Baş eğmeyen bir aile

Dosya Haberleri —

Dilşah Özgen

Dilşah Özgen

  • Kürdistan’ın yarım yüzyıllık çatışmalı tarihi, Özgen ailesinin hikayesinde somutlaşıyor. Ailenin en küçüğü Ferdi’nin kimyasal silahla şehit düşmesi, abi Mefair Özgen’in yaralı halde infaz edilmesi, baba Fikri Özgen’in 1997’de ‘Beyaz Toros’la kaçırılarak kaybedilmesi, 92 yaşındaki anne Dilşah’a verilen hapis cezası ve oğulları Sertaç’ın 12 yıllık tutsaklığı...
  • 6 kardeş olduklarını söyleyen Sertaç Özgen: “Küçük kardeşim Ferdi, Dicle Üniversitesi'nde öğrenciydi. Amed, Cizîr gibi yerlerde direnişin büyümesiyle mücadeleye katılım da hareketlilik kazandı. Ferdi de hiç vakit kaybetmeden, 1990’da PKK saflarına katılmaya karar verdi. İlk tepkim ‘Acele etme, sana elbise dikelim; elbiselerini giyer öyle gidersin’ oldu."
  • Sertaç Özgen, annesinin özlemini şu sözlerle anlatıyor: "‘Çocuklarım öldü, eşim faili meçhul. Çok şey yaşadım ama artık başka anneler yaşamasın’ diyor. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü gündeme geldiğinde ise başka bir sevinç yaşıyor. Ferdi ile Öcalan’ın olduğu bir fotoğraf var. Annem, o fotoğrafa bakar; ‘Önderlik çıksa da Ferdi’mi anlatsa. Onunla konuşabilsem’ der.”

AZİZ ORUÇ

Kürdistan’ın yarım yüzyıllık çatışmalı tarihi, Özgen ailesinin hikayesinde somutlaşıyor. Ailenin en küçüğü Ferdi’nin gerillada kimyasal silahla şehit düşmesi, abi Mefair Özgen’in yaralı halde infaz edilmesi, baba Fikri Özgen’in 1997’de ‘Beyaz Toros’la kaçırılarak kaybedilmesi, 92 yaşındaki anne Dilşah’a verilen hapis cezası ve oğulları Sertaç’ın 12 yıllık tutsaklığı… Tüm bu yaşanmışlıklar, büyük politik başlıkların bir evin içine nasıl sığdığını; baskı, yok sayma ve imha politikalarının bir aile üzerinden nasıl şekillendiğini gösteriyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi uğruna büyük bedeller ödemesine rağmen direnişinden bir adım geri atmayan Özgen ailesi, kayıpların, mahkeme dosyalarının, mezarlıkların ve direnişin içinden bir hafıza yaratıyor. 

 

 

68 kuşağının etkisi

Bu hafızanın ilk halkası, ailenin büyüğü Fikri Özgen’in yaşamıyla başlıyor. Onun kişiliği, 68 kuşağının etkisiyle şekillenen yılları, ailesinin mücadeleye katılımında belirleyici oluyor. Fikri Özgen, Amed’in Pasûr (Kulp) ilçesine bağlı Yeşilköy (Rabağlı) mahallesinde doğar. Saygın ve mütevazı bir esnaf olarak bilinen Özgen, 30 yıl boyunca muhtarlık yapar. Fikri Özgen’in çok okuyan ve kendisini sola yakın hisseden bir insan olduğunu söyleyen oğlu Sertaç Özgen, babasının devrimcileri ilgiyle takip eden, bunu tüm aileye aşılamaya çalışan biri olduğunu anlatıyor. Özgen, 68 kuşağının köy üzerindeki etkisini ise şu sözlerle ifade ediyor: “Dönemin politik gündemi bütün köyü etkiliyordu. 68 kuşağının saygın isimlerinden Hikmet Buluttekin (Çeko) bizim köylüydü. O yıllarda Türkiye KDP’si olarak 70’lerde Başûr’a gittiler. Orada Dr. Şivan, Hikmet Buluttekin ve Hasan Yıkmış komplo sonucu şehit düştü. Bu durum hem babamı hem de bütün köyü derinden etkiledi. Başûr’daki gelişmeler ve 68 kuşağının etkisiyle köyümüzde okuma oranı yükseldi, yurtseverlik bilinci güçlendi. Ancak 1980 darbesiyle birlikte dağılmalar yaşandı; kimi tutuklandı, kimi işkence gördü, kimi sürgün edildi. Ülkenin genelinde olduğu gibi bizim köyde de uzun bir sessizlik dönemi başladı.”

