Türk faşizmin anatomisi

Şemsettin ÖZER yazdı —

  • Faşizm ve siyasal dincilik, kapitalist modernitenin kriz dönemlerinde olağanüstü iktidar biçimleri olarak ortaya çıkmakta ve bir hegemonya restorasyon aracı olarak işlev görmektedir.

Faşizmi bir “hastalık” olarak tanımlamak, hem tarihsel gerçekliği çarpıtan hem de bu olgunun politik tehlikesini önemsizleştiren bir yaklaşım olur. Bu metafor, çoğunlukla bedel ödememiş entelektüellerin veya sistemle uzlaşmış liberal demokratların söyleminde yer bulur. Oysa faşizm bir gaflet değil; bilinçli, örgütlü ve stratejik bir iktidar projesidir. Faşizmi “hastalık” metaforuyla açıklamak, onun yapısal karakterini ve sermaye-devlet ilişkisiyle olan bağını görünmez kılar.

Konunun anlaşılması için psikolojik olarak değinmek gerekir: Faşist hareketler genellikle tarihsel yenilgilerin, aşağılanmaların ve kayıpların üzerine yükselir.

• Almanya: I. Dünya Savaşı yenilgisi, Versailles Antlaşması’nın yarattığı aşağılama.

• İtalya: “Mutilata Vittoria” (Yarım Kalmış Zafer).

• Türkiye: Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, toprak kayıpları ve Sevr Antlaşması travması.

• Tayyip Erdoğan: Kobani yenilgisinin travması.

Bu kolektif travmalar, toplumun bilinçaltında “eski gücün yeniden kazanılması” arzusunu yaratır. Faşizm, bu duyguyu intikam, fetih ve saf ırk ideolojisi üzerine örgütler. Bu içsel eziklik ve öfke dışarıya yansıtılır. “Öteki” düşmanlaştırılır (Yahudiler, Kürtler, Ermeniler ve göçmenler).

Buna göre, faşizmi bir “iktidar stratejisi” olarak kavramsallaştırmayı, siyasal dincilikle olan tarihsel ittifaklarını irdelemeyi ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik güncel saldırıları bu bağlamda analiz etmek gerekir:

I. Faşizmin kavramsal ve teorik çerçevesi

Faşizm, yalnızca irrasyonel bir sapma veya bireysel psikopatolojilerin sonucu olarak açıklanamaz; aksine, modern kapitalizmin kriz anlarında başvurduğu olağanüstü bir devlet biçimi olarak işlev görür. Nicos Poulantzas’ın belirttiği üzere, faşizm, kapitalist üretim ilişkilerinin krizinde egemen sınıfın devlet iktidarını yeniden tesis etmek için başvurduğu bir “olağanüstü devlet biçimi”dir (Poulantzas),Hannah Arendt de totaliter rejimlerin rastlantısal değil, sistematik bir ideolojik ve kurumsal inşa sürecinin ürünü olduğunu vurgular (Arendt).

Walter Benjamin’in “olağanüstü hal” analizine göre, faşizm egemen sınıfların kriz karşısında olağanüstü bir yönetim biçimi ilan ederek kendi hegemonyalarını yeniden üretmelerinin aracıdır (Benjamin). Benjamin’in ünlü tespitiyle, “olağanüstü hal” istisna değil, kural haline gelir.

Frantz Fanon ise sömürgecilik ile faşizm arasındaki sürekliliği vurgular: “Faşizm, metropolde sömürgeciliğin geri dönüşüdür”. Bu perspektif, özellikle Kürt meselesinde görülen imha ve asimilasyon politikalarının sömürgeci karakterini anlamak için kritik bir çerçeve sunar.

II. Siyasal dincilik ve faşizm: Tarihsel ittifakın anatomisi

Siyasal İslam, yalnızca dini bir saik değil; kapitalist modernitenin kriz koşullarında iktidar için araçsallaştırılan bir ideolojik aygıt olarak işlev görür. Antonio Gramsci’nin “organik kriz” kavramıyla açıkladığı gibi, hegemonik kapasitenin zayıfladığı dönemlerde faşist ve dinci ideolojiler birbirini tamamlayan araçlara dönüşür.

