Ekim tohumlarına saygıyla

Medya DOZ yazdı —

  • Güzel arkadaşlarım olsun, aç açık, çırılçıplak dolanayım. Arkadaşlarımın içi temiz olsun, aç kalayım. Arkadaşım hayalimdeki cenge benimle beraber tutuşsun, yalın ayak geçerim dikenleri halı sayarak.

Dolu dolu mana içeyim yoldaş gözünden ölüm gam değil, deriz birçoğumuz. Aslında birçoğumuzun hayat gayesi bu minval üzeri akar. Ve böyle yoldaşlar arar. Bunu istemek ve aramak önemli, ama nerede bulacağını bilmek her şeyden daha çok önemli. İnsan kafasında hayal ettiği arkadaşını inşa ederken, kendisini de oluşturuyor. Bu yüzden gerçek arkadaşlar bir çocuğunun anasına benzediği kadar birbirine benziyor. Ama yine de kan bağının çok ötesindedir arkadaşlık. Anadan, yardan, diyardan geçilir ama geçilip gidilmez arkadaşlıktan. Hele bir de dava arkadaşıysan.
Her geçen gün daha iyi anlaşılıyor ki insan kendi arkadaşının yaratımı olarak var ve arkadaş dediğimizi kendimizden katarak oluştururuz. İnsan güzel ise arkadaşlarını da güzelleştirmeye çalışır. Ve insan arkadaşlarını anarken ölümü onlara yakıştıramadığı için onları ölümsüzlükle anlatır.

Onlar ölmedi, tohum olup toprağa düştüler. Bu yüzden gözlerimizin ufuk çizgisinde yağmurlar yağıyor. Böyle sulanıyor tohum. Coğrafyamızın çiçeksiz kalmayışı bundandır.  Ülkemizin yangın iklimi yüzünde, bu çiçekler varoluş amacını anlatıp durur bize. Aynı yerdeyiz, varoluşun başladığı yerde. Zagrosta… Za-doğum, ros-güneş. Günün doğduğu dağlarda, İştar’ın ayak izlerinde yürüyoruz. Zerdüşt’ün “sen kimsin?” diye bağırdığı topraklardayız. Tarihin şimdisiyiz. Tozlu, topraklı patikaları sürüyüp geçiyorken ayaklarımız, tarihin imbiğinden süzülüp gelen çağrışımlar, öyle bir arafa sürüklüyor ki bizi, tarih ve şimdi arasında çığlık çığlığa ruhlarımız. Zerdüşt, ateşgahlarında yangına durdu özümüz. Bütün çağların örs ve çekiciyle dövüldü ve çelikleşti sevgimiz. Bundandır, sesinin yankısı hala ütopyamızdır. Bilesin hakikat ustamız, hiç ayrılmadık yerimizden yurdumuzdan. Hala bıraktığın yerdeyiz. Ateş memleketinin dağında. Bu yüzden Ehriman’ın karanlık yüzüne ışık tutmakta Ahuramazda. Bilesin ölmedi ikisi de, aynı mekânda ama farklı iki ırmakta hala akıyor. Biz birini içiyor, birini kusuyoruz. Hiçbir karanlıktan korkmuyor, o bağırdığın dağda Zagros’ta hala ateşler yakıyor, ateşlerle yıkanıyoruz.

Ana tanrıçamız İştar, isyanından doğan çocuklarını duyuyor musun? Eteğine topladığın adaleti heybemizde sakladığımızı biliyor musun? Geçtiğin yerlere ayak bastığımızda bizi hissediyor musun? Bereketli bahçene kem gözle bakanlarla kavgamızı görüyor musun? Ve her şeyden önemlisi bizimle övünüyor musun? Biz seni duyuyor, biliyor, hissediyor, görüyor ve senin çocukların olduğumuz için övünüyoruz.

Sütünün mayası ak umut. Kara çalmadık, zehir katmadık. Evet, güzel anamız, tarihin şimdisinden bahsediyoruz. Arsız tanrılar çağından. 21.yüzyıldan. Rahmini kazıyıp duran bir dünyadan. Parçalanmış bedenler pazarından, yetimin ekmeğini çalan paradan. Ağzı kanlı savaşlar zamanından bahsediyoruz ve hala evrenin akış ruhu olan sütünü emiyoruz. Eteğine yapışmış büyümeye direniyoruz. Çocuk kalan bir topluluğun yavrularıyız biz. Tanrıçaların helal sütünü emmiş, öz evlat olan bir hakikat avcısının savaşçılarıyız. Varlığını varlığımıza katarak kaybolmayan hakikatin gözüyle bakıyoruz yalan biriktiren bugünün tanrılarına. Kılıç biliyor ve ayalarımızla kavrıyoruz. Senin memleketinden, Zagros eteklerinden bağırıyoruz, aynı davudi ses ile senin bize verdiğin öz ile. “Siz kimsiniz?”

Duyuyor musun sesimizi ana? Bu evren titreşimi dalgayı duyuyor musun? Bu soruyu soran çok çocuğun göçtü o güzel bahçene. Kucakla onları. Gözyaşlarınla yıka kanlarını. Güneş ışınlı bakışlarınla tara saçlarını. Özgürlüğün tınısıyla uyut onları. Geçmişinin yankısını fısılda kulaklarına. Göğün maviliğini sür gözlerine ve ruhlarını sal evrene. Ki “mavilik zamana iz bırakanların yeridir.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.