 

Sertaç Özgen

 

Kürt Özgürlük Hareketi ile tanışma 

Askeri cuntanın Kürdistan ve Türkiye’de yarattığı karanlığın içinde PKK devrimcileri örgütlenmesini genişletir. Pasûr ve köyleri de Kürdistan’ın genelinde olduğu gibi Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanımaya ve etkilenmeye başlar. Sertaç Özgen, bu etkiyi ve değişimi şöyle anlatıyor: “1986’da Kulp-Sason arasındaki Şinlas bölgesinde iki gerilla şehit düşüyor. Cenazeler ilçeye getirilip teşhir ediliyor. Daha sonra, 1989’un sonu ve 90’ların başında Botan’da gelişen direniş ve bu direnişin diğer bölgelere yayılması bizi çok etkiledi. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tanımamızla benimsememiz bir oldu. Serhildan süreci ve gerillaların görünür olmasıyla kendimizi tamamen mücadelenin içinde bulduk.”

 

Ferdi Özgen

 

Kardeşimi abim yolcu etti

1990’lara gelindiğinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin kazandığı ivme, katılımları da artırır. Özgen ailesi de bu süreçte mücadelenin aktif bir parçası haline gelir. Aileden devrime katılan ilk kişi, evin en küçüğü Ferdi Özgen olur. Sertaç Özgen, devam ediyor: “Biz 6 kardeşiz. Küçük kardeşim Ferdi, Dicle Üniversitesi'nde öğrenciydi. Amed, Cizîr gibi yerlerde direnişin büyümesiyle mücadeleye katılım da hareketlilik kazandı. Ferdi de hiç vakit kaybetmeden, 1990’da PKK saflarına katılmaya karar verdi. Bu kararını bizimle de paylaştı. İlk tepkim ‘Acele etme, sana elbise dikelim; elbiselerini giyer öyle gidersin’ oldu. O da ‘Tamam’ diyerek, evden ayrıldı. Ferdi ve arkadaşlarını abim Mefair yolcu etti; temel ihtiyaçlarını karşıladı, para verdi ve otobüse bindirip gönderdi.” 

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Ferdi Özgen

 

Şehitliğe Ferdi’nin ismi verildi

Ferdi Özgen, 1999’un Mart ayında Sason’un Heril bölgesinde 17 arkadaşıyla birlikte şehit düşer. Hava saldırısında kimyasal silah sonucu şehit düşen Ferdi’nin cenazesi yıllar sonra Sisê’deki Şehit Amed ve Şehit Hêvidar Şehitliği’ne defnedilir ve şehitliğe onun adı verilir. Sertaç Özgen, kardeşini şu sözlerle anıyor: “Ferdi ileri görüşlü, ömrünü mücadeleye adayan biriydi. Gerillada kendini çok geliştirdi. İki kez Önderlik Sahası’na gitti, Önderlikle birlikte kaldı. 1993 ve 1996’da Mahsum Korkmaz Akademisi’ne geçmiş, uzun süre orada kalmış. Önderlik, diyaloglarında ve çözümlemelerinde sık sık Ferdi’den bahsederdi.”

 

Mefar Özgen

Mefair ölmedi, infaz edildi

Ferdi’nin mücadeleye katılmasından kısa bir süre sonra, ailenin büyük oğlu Mefair, nişanlanır ve Amed’de girdiği memurluk sınavını dereceyle kazanır. Yine de içinde bir huzursuzluk vardır; mücadeleye katılma isteği ağır basar ve Haziran 1991’de PKK saflarına katılır. Kısa bir süre Şerf bölgesinde kaldıktan sonra İstanbul’a geçer. 30 Mart 1992’de Kızıldere Katliamı’nın yıldönümüne denk getirilen bir eylemde mücadele arkadaşı Cafer Demirel şehit düşer, Mefair ise yaralı olarak yakalanır. Aynı yıl 7 Ağustos’ta, tutuklu bulunduğu cezaevinde infaz edilir. Sertaç Özgen, ağabeyinin şehadetini şu sözlerle anlatıyor: “Mefair hastaneye kaldırıldığında sağlık durumu o kadar da kötü değildi. Babam onu revirde görmüştü. Kurşun yaraları vardı, bağırsakları kopmuştu ama yaşıyordu. Buna rağmen onu yakaladıktan sonra işkence yapmışlar. Aslında açıkça infaz edildi.”