Türkiye bağlamında bu ittifakın kökleri İttihat ve Terakki’nin jakoben-modernist mirasına dayanır. Osmanlı’nın yenilgisi ve Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte saf ulusçuluk, kimlik siyaseti ve Türkçülük ideolojisi, 1950’lerden itibaren anti-komünist söylemle eklemlenmiş ve 1970’lerde Türk-İslam sentezi formülasyonu ile kurumsallaşmıştır (Hamit Bozarslan). AKP-MHP ittifakı, bu tarihsel sürekliliği günümüzde hem milliyetçi hem dinci kodlarla işleyen otoriter bir model haline getirmiştir.

Bu model yalnızca ideolojik düzeyde değil; paramiliter güçler (Osmanlı Ocakları, SADAT), cihatçı yapılar (HTŞ, eski El Nusra bağlantıları) ve devlet içi kliklerle kurulan ağlar üzerinden somut bir ittifaka dayanmaktadır.

III. AKP-MHP bloku: Türk-İslam sentezinin güncel hegemonyası

Rojava’ya karşı çetelerle ittifak halinde hegemonyasını kurup Suriye’yi faşizmin dünyaya ihraç etme kalesi olmayı amaçlar .

Bu süreçte siyasal İslam, AKP iktidarının meşruiyet üretiminde araçsallaştırılırken, MHP’nin temsil ettiği Türkçü-faşizan ideoloji ile birleşmiş ve Kürt karşıtı bir blok yaratılmıştır. Bu blok, yalnızca Türkiye içinde değil; Suriye’deki çetelerle, Uygur Türkleri ve Kafkasya’da cihatçı paramiliter ağlarla ilişkiler kurarak yayılmacı bir dış politika izlemiştir.

IV. Kürt Özgürlük Hareketin’e yönelik stratejik saldırı

AKP-MHP ittifakı, Rojava’daki demokratik özerklik deneyimini kendi varlığına tehdit olarak görmekte; Kobanê zaferi ise Erdoğan için tedavisi zor olan bir vakaya dönüşmüştür. Bu nedenle Rojava’ya yönelik saldırılar yalnızca bir güvenlik politikası değil; bir intikam alma duygusu ve hegemonik düzenin alternatifsizliğini koruma stratejisidir. 2015 sonrası Bakur’da (Kuzey Kürdistan) yeniden başlatılan sokağa çıkma yasakları, kentlerin yakılıp yıkılması ve siyasi tutuklamalar, bu topyekûn imha siyasetinin somut örnekleridir. Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürtlere karşı tutumu, her daim 'siyah çizmeli' ve kalıcı bir baskı politikası olarak görülmüştür. Elinde bu gücü bulunduruyor. Dolayısıyla, diyalog ve uzlaşma sözü vermek, onun benimsediği dincilik ve faşizan siyasetin doğasına aykırıdır."

Ayrıca Gazze üzerinden yürütülen ideolojik manipülasyonlar da bu stratejinin bir parçasıdır. Son İsrail tezkeresinin Meclis’te ele alınması çok sofistike bir oyundu; buradaki amaç, antisemitizmi Selefi ve dinci yapılar üzerinden manipüle ederek, Kürt hareketini antisemitik bir pozisyona zorlamaktı. Böylece hem uluslararası kamuoyunda itibarsızlaştırma hem de Kürtleri bölgesel ittifaklardan izole etme amacını taşır.

Sonuç

Türk faşizmi, Sünni İslam dışındaki gayrimüslim toplulukları (Kürtler, Ermeniler, Yahudiler) hedef alan bir ideoloji olarak şekillenmiştir. Antisemitizmi Selefi ve dinci yapılar üzerinden manipüle eden, bu düşünceyi uluslararası düzeye ihraç eden anlayış, İttihat ve Terakki zihniyetinden bugünkü AKP rejimine kadar uzanmaktadır. Hitler’in ilham aldığı ideolojinin arkaik şifreleri, Türk modeli faşizmde ilham almıştır.

Faşizm ve siyasal dincilik, kapitalist modernitenin kriz dönemlerinde olağanüstü iktidar biçimleri olarak ortaya çıkmakta ve bir hegemonya restorasyon aracı olarak işlev görmektedir. Türkiye örneğinde bu ittifak, tarihsel sürekliliğini günümüz koşullarında AKP-MHP bloku ile korumakta ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı topyekûn bir saldırı stratejisi yürütmektedir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.