Barışın sorumluluğu

Şemsettin ÖZER yazdı —

  • İnsanın özü sorumluluktur. Barış ise bu sorumluluğun en yüce biçimidir. Savaş, ancak umarsız olana, sorumluluktan kaçana ait olabilir. Bu nedenle barış dili, yalnızca devletlerin ya da iktidarların yetkisinde değildir; barış, insan olmanın temel görevidir. Bu görev, bireyin kendi idrakini sorumlulukla donatmasıdır.

Savaş, gerçek hayatların olasılıklarını, sevgi ve özgürlük kavramlarını yok ederek, kendini hâkim kılmak için soyut bir düşünce âleminde örgütler. Savaşın asla mutlak bir sonuç doğurmamasının nedeni de budur. Mutluluğu doğuran ise ancak barıştır.

İnsanın özü sorumluluktur. Barış ise bu sorumluluğun en yüce biçimidir. Savaş, ancak umarsız olana, sorumluluktan kaçana ait olabilir. Bu nedenle barış dili, yalnızca devletlerin ya da iktidarların yetkisinde değildir; barış, insan olmanın temel görevidir. Bu görev, bireyin kendi idrakini sorumlulukla donatmasıdır.

Barış, modern toplumlarda yalnızca devlet aygıtlarının uygulamalarına indirgenemez. O, gündelik hayatın mikro ilişkilerine kadar sirayet eden bir sorumluluktur. Michel Foucault’nun işaret ettiği gibi, iktidar sadece yukarıdan aşağıya değil, aynı zamanda mikro düzeyde, en sıradan ilişkilerde de yeniden üretilir. Dolayısıyla mutlak iktidarı ortadan kaldırmak ve demokrasi ile barışı etkinleştirmek, bu mikroskobik iktidar dizilerini açığa çıkarmaktan geçer.

Özgürlük felsefesi ve maskelerin düşüşü

Özgürlük Hareketi’nin felsefesi, tarihindeki en önemli işlevi ideolojilerin maskesini düşürmek olmuştur. Klasik ve modernist anlayışların, devletçi mitlerin ve dogmaların ardına gizlenen baskıyı açığa çıkarmak, adaletin üzerini örten bu maskeleri parçalamak, özgür ve yaratıcı bir yaşamın kapısını aralamıştır.

"Barışta ısrar, insanda ısrar” yaklaşımı basit bir slogan değildir. Bu, entelektüel bir sorumluluk bilincidir. Kürtlerin tarihsel deneyimi yalnızca sömürgeci devletlerin mikro iktidar mekanizmalarını ifşa etmemiş; aynı zamanda Batı’nın Kürtleri oryantalist ve post-kolonyalist bir bakışla küçümseyen sol-Kemalist önyargılarını da deşifre etmiştir. Dinin araçsallaştırılarak Kürtleri disipline etmeye çalışan özel savaş aygıtı da bu teşhirin önemli bir parçasıdır. Buna göre:

Uygarlık ve etik sınırlar

Uygarlık, insanlığın içgüdüsel yıkım dürtülerinden akıl ve etik sorumluluk düzeyine geçişidir. Savaş, uygarlık düzeyinde salt nefret ve yok etme üzerine kurulmaz. Aklın özerkliği ve evrensel etik normlar, savaşın bile sınırlarını belirler.

Homeros’un İlyada’sında Aşil’in, öldürdüğü Hektor’un cenazesini babasına iade etmesi, savaşın ötesinde bir etik tanıma pratiğini gösterir. Churchill’in II. Dünya Savaşı sırasında söylediği “Savaşın da bir ahlakı vardır” sözü de bu anlayışın modern bir örneğidir. Bu yaklaşım, düşmanı iradesiz bir nesne değil, insani bir özne olarak kabul eder.

Ne var ki Türkiye örneğinde bu diyalektik her zaman inkâr edilmiştir. Kürtler, “terör” yaftası ve “vahşilik” söylemleriyle nesneleştirilmiş; böylece toplumsal düzeyde bir “Kürtlük fobisi” üretilmiştir. Köylerin yakılması, cenazelerin günlerce sokaklarda bırakılması, cenazelere yapılan saygısızlıklar, Kürt önderlerine ve değerlerine yönelik küçümseme ve aşağılamalar; bu inkâr siyasetinin en çıplak tezahürleridir.