Sömürgecilerin önünde eğik durma!

Mefair Özgen’in gözaltına alınması ve ağır yaralı halde hastaneye kaldırılması, dönemin insan hakları savunucularının da tanıklık ettiği bir süreç olur. İnsan hakları avukatı Eren Keskin, ‘Sımsıcaktı Elleri’ adlı kitapta şahitliğini şöyle anlatıyor: “İnsan Hakları Derneği’nde otururken Mefair Özgen isimli bir kişinin polis tarafından vurulduğu ve ağır yaralı olarak Çapa Tıp Fakültesi'ne kaldırıldığı haberi geldi. Ayşe Zarakolu'yla beraber Çapa'ya gittik. Mefair Özgen ağır yaralı olmasına rağmen sedyede bekletiliyordu. Askerler doktorların onunla ilgilenmesini engellemeye çalışıyordu. Devreye girdik ve Özgen ameliyata alındı. Daha sonra yoğun bakıma götürüldü. Babası Fikri Özgen, Diyarbakır'dan gelmişti. Oğlu Mefair'i son bir kez görmek istiyordu. Ancak hastanedeki komutan kesinlikle görmesine izin vermiyordu. Sonunda Bayrampaşa Cezaevi komutanından zorla görüş izni aldık. Yanımıza bir albay verildi. Mefair'in ablası, Fikri amca, ben ve albay yoğun bakıma girdik. Fikri amcaoğlunu o halde görünce ağlamaya başladı. Mefair Kürtçe bir şeyler söyledi. Birdenbire Fikri amcanın dimdik durmaya başladığını gördüm. Ablasına sordum, ne dedi, diye. Mefair, 'Sömürgecilerin önünde başın eğik durma' demiş. Ertesi gün Mefair öldü. Cenazeyi almaya Adli Tıp önüne gittiğimizde, Fikri Özgen'i yine dimdik dururken gördüm.”

 

 

Aile hedef haline geldi 

Ferdi ve Mefair’in PKK saflarına katılmasıyla birlikte Özgen ailesi, devletin ve kontrgerilla güçlerinin hedefi haline gelir. Ailenin yaşadığı köyde tehditler ve saldırılar giderek artar. Evlerine molotoflar atılır, mektuplarla tehditler gönderilir ve sonunda evleri bombalanarak yakılır. Bu saldırıların ardından aile, 1992’de Pasûr’dan ayrılarak Amed’e taşınmak zorunda kalır. Özgen o dönem yaşananları şu sözlerle dile getiriyor: “Ağabeyim ve kardeşimin katılımı, babamın bölgede tanınan biri olmasıyla birlikte gözler üzerimize çevrildi. Ama mücadeleden geri duracak değildik. Kontrgerilla ve Hizbulkontra, ‘Yakında sizi havaya uçuracağız’ diye mektuplar gönderiyordu. O dönem Halkın Emek Partisi (HEP) İl Başkanı Hüseyin Turan’la görüştüm, aynı tehditleri kendilerinin de aldığını söyledi. Evimize birkaç gece molotof atıldı, söndürdük. Annem ve babam olacakları hissediyordu. Tesadüfen evde olmadıkları bir gün evimiz bombalandı ve her şeyimiz yandı. 1992’de mecburen, Farqîn üzerinden Amed’e geçtik. Artık Pasûr’da kalamazdık.”

