Bir 14 Temmuz daha yaşanır mı
Selma AKKAYA yazdı —
- Dayanılmaz yaşam koşullarına, kolluk güçlerinin şiddetine, ırkçılığa, ayrımcılığa ve yükselen faşizme karşı tıpkı tarihteki gibi sistemi hedef alan bir devrime ne çok ihtiyacımız var...
Geçtiğimiz 14 Temmuz Cuma günü, Fransız monarşi ve aristokrasinin egemenliğinin dayandığı feodal mülkiyet ilişkilerine karşı Paris’teki kale Bastille’e yapılan baskının 234. yıldönümüydü. Paris ve ülkenin birçok yerinde 17 yaşındaki Nohel’in ölümünün ardından başlayan eylemler sönümlenmesine karşın, tedbirler en üst düzeye çıkarılmıştı. Fransa’da havada askeri uçaklar, yerde polis, büyük meydanlara oturtulmuş havai fişek tankları. Gündüz Elysee’de askeri geçit, gece boyunca Paris’in sembol meydanlarında havai fişek görüntüleri altında eğlenen Fransızlar, diğer taraftan banliyölerde estirilen terör ile 14 Temmuz kutlanmış oldu.
Hepimizin belleğine Parisli kitlelerin patlamasının simgesi olan 14 Temmuz kitaplarla kazınmıştır. O dönem yaşanan siyasi kriz, farklı toplumsal tabakalar arasındaki örgütlenmiş yapı muhalif bir şekilde ortaya çıkıyor. Bastille duvarlarının dışındaki kitlesel gösteriler, silahlanan halkın yanında duran askeri muhafızlar… Kalenin duvarlarının aşılmasına dair, Jean Jaurès, Fransız Devrimi’nin Sosyalist Tarihi’nde şunları yazmıştı: “Bastille’in alınmasının etkisi muazzamdı. Tüm dünya halkları için insanlığın hapishanesi düşmüş gibi görünüyordu. İnsan Hakları Bildirgesi’nden daha büyük bir olaydı bu; halkın insan haklarının hizmetindeki gücünün ilanıydı. Paris’ten evrenin mazlumlarına ulaşan sadece ışık değildi. Köleliğin karanlık gecesine hapsedilmiş milyonlarca yürekte, özgürlüğün ilk şafağı tam da aynı anda doğdu. Paris’in 30 kilometre güneyinde bulunan Versay’daki sarayına yerleşmiş olan Kral XVI. Louis, akşam geç saatlerde Duc de la Rochefoucauld-Liancourt tarafından uykusundan uyandırılıp kendisine bir rapor verilinceye kadar ayaklanmadan haberdar olmadı. “Peki, bu bir isyan mı?” diye sordu gergin hükümdar. “Hayır, efendim,” diye cevap verdi Dük: Bu bir devrim!”
234 yıl önce yaşanan devrim, sosyal, ekonomik ve kültürel mayalanma döneminin siyasi doruk noktası oluyor. Fransa’da bugün de en fazla buna ihtiyaç yok mudur? Bu yıl Bastille meydanı ve ülkenin, sokak ve caddeleri kitlesel protesto ve grevlere sahne oldu. Eylemlerin ana gövdesi Macron karşıtı bir dil kullandı. Kimse Macron’un arkasında duran güce yönelik bir muhalefet yürütmedi. Macron’un, emeklilik reformu ve polis şiddeti protestolarına karşı uyguladığı acımasız baskı tam da Macron’un arkasında duran burjuvaziyi korumak için değil mi? Günlerdir başta Paris olmak üzere ülkenin dört bir yanına yayılan ve baskı ile sönümlenen bir nevi banliyö isyanı olarak tanımlanan göçmenlerin ayrımcılığa, şiddete ve ırkçılığa tepkisi eğer Fransa’da olası bir devrimci hareketle buluşturulabilseydi muazzam sonuçları olabilirdi. Çünkü Fransız solu yüzyıllar önce atalarının verdiği mücadele sonucu elde edilmiş burjuva demokrasi sınırlarının ötesinde düşünmüyor. Alternatif bir projesi olmayan hareketlerin göçmenleri sarıp kendi içerisine katmaması da normalleşiyor. Ortaya çıkan tabloda kara-kafalıların direnişi polise kafa tutması olarak nitelendiriliyor. Üç haftalık bilançoda yüzlerce tutuklu, hesabı ailelerine kesilmiş bir direniş, yüzlerce yaralı. Bilançonun giderek ağırlaşmasının ardından geriye biriken öfkenin sönümlenmesi kalıyor.
Dayanılmaz yaşam koşullarına, kolluk güçlerinin şiddetine, ırkçılığa, ayrımcılığa ve yükselen faşizme karşı tıpkı tarihteki gibi sistemi hedef alan bir devrime ne çok ihtiyacımız var değil mi!