Dolayısıyla Türklük zihniyetinin varlığının ana omurgasını Kürtlerle çatışma oluşturmaktadır. Bu zihniyet, hem mantıken hem de yapısal olarak, Kürtlerle eşitlik temelinde bir barışı kaldırabilecek kapasiteye sahip değildir. Dolayısıyla Rojava’daki bir barış da, bölgesel bir barış da Türklük zihniyetinin doğasına aykırıdır. Ancak Türklük tüm halklara karşı silahlanmayı bırakırsa, adil bir barış mümkün olabilir.

Toplumsal çürüme ve nefretin içselleştirilmesi

İnsanlar arasındaki çatışma iki temel unsura bağlıdır: Düşmanlık duygusu ve bu düşmanlığı meşrulaştıracak gerekçelerin üretilmesi. Türk devleti, Kürtleri yok etmek için yıllarca soyut bahaneler üretmiş, savaş niyetini en hırslı ve en vahşi biçimde kurumsallaştırmıştır. Bu nefret, toplumun dokusuna işlemiş, insanı insana yabancılaştıran bir içgüdüsel şiddet kültürü yaratmıştır.

Komşuluk ilişkilerinde bile bu çürüme gözlemlenebilir. Normalde bir komşunun evi yandığında birine hasım da olsalar bile yardıma koşar. Bu, insanlığın doğal refleksidir. Ancak Türkiye’de yaratılan Kürt fobisi, bu insani refleksi yok etti. Kürtlerin çocukları bodrumlarda yakılırken, kimi çevreler “Pis Kürtler!” diyerek yangına benzin dökün çağrısı yapıyordu. Çünkü savaşın niyeti artık yalnızca bir devlet stratejisi değil, toplumsal bir içgüdüye dönüşmüştü.

Bugün bu vahşi duyguyu sürdüren Kemalist basın ve sözde entelektüeller -ister Türk, ister “milliyetçi” Kürt olsun- barışı sabote etmek için kalemlerini bir nefret aracına dönüştürüyorlar. Oysa biraz medeni olan hiçbir insan savaşı istemez.

Geçmişle yüzleşme ve hafızanın ahlakı

Gelişmiş toplumlar, tarihsel travmalarını inkâr ederek değil, özeleştirel bir hafıza politikasıyla aşmıştır. Bu süreç yalnızca bir pişmanlık değil, gelecek kuşaklara aktarılan etik bir sorumluluk bilincidir. Avrupa’da bazı ülkeler, sömürge geçmişlerinin suçlarını kabul ederek, eski sömürge halklarına karşı daha kapsayıcı politikalar geliştirmiştir. Bu, kin üzerine değil, evrensel insan onuru üzerine kurulmuş bir etik dönüşümdür.

Türkiye’nin ise Kürt meselesinde böyle bir yüzleşmeden kaçındığı görülüyor. Kürtlerin yaşadığı toplumsal yıkım, çoğunluk kesimler için görünmez kılınmış, bu nedenle savaşın yükünü taşımayanlar barışa da direnç göstermiştir. Bedel ödeyenler barışın sorumluluğunu taşırken, bedel ödemeyenler onu çoğu kez bir lütuf ya da pazarlık konusu olarak görmüştür.

Barışta ısrar, insanda ısrar

Barış, yalnızca silahların susması değildir. Barış, sorumluluğun en üst biçimi, insan olmanın ahlaki özü ve varoluşsal görevidir. Bu nedenle “barışta ısrar” demek, “insanda ısrar” demektir.

Barış ancak aktörlerin eşit koşullarda olması ile mümkündür. Türkiye buna hazır değildir çünkü kendini Kürtlerin efendisi olarak görür. Dolayısıyla Türkiye’nin geleceği, bu sorumluluğu taşıyıp taşımayacağına bağlıdır. Çünkü barış, yalnızca bir siyasi strateji değil; insanlık onurunun kendisidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.