tüccar mantığı ile bu süreçten nasıl kâr elde ederim diyen akıl barışçı olamaz. Çünkü barışçıl niyet ve zihniyetinin hâkim olduğu bir atmosferde ne kâr elde ederim denmez, insanlık ne kazanır, barış için nasıl özveriler hatta nasıl tavizler gereklidir denir. Her şeyden önce savaş kalıntıları taşıyan dilde değişim gereklidir. Kısacası barış, pragmatik tüccarların işi değil. Barış biraz da insanlığın tümü ile bir anlam akranı olmayı gerektirir. Kendinden başkasını umursamayan, diğer uluslar, diller, etnikler ve inançlar ile empati geliştirmeyen ve üstüne üstlük herkesi korku kıskacında sindirme arzusu ile sürekli ötekiler üreten zihniyet barış üretemez.

Barış nedir biliyor musunuz? Barış, dilini bilmediğiniz Barış Anneleri’ni anlamak için gidip hızlıca Kürtçe öğrenmektir. Ama formaliteden değil, bile isteye. Öyle içinizden, ta içinizden gelecek. Gerçi siz Kürtçe öğrenmeye giderseniz Meclis’te Kürtçe bir selam veren Kürt milletvekillerin mikrofonunu kim kapatacak? Kürt Barış Anneleri’nin Komisyon’da Kürtçe konuşma talebini kim ret edecek? İnsan bu satırları yazarken bile utanıyor. Barışı konuşan insan önce kendi ile barışır, önce kendine samimi davranır. Barış, çok sade bir anlayış ve yaşayış biçimidir, bu kadar çelişik ve çapraşık niyet ve zihniyeti kaldıramaz.

Yine en başından beri yanlış algılanan bir şey de şartsız koşulsuz barış tahayyülüdür. Türk Cumhuriyeti sınırları içerisinde kendine siyasetçiyim diyen ve süreç hakkında konuşma yetkisi olan herkes konuşmaya başladıktan en geç bir dakika sonra “Bu süreçte bir pazarlık yok.” “Terörsüz Türkiye sürecinde bir koşul yok.” “Halkımız rahat olsun bir şart yok” “Müreffeh Türkiye yolunda kimselerle bir taahhüt yok.” Peki ne var? Çürümüş bir zihniyet var. Vakti zamanında kendi elleriyle faşizm ile zehirledikleri tabanlarını pışpışlama var. Faşizm canavarının kurbanı olmuş, pozitif düşünmekten mahrum yığınları susturma istemi var. Bu basiretsizlik ile barışın özü de inkâr ediliyor. Koşulsuz barış mı olur? En değerli koşullar barışta vardır.

Barışta dile saygı şartı vardır. Etnik kimliğe saygı koşulu vardır. Demokratik eylem taahhüdü vardır. Özgür tercih yapma hakkı vardır. Niyet ve zihniyet şartı vardır. Söylem ve eylem koşulları vardır. Yaşam ve umut hakkı vardır. Barışın doğasında yüz bin tane varlık sebebi olan şart ve koşul sayılabilir. Ağız dolusu “yok” ile başlayıp “yok” ile biten cümlelerin sahipleri, zihin bakımından ya fukaradır ya da kötü niyetlidir. İnkârcılığın türlü versiyonları ile barış üretilemez. Her şeye çifte standart pencereden bakan zihniyet, her hakikati kendine göre evirip çeviremez. Bu akliyat her şeyden önce adil olmadığından güven vermiyor. Söz konusu Filistin olunca “mezalim ve soykırımcı İsrail” oluyor. Söz konusu son bir ayda HTŞ’nin 1400 insan öldürdüğü Süveyda olunca hiçbir şey olmuyor. İşte bu insani değil. İnsan her yerde insan. Ölüm her yerde ölüm. Katil her yerde katildir. Katil ahbabınız olduğunda hakikatler değişmiyor. Çanakkale’de devlet ve şirket anlaşmasında yeni imar yangını, pardon orman yangını çıkar “ciğerlerimiz yanıyor” olur. Lice’de kebap yapan askerlerin çıkardığı “yangına gece müdahale edemeyiz” sabaha kadar yansın yarına ‘Allah kerim’ oluyor. İşte bu insani değil. Doğa her yerde doğa. Yangın her yerde yangın. Ateş sizin ocağınızda olmayınca hakikatler değişmiyor. Barışın her şeyden önce insani olma gibi bir şartı vardır. Barışın hakikatli ve adaletli olma gibi bir karakteri ve atmosferi vardır. 

Bu en temel gerçekler anlaşılmadan barış yapmak zordur. Çünkü her şeyde ama her şeyde var bir çürümüşlük. İşte bu yüzden toplum devlete güvenmiyor. Devlet, bütün kurumlarıyla ciddi bir iflası yaşıyor. Niyette ve zihniyette çok ciddi arızalar var. Bu durumda yüz tane barış anlaşması imzalansa yine de Kürt halkı devletin bu bozunum yaşamış aklını kabul etmez. Değiştirmek için mücadele eder, isyan eder, boykot eder. Çünkü barışın bir şartı da evvela niyetin sonra da zihniyetin değişmesi şartıdır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.