Birleşmiş Milletler
Şemsettin ÖZER yazdı —
- BM’nin koridorları, Dante’nin Araf’ı gibi: Kimsenin tam kurtulamadığı, kimsenin tam mahkûm olmadığı, herkesin sürekli beklediği bir mekân. Bu tabloya bakınca insanın aklına tek bir cümle geliyor: “Dünya bir sahne, diplomasi ise onun en büyük trajikomedyası.”
Birleşmiş Milletler’in salonu ışıklarla dolup taşarken sahne adeta “İlahi Komedya”dan çıkmış gibiydi. Neon renkli ışıkların göz kamaştırıcı biçimde aydınlattığı bu diplomasi mabedinde, Cennet'in Aziz Prens'i Bernard’ı sahneye çıkmaya hazırlanıyordu. Delegelerin ellerindeki dosyalar, Dante’nin günah ve sevap defterlerini andırıyordu. Kimisi başını eğmiş, kimisi göğe bakıyordu. En çok da Erdoğan heyeti göze çarpıyordu; zira kulislerde “Araf’tan çıkıp cennet tapusu almak için en yoğun çabayı” onların gösterdiği konuşuluyordu.
Dante’nin kalemi diplomasinin salonunda
Birleşmiş Milletler’in salonları artık New York’un değil, Dante’nin Roma’sına, Floransa’sına benziyor. Delegeler kürsüye çıkarken tıpkı Dante’nin Cehennem ve Araf halkları gibi sıraya diziliyor; söz alırken kelimeler “cennete çıkacakmış” gibi süsleniyor. Kimi zaman trajedi, kimi zaman fars; ama hep bir sahneleme. BM’nin gündeminde Ortadoğu varken, salonda aslında Dante’nin gölgeleri dolaşıyor.
Dante bugün yaşasaydı, muhtemelen İlahi Komedya’sında Aziz Bernardus’un yerine küresel siyaset kürsüsünde konuşan Donald Trump’ı; Cehennem’in cezalı âşıkları yerine ise şiddet ve iktidar arzusu üzerinden tanımlanabilecek bir Recep Tayyip Erdoğan’ı koyardı. Araf’ta bekleyen Beatrice’in yerinde ise El-Şara (Colani), İbrahim Kalın’ın melodik diplomasisiyle çerçevelenen bir figür olurdu.
Ve Mars Küresi’nde Dante’nin atası Cacciaguida’nın yerini Hakan Fidan alırdı: “Soylu atanın destanı” yerini “devlet aklının hikâyesi”ne bırakırdı. İşte o an diplomasi, resmi protokol olmaktan çıkar; politik mizahın, tarihsel ironinin ve tiyatral jestlerin birleştiği bir sahneye dönüşürdü.
Dante’nin düşsel yolculuğu boyunca Virgil, Dante’nin gördüğü her şeyi mantık çerçevesinde açıklayacaktı. Cehennem’in adalet sistemini, günahların ve cezaların “mantıklı” dağılımını, Araf’ın titizlikle inşa edilmiş bekleme salonunu hep o izah edecekti. Dante’nin şaşkınlık, korku ya da merakla bakakaldığı her an, Virgil akılcı bir tablo çizerken, adeta Ortadoğu resmini diplomatik bir sanat galerisi gibi hayranlıkla tasvir ediyordu.
Diplomasinin trajikomik Araf’ı
Bir yanda Şam ile Ankara arasında “gizli diyaloglar”, diğer yanda Kürtlere yönelik sistematik katliam. Bu tablo tam da "Komedya"nın Araf sahnesine benziyor: Ne tam kurtuluş ne de tam mahkûmiyet; sadece bekleme, pazarlık ve vaat. Diplomasi salonlarında sık sık tekrarlanan Cennet Azizi Bernardus’un replikleri, yerlere kadar eğilen seremonileri ve dudağına dökülen ilahi sözler, Tayyip Erdoğan’ı cezbediyor. Antik meşruiyet karinesi almanın mücadelesi dilden dile destanlaşırken, Türkiye toplumu karnını doyurmak için Tanrı’ya yalvarırken bitap düşüyordu yatağa. İlahi söylemler, gücün ve şiddetin karanlık yüzünü gizleyen bir perdeyi böylece kapatıyordu; Dante istemese de.
Ve işin ironik yanı şu: Liderler ellerinde dosyalarla sahneye çıkıyor; ama dosyanın içindekiler, çoğu zaman yüzyıllardır bilinen aynı senaryo. Sadece oyuncular değişmiş, metin aynı kalmış. Birleşmiş Milletler sahnesi, adeta diplomasi sahnelerindeki güç dengesinin bir özeti.
Rojava ve ironinin ağır yükü
Özellikle Rojava bağlamında Türk devletinin Kürtleri pazarlık unsuru olarak kullanması, bu “ilahi komedya”nın en çarpıcı perdesi. Erdoğan, iktidarda kalmak için HTŞ lideri El-Şara ve benzeri selefi-cihatçı grupları sahneye çıkarıyor; bir yandan Trump’la fotoğraf karesi için el pençe divan dururken, diğer yandan aynı Trump’ı Kürtlerin üzerine saldırtmak için diplomatik kulisler yapıyor. Ve Kürt katliamı onayı almak için Türk toplumunun tüm varlığı sere serpe masaya seriliyordu Birleşmiş Milletler'in büyüleyici, renkli ışıklarının altında.
Bu manzara trajikomik olduğu kadar acı. Bir yanda kendi ideolojik ikizi El-Şara ve selefilerle ittifak kuran Erdoğan, diğer yanda kendi halkının kaderini pazarlık masasına koyan bir devlet. İroni şu ki, bu siyasetçiler kendi “impostor sendromu”nu gizlemek için Kürtlerin varlığını yok sayıyor. Diplomasi metinlerinde “çözüm” sözcüğü dolaşırken, çözüm süreci inandırıcılığını yitiriyor.
Politik ironinin son sahnesi
Bugün diplomasi salonlarına baktığınızda, "İlahi Komedya"nın tarihsel sürekliliğini görüyorsunuz: İlahi olanın yerini devlet, kehanetin yerini strateji, şairin yerini politik figürler almış. Ama sahne aynı sahne, oyun aynı oyun. Dante’nin kalemiyle bir zamanlar ahiret sahneleri nasıl canlandıysa, bugün de diplomasi salonlarında trajikomik bir yeniden sahneleme yaşanıyor.
Ve seyirciler bu kez teoloji değil, uluslararası ilişkiler literatürünü okuyormuşçasına izliyor. Belki de esas ironik olan, bütün bu diplomatik jestlerin, kürsüdeki yaldızlı sözlerin ve medya önündeki pozların ardında hâlâ aynı sorunun, aynı şiddetin ve aynı hiyerarşinin duruyor olması.
Gazete manşetlerinde “barış zirvesi” diye duyurulan her toplantı, aslında bir tiyatronun yeni perdesi. Birleşmiş Milletler’in koridorları, Dante’nin Araf’ı gibi: Kimsenin tam kurtulamadığı, kimsenin tam mahkûm olmadığı, herkesin sürekli beklediği bir mekân. Bu tabloya bakınca insanın aklına tek bir cümle geliyor: “Dünya bir sahne, diplomasi ise onun en büyük trajikomedyası.”
Birleşmiş Milletler'in mitolojik repliği...