Babamı ‘Beyaz Toros’la kaçırdılar

Özgen ailesinin yaşadığı en ağır kayıplardan biri de 73 yaşındaki baba Fikri Özgen’in 1997’de zorla kaybedilmesi olur. Yıllar süren gözaltılar ve tehditler sonunda Fikri Özgen, Koşuyolu’ndaki evinin yakınında kaçırılır ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Sertaç Özgen şöyle anlatıyor: “1992’nin Haziran ayında gözaltına alındım ve 2004’e kadar cezaevinde kaldım. Bu süreçte aile üzerindeki baskılar sürdü. İki oğulları kırsalda, biri zindandaydı; annem ve babam Amed’de yalnız kalmıştı. Babam birçok kez gözaltına alındı, bırakıldı. En son 3 Şubat 1997’de Çankırı’ya görüşüme geldi. 27 Şubat’ta ise kaçırıldı. Kronik astım hastasıydı; ilaçsız nefes almakta zorlanıyordu. O gün evden ilaç almak için çıktı. Birkaç yüz metre ileride sivil giyimli dört kişi tarafından durduruldu. Ellerinde telsiz vardı. Önce kimliğini kontrol ettiler, sonra onu 34 BHV 60 plakalı ‘Beyaz Toros’a bindirip götürdüler. Mahalleli ve ablam peşlerine düştü ama araç hızla uzaklaştı. O gün bugündür o ‘Beyaz Toros’un peşindeyiz. Babamın akıbetini öğrenmek istiyoruz.”

AİHM Türkiye’yi mahkum etti

Fikri Özgen’in kaybedilmesinin ardından aile, hukuk yoluyla adalet arayışına başlar. Ailenin avukatlığını ise Sezgin Tanrıkulu üstlenir. Emniyet, jandarma, Devlet Güvenlik Mahkemesi, Başsavcılık ve birçok kuruma yapılan başvurular yanıtsız kalır. Gözaltından çıkanların verdiği bilgiler üzerine yeniden dilekçeler verilir ancak yetkililer Fikri Özgen’in gözaltında olduğunu kabul etmez.

Bu süreç sonunda, 20 Ağustos 1997’de dava açılır ve ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapılır. AİHM, 20 Eylül 2005’te sonuçlanan davada Türkiye’yi tazminata mahkum eder. Ancak kararın ardından da somut bir gelişme yaşanmaz.

Failleri cezasızlıkla korundu

Fikri Özgen’in kaybedilmesinden yıllar sonra, JİTEM’de kadrolu olarak çalışan itirafçı Abdulkadir Aygan, gazetelere yansıyan itiraflarında Özgen’in Diyarbakır JİTEM Komutanlığı’nda sorgulandığını ve Diyarbakır Jandarma İstihbarat Tim Komutanı Yüzbaşı Zahit Engin tarafından öldürüldüğünü açıklasa da bu iddialara rağmen etkili bir soruşturma yürütülmez. Özgen, bu duruma tepkisini şöyle dile getiriyor: “Babamın Diyarbakır JİTEM Komutanlığı’nda sorgulandığı iddiaları bugüne kadar etkili biçimde soruşturulmadı. Kaybedildiğinde Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Albay Cemal Temizöz, Tim Komutanı Yüzbaşı Zahit Engin ve onların emrinde çalıştıkları iddia edilen Muhsin Gül, Abdulkadir Aygan, Saniye ve Kemal Emlük, Adem Yakın, Mesut Mehmetoğlu gibi isimlerin de bulunduğu ‘sorgu timi’ hakkında hiçbir adım atılmadı. Babamın akıbeti karanlıkta bırakıldı; failleri cezasızlıkla korundu.”

 

 

Ne var ne yok

Fikri Özgen’in kaybedilmesi, ailenin hayatında kapanmayan bir yara açıyor. Özgen babasının kaybedilmesi ardından yaşadığı duyguları şöyle tarif ediyor: “O olaydan sonra belki yüz yıl yaşamış gibiyim. Toprak yoruluyor, can yorulmaz mı? Kalbiniz bir daha iyileşmiyor. Her gün o anı yeniden yaşıyorsunuz. Biri öldüğünde bilirsiniz ki ölmüştür, bir şekilde hayatınıza devam edersiniz. Ama kayıp öyle değil; kendinize format atamıyorsunuz. Ne susarak ne de konuşarak anlatabiliyorsunuz. Ne var diyebiliyorsunuz, ne yok. Ne yakın, ne uzak. Yani bir yönüyle nefessiz, ruhsuz kalıyorsunuz. İyi miyim, kötü müyüm bilmiyorsunuz. Ağız dolusu gülüşleriniz yok artık. İçimiz hep yaralı, bir türlü iyileşmiyor. Ruhunuz hem yorgun hem huzursuz. Yaşamadığını biliyorsunuz ama kabullenemiyorsunuz.”

92 yaşındaki anneme 6 yıl hapis verdiler

Anne Dilşah Özgen ise oğlunu defnettiği şehitliğe dört konteyner bağışladığı için 12 Ağustos 2016’da gözaltına alınır ve 6 yıl ceza alır. Aynı yılın sonbaharında ise konteynerler Türk devleti tarafından patlayıcılarla havaya uçurulur, mezarlık tahrip edilir ve mezarlığına giden yollara hendekler kazılır. Sertaç Özgen bunca yıl aynı zamanda yoldaşı olan annesini şöyle anlatıyor: “Annem 92 yaşında, direngen bir Kürt kadınıdır. İlkeleri olan, geri adım atmayan mücadeleden asla vazgeçmeyen biridir. Bugüne kadar da hep çocuklarının, eşinin mücadelenin arkasında durdu; taviz vermedi. 27 Şubat’ta, televizyonun karşısında, gözlerini yummadan Öcalan’ın çağrısını izledi. Devletin ağırdan alması, sürece uygun olmayan dili annemi de rahatsız etse de sürecin arkasında. ‘Çocuklarım öldü, eşim faili meçhul. Çok şey yaşadım ama artık başka anneler yaşamasın’ diyor. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü gündeme geldiğinde ise başka bir sevinç yaşıyor. Kardeşim Ferdi ile Öcalan’ın olduğu bir fotoğraf var. Annem sık sık o fotoğrafa bakar; ‘Önderlik çıksa da Ferdi’mi anlatsa. Onunla konuşabilsem’ der. Annemin en büyük özlemi barıştır. Ölmeden barışı, özgürlüğü görmek istiyor.”

 

* * * 

 

 

Barışın yanındayız

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından başlatılan Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ni desteklediklerini dile getiren Özgen, düşüncelerini şu şekilde paylaşıyor: “Bu ülkede 40-50 yıldır süren bir savaş var ve bu savaşın halklar üzerindeki yükü çok ağır oldu. Toplumun artık bu acılardan uzaklaşıp nefes almaya ihtiyacı var. Bugün yeni bir süreç başlatıldı, bir strateji geliştirildi. Daha önce de denemeler oldu, başarısızlıklar yaşandı ama bugün yeniden bir umut gelişti. Biz kendimizi Kürt Özgürlük Hareketi ile tanıdık. Ne yaşadıysak, ne öğrendiysek; acılarımız kadar sevinçlerimiz de bu hareketle oldu. Bu süreci destekliyoruz; sürecin yanındayız, içindeyiz. Biz savaşı yaşayan, ölümü, kayıpları gören, yakma-yakılma nedir bilen insanlarız ve artık barış istiyoruz. Savaşın değil, çözümün ve barışın yanındayız. Bu sürecin mutlaka bir çözüme, müzakereye ve diyaloğa evrilmesini istiyoruz.”

Komisyondan beklentilerimiz var

Sertaç Özgen, son olarak beklentilerini şöyle sıralıyor: “Köyü yakılmış, yerinden edilmiş binlerce ailenin dönüşünü sağlamak için düzenlemeler yapılmalı. Koruculuk sistemi ortadan kaldırılmalı. Toplu mezarların yerleri tespit edilmesi için bir heyet oluşturulmalı. Ana dil hakkı güvence altına alınmalı ve ana dilde eğitim sağlanmalı. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli. Kayyum sistemine son verilmeli ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceler kaldırılmalı. İnfaz yasası değişmeli, İdare ve Gözlem Kurulu kaldırılmalı. Hasta tutsaklar başta olmak üzere tüm siyasi tutsaklar serbest bırakılmalı. Önder Abdullah Öcalan’ın koşulları iyileştirilmeli. Türkiye, AİHM ve AYM kararlarına uymalı. Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulmalı. Yerleşim yerlerinin tarihi adları iade edilmeli.